30 Ağustos 2008 Cumartesi

KUŞLAR

Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun bir yerinde; milyonlarca kuşun havada çığlıklarla daireler çizerek uçtuğunu görür.

Kulakları sağır edecek kadar yüksek sesle çığlıklar atan kuşlardan yorulanlar, okyanusun dev dalgalarına atılarak intihar ederler.

Bu olayı yıllar boyunca birçok balıkçı görür, birçok bilim adamı araştırır.

Kuş bilimcileri yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfederler; ancak intihar etmelerinin nedenini çözemezler.

Yıllar süren araştırmalar sonucunda bu trajik olayın yaşandığı yerde bir ada olduğunu, kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu adanın deprem sonucunda okyanusa gömüldüğünü bulurlar.

İnsanların yokluğunu bile fark edemedikleri ada; kuşlar için göç yollarının vazgeçilmez durağıdır.

Kuşlar, binlerce yıllık alışkanlıkla adanın yerini bilmektedirler ve yıpratıcı bir yolculuktan sonra aradıkları adayı bulamayınca yorgunluktan bitkin düşen bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına gömmektedirler?



Peki ya siz?




Sizin hiç bir adanız oldu mu?

Yaşamın uzun göç yollarında size bir yudum taze soluk verecek,

yolunuza dinç devam etmenizi sağlayacak bir adanız var mı?

Bir gün yerinde bulamazsanız, ille de ulaşmak ve sığınmak için başınızın döndüğü ve dengenizi yitirinceye kadar kanat çırpacağınız bir ada yaratabildiniz mi kendinize?

Sınırsızca her şeyi paylaşabileceğiniz bir dost!

Yola birlikte çıkacak kadar güvendiğiniz bir arkadaş, daima huzur ve mutluluk verecek biri,

ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi?

Şöyle daha bir yakın bakın çevrenize?

Size gelen, sizin gittiğiniz, sizi bulan, sizin bulduğunuz kaç ada var çevrenizde?

Kaç tane durup nefeslendiğiniz ada yaratmışsınız kendinize?




CAN DÜNDAR

29 Ağustos 2008 Cuma

DOST

EĞER HERKES DOST SANDIĞI KİŞİLERİN BİR DE KENDİ ARKASINDAN SÖYLEDİĞİ SÖZLERİ DUYSAYDI DÜNYADA PEK AZ DOST KALIRDI.

DOSTLUK ÜZERİNE

Allah dostlarından Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri talebeleriyle bir yerden geçiyorlarmış. O sırada talebelerinden birisi, iki köpeğin koyun koyuna yattığını göstererek:

“Efendim, şu manzaraya bakın. Ne hikmetli ve ne ibret alınacak bir dostluk örneği değil mi?” demiş. Büyük velî:

“Sen, bunların arasındaki dostluğun ve birliğin ne kadar samimî olduğunu bilmek istersen, onların aralarına bir kemik veya ciğer parçası atıver. O zaman bu dostluğun nasıl bir dostluk olduğunu görürsün. İşte bu gördüğün dünya ehli ve dünya malına tapanların aralarındaki dostluk da böyledir. Aralarında bir garez veya menfaat olmadıkça, birbirlerinin dostudurlar; fakat dünyalık bir şey aralarına girince nice senelik namus ve şereflerini hiçe sayarlar ve aralarındaki tuz-ekmek hakkını bir tarafa atarlar.”*

Gerçek dostluk menfaatin çevresinde toplanmak değildir. Aksine zor günlerde dostunun yanında olmaktır. Mevlânâ Hazretlerinin buyurduğu gibi, ortaya çıkacak bir menfaat çatışması dostluklarımız için bir mihenk taşı oluverir. Dostluğumuz Mevlâ için mi yoksa dünya için mi imiş ortaya çıkar.

Gerçek dostluk Allah için olmalıdır. Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek en faziletli ibadettir. Kişinin Allah için sevdiği kişiye, sevgisini ifade etmesi de sünnettir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Kişi dostunun dini üzeredir.” buyurmakta. Öyle ise herkes dost edineceği kimselere dikkat etmeli. Yarın mahşer yerinde;

“Eyvah, yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim!” (Furkan, 28)

denildiği zaman, her şey için çok geç kalınmış olacaktır.

Kimlerle dost olmalı?

Bize Allâh’ın dostluğunu kazandıracak kişilerle dost olmalı...

Allah dostlarıyla...

Peygamber dostlarıyla...

Diğer yandan, mü’min geçim ehlidir. İnsanlarla geçinmek, onlarla dostça, hoşça muamele etmek bir mü’minin en mühim içtimaî vazifeleri arasındadır.

Şeyh İbn-i Nûh -kuddise sirruh- Hazretleri insanlarla iyi geçim hususunda şu nasihatlerde bulunmuş:

1. İnsanlardan gelen eziyet ve sıkıntılara sabret. Fakat sen onlara katiyen eziyet etme, sıkıntı verme.

2. İyi olsun, kötü olsun herkese adaletle muamele et.

3. Haklı bile olsan, insanlarla münakaşa ve mücadeleye girişme.

4. İnsanların kusur ve eksiklerini ortaya koyma, hiç kimseyi küçümseme, hiç kimseyle alay etme.

5. İnsanlar arasındaki anlaşmazlık ve ihtilâflarda taraf olma. Gücün yetiyorsa onların aralarını düzelt, ikaz gerekiyorsa en uygun şekilde söyle.

Bugün böyle güzel nasihatlere kulak veren gerçek dost, çok az.

Böyle bir dost bulana ise ne mutlu!

Bir türküde ne güzel söylenmiş:

Cümle dünya sizin olsun,
Bir dost, bir post yeter bana!..
Atlas dîbâ sizin olsun,
Bir dost, bir post yeter bana!..

Bir dost bulun!

Ama gerçek olsun. İyi gününüzde yanınızda, kötü gününüzde karşınızda olmasın. Arayan, soran, sizi hiç yalnız bırakmayan bir dostunuz olsun.

Dostlukta hatalar hoş görülebilmeli. Bir hatası yüzünden insan dostuyla alâkayı kesmemeli. Kendi kusur ve hatalarımızın bağışlanmasını istediğimiz kadar biz de başkalarının hata ve kusurlarını bağışlayabilmeliyiz.

Diğer yandan da; “Dost acı söyler.” atasözümüzün de ifade ettiği gibi, dostu ikaz etmek, yanlışa meyleden yönünü düzeltmek yine dosta düşer. İnsan dostunun bu mânâda yaptığı yapıcı tenkitleri de hoş karşılamalıdır.

Unutmayalım ki, gerçek dostluk Allah için sevmektir!..

Dostluk, ayçiçeği gibi olmaktır. Ayçiçeği gün boyu hiç ayırmaz yüzünü güneşten.

Gerçek dostluk; dünyada başlayan, cennette devam edendir.

Rabbimiz, bize ukbâda pişmanlık duymayacağımız dostluklar nasip etsin.

Bizi, hayırlı dostlarımızla birlikte cennetinde bir araya getirsin.

Âmîn...



Yazar:Naci Öztürk, Yüzakı dergisi,Temmuz 2008

* Nihat ÖZTOPRAK, «Mevlânâ ve Nükte», Yüzakı, sayı: 27, s. 11.

28 Ağustos 2008 Perşembe

ÖNEMLİ.


Nüfus cüzdanını kaybedince vergi dairesinede bildirin...




Nüfus cüzdanını kaybeden veya çaldıran kişilerin emniyetten aldığı tutanak ve birde dilekçe eşliğinde bir vergi dairesine başvurması durumunda kayıp olan nüfusunun bilgisi sicil kayıtlarına alınıyor. Ve nüfusu eline geçiren bir diğer kişi herhangi bir vergi dairesine gidip şirket açılışı yapmak istese sistem uyarı veriyor. İnsanların ve hatta vergi dairesi çalışanlarının bile pek bilmediği bu konunun ayrıntılarını gelir iadaresi başkanlığı resmi sitesinde iç genelgeler bölümünde
'VERGİ KİMLİK NUMARASI İÇ GENELGESİ SERİ NO:2007/1 de bulabilirsiniz.
KONU COK ONEMLI, TUM ARKADASLARINIZA YONLENDIRMELISINIZ

27 Ağustos 2008 Çarşamba

AR PERDESİ YIRTILIRSA

Perdeleri yırtılmış bir çağda yaşıyoruz .Edep perdesinin,mahremiyetin perdelerinin yırtıldığı bir çağda .
Görülmemesi ,gösterilmemesi,perdenin ardında olması gerekeni ifşa etmek medenilik sayılıyor buradan tatminsizlik ve kargaşadan öteye yol yok .
Böyle bir çağda müslümanın kendi edebine ,hayasına
Yani kendi perdelerine sahip çıkması bir başka önem taşıyor. Çünkü hem kendisi olarak var olması buna bağlı hem de insanlığın doğruyu bulması …
Hayat kelimesiyle aynı kökten türeyen haya ,gerçek anlamda diri olmanın göstergesindendir.Utanan ,haya eden insanın yüzü kan hücum ettiği için kzarır.
Bir ev,o evde mukim olan ailenin haremidir .Evin mahremi olmayanlar ,yani namahremler o eve izinsiz ,elini kolunu sallayarak giremez.
İLK NE ZAMAN AR ETMİŞTİK.
Modern zamanlarda ar perdesindeki yırtık okadar büyüdüki çoğu insan giderek böyle bir perdenin varlığını dahi unuttu.Utanmanın “kusur”sayıldığı şu günlerde ,” ar ,haya,hicap,ırz ,namus,iffet”kavramlarnı hatırlayalaım istedik.SEMERKAND
,

25 Ağustos 2008 Pazartesi

YORUMLAR

Ben blog yazmaya karar verdiğimde .Bunun ilerde hatırlamak istediğim olayların bir güncesi olması için başladım ama şimdi okuduğum yazıları sevdiklerimle paylaşmak onlardan yorum gelmesi çok güzel değişik olanda tanımadığım ama zaman buldukça ziyaret ettiğim arkadaşalrın yorum bırakmaları beni sevindirdi .Mutlu oldum .Şimdilik okuduklarımı paylaşsamda ilerde daha paylaşımcı olabilip içimden gelenleri yazmayıda isterim olduğum gibi amalar yakamı bırakırsalar bu çekimserlik belki biraz olsun bırakır beni :)daha güzel günlerde yaşamak duasıyla sevdiklerinizle hoşkalın.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

DUA

Rabbim sana yakın olmaya ne kadar ihtiyacım var bu kadar kalabalık bir yaşamda yapayalnız olduğumu ve hiçbirşeye gücümün olmadığını biliyor ve hayırlı olanları senden isityor hayırsız olanlardan sana sığınıyorum ve senden sevdiklerine yakın eylemeni dua ediyorum bir mübarek dostluğunua sevgisine öylesine muhtacızki senden bunu diliyorum rızkımızı sevdiklerinin yakınında ver yarab dost eli uzat bizlere .sevdiklerinle beraber yaşlanmayı onların sohbetiyle dünya hayatımızı geçirmeyi ahirettede cennet meclislerinde buluşmayı nasip et yarab sen herşeye gücü yetensin yalnız senden diliyorum, yarabbi bizi razı olduğun şekilde yaşamayı nasip et amiin.SELDA

22 Ağustos 2008 Cuma

KELAMI KİBARDAN SÖZLER-5

Bir kimse yemek yerken Allahü teâlâyı ne kadar hatırlarsa, namazda da o kadar hatırlar. Kalbinizi Allahtan başkasına vermeyin.

- Eskiden bir mürşid, sadece çok sevdiğine değil, günahı çok olana [daha fazla günah işleyip dinden uzaklaşmasın diye] çok iltifat eder, günahı az olana ise, [kendini bir şey sanıp kibirlenmesin diye] hiç iltifat etmezdi. [İstisnalar hariç, bir kimseyi yüzüne karşı övmek, ona kötülük sayılır.] İhlası artanın dine hizmeti artar, dine hizmeti artanın ihlası artar. [İhlas, her şeyi Allah rızası için yapmak demektir.]

- Evliyanın hayatını okuyanın kalbinden dünya sevgisi çıkar, yerine Allah sevgisi dolar ve ihlası artar. Bir müslüman, Ehl-i sünnet kitaplarını alıp, bir rafa hürmetle koysa, o kitapları o evde bulundurduğu için Allahü teâlâ, o kimsenin imanla ölmesini nasib eder.

- Her müslümanın yanında bir Ehl-i sünnet kitabı bulunmalıdır!

-Müjdeler olsun imanı olanlara ve ibadetini ihlasla yapanlara... yazıklar olsun üç paralık dünyaya ibadetini değişenlere.

-Kul hakkından çok korkun, her müslümana karşı derin muhabbet ve hürmet içinde olun. Hiçbir müslümanı incitmeyin. Büyüklerinize karşı mutlaka hürmetkâr olur. Emriniz altında olan aileniz veya çocuklarınıza karşı şefkatli olun, onları dindar yetiştirmeğe dikkat edin, çünkü ölüm ani gelir. Herkes pişman olacak. O pişmanlık günü gelmeden tövbe etmek akla gelmeyebilir. Bugün fırsat varken istiğfar edelim.

-Allahü teâlâ, ne yaptığınızı görüyorum, biliyorum diyor. Onun gördüğünü bildiğiniz halde ikiyüzlü olmağa lüzum yok. İhlas; içini de dışını da temizlemek demektir.

-Allah varken mahlukdan bir şey beklenmez.

-Allahü teâlâ iyilik murat ettiği kullarını iyilikte, felaket murat ettiği kullarını felakette kullanır. Müslüman için en büyük felaket, ehli sünnet itikadına sahip olmamak, olunca da bu nimetin kıymetini bilmemek olur.

-Gelen cereyanın kesilmemesine dikkat edin. Kablonun arasını açmayın. Cereyan geliyor ama sigorta atıyorsa, araya nefis karışıyordur. Nefsin girdiği her aralıktan cereyan kesilir. Nefsinizi aradan çektiğiniz müddetçe kablolar kuvvetlenir. Evliyanın başarılarının sebebi, gelen cereyanın arasına girmeyip, kendilerini sıfırlamalarıdır.

-Allahü teâlânın her emrinde mutlaka nefsi kırma payı vardır.

-Bazı yerlerde, ben bu işten anlamam demelidir. Çünkü, insana bazı felaketler kendine güvenmesinden, güzelliğinden, zenginliğinden gelir.

-Emri maruf yapmak, her müslümana farzdır. Bu tebliğe evvela kendi nefsinden başlanır.

-İnsan düşmanını iyi tanıması lazım. En büyük düşman, insanın nefsidir.

-İnsanın en büyük yarası hubb-i dünyadır.

-Gıybet aileyi parçalar, toplumu çökertir, cemiyeti felakete götürür. Çünkü kolay işlenen bir günahtır.

-İnsanın nefsi, Allahü teâlâya düşmandır, bize daha düşmandır.

-Günahlara mübtela olanlar, kendi kendilerini yakar.

-Emîre itaat vacibdir. İtaat edilmezse, isyan edilirse, Allahü teâlâ verdiği nimeti alır.

Amirlik memurluk için gelmedik bu dünyaya... Amirlik değil, hizmetkârlık zamanıdır. Nefsimizin arzusu için amirlikten Allah bizi korusun. Başınızdaki amire, içinizde veya dilinizde bir buğzu adavet varsa, bunun, sizin için bir felaket olduğunu bilin. Neticede Cenab-ı Hak sizi bu nimetten mahrum eder.

-Allahü teâla kerîmdir, ufak bir sebeple kerîmin keremi artar. En büyük sebep, ona yalvarmaktır.

-İki kelime vardır, söylemesi kolaydır, kıyamet günü sevabı çok ağırdır. Bu iki kelime Subhanâllahi ve bihamdihi, subhanallahil azîm.

-Müslümanın ikramında şifa vardır. Hediye vermek de sünnettir, almak da sünnettir.

-Kusursuz insan olmaz, onun için kusurunu bilmek tevbedir.

-Yeşillikle, akarsu, insanın hüznünü, gammını izâle eder giderir.

-Dünyanın en câhil, en ahmak mahluku, insanların nefsidir. Her isteği kendi aleyhinedir. Gıdası haramlardır. Nefs, daima zararlı şey ister. Allahü teâlâ buyuruyorki; "Ey insanlar nefsinize düşman olun. Çünkü nefsiniz, benim karşıma düşman olarak dikilmiştir."

-Şeytan; uzaklaştırıcı demektir. Allahü teâlanın sevgisinden, merhametinden uzaklaştıran şeydir. Üç türlü şeytan vardır. Birinci şeytan bilinen iblis ve torunlarıdır. İblis; Allah rahîmdir affeder deyip, günahları vesvese verir, insan bunu dinlemezse çeker gider, bu şeytan zayıftır. İkinci şeytan (nefs)’tir; bu daha kuvvetlidir. Ona aldanmayınca çekip gitmez. İnatcıdır, tekrar tekrar aldatıncaya kadar uğraşır. Üçüncüsü daha da kuvvetlidir. Bu kötü arkadaştır. Dünyada rezil eder, âhirette cehenneme götürür. İnsanın imanını öyle çalar ki, o şahsın ruhu bile duymaz. Bunun insan olması şart değildir. [İnsan olduğu gibi, kitap, gazete, tv. vs.de olabilir.] Bu üçüncü çok tehlikelidir, çünkü dost bilinir, tedbir alınmaz.

-İnsanlar düşmanı dışarıda arıyorlar, halbuki düşman kendi içlerindedir. Bu düşman da nefs’tir.

-İnsanın imanına musallat dört şey vardır; Sağında şeytan, solunda nefs, arkasında kötü arkadaş, önde ise dünya’dır. Dünya bu zararda rehber olmuştur.

-Her namazdan sonra onbir ihlas okuyan, cennete istediği kapıdan girecek. Peygamber efendimiz ben kefilim buyuruyor.

-İslamiyetin yayılmasına mâni olmayan sevilir.

-Allah'tan en çok korkanlar, O'nu bilenlerdir. İlim arttıkça korku artar.

-Dünyada Allahü teâlânın evinde buluşanlar, öbür tarafta cennetde buluşacaklar. Dünyada meyhanede buluşanlar, öbür tarafta cehennemde buluşacaklar. Bu bir yolculuktur.

-Bir tel parçası ol, fakat büyüklerin ceryanını naklet. İşte saadet odur.

-İş, büyüklerin vasıtasına binebilmek, girebilmektir. Nâehilleri de atmazlar

-Herkese sıkıntı veren kibirlilerdir. Herkesi şikayet etmesi kibrindendir. Mütevazi demek ölmüş, demektir. Ölü kimseyi şikâyet etmez, ölüyü şikayet eden olmaz.

-Sizin için en büyük tehlike, kibirlenmektir. Dünyada verilen bazı payelerle kibirlenirseniz perişan olursunuz. Kalbinde zerre kibir olan cennete giremez. Birbirinizle konuşurken, birbirinize emri maruf yaparken, kibirlenmeyin. Hiç kimse elbise veya etiketinden dolayı makbul olamaz. İnsanın şerefi, ilim ve edep sahibi olmasıyladır.

-Herkes kendini meth etmeğe çalışıyor, siz kusurları kendinizde arayın.

-İnsanların iki zineti vardır. Edep ve tevâzu. Kibir, çok kötü bir şey, onu ne Allah seviyor, ne kul seviyor. Edep çok güzel bir şey, kimde olsa beğeniliyor. Edep demek; kendini haksız görmek, acz ifade etmektir. Böyle olanlar, topla tüfekle yıkılmazlar.

-Kapasite evvela iş değildir. Birincisi ihlas, ikincisi edep, üçüncüsü tevazûdur.

-Kim toprak gibi mütevazi olursa, her nimete kavuşur. Bir parça yükselse, su o toprakta durmaz. Büyüklerin feyz ve bereketine kavuşmak için toprak gibi mütevazi olmak lazım. Rahmete kavuşmak için toprak olmak lazım.

-En iyi insan kalp kırmayandır.

-Evliyayı kirâmın ruhlarından, hayatta iken feyz alındığı gibi, vefatlarından sonra da feyz alınır. Hatta daha çok feyz verirler. Yeter ki sevgi, muhabbet olsun.... Ehli sünnet itikâdı olsun, haram işlememek olsun, birde namazları doğru kılmak oldu mu feyz kesilmez, artar.

-Peygamber efendimiz buyuruyor ki, ahir zamanda öyle bir zaman gelecek ki, dînini îmanını muhafaza etmek avucunda ateşi tutmak gibi olacak. Onun için rabbena duasını çok okumak lâzım.

-Ehl-i bid'atın yüzüne gülenin dini yıkılır.

-Ramazanı şerifde âşîkare oruç yiyeni îmânı gider. Çünkü âşîkâre oruç yemek, Allahü teâlânın emrine ehemmiyet vermeme alâmetidir.

-Kâfirlerin ibâdet olarak yaptıklarını yapanlar kâfir olur.

-Kur'anı Kerimde namaza ehemmiyet vermeyenlere lânet olsun buyuruluyor. Namaza ehemmiyet vermemek, kılmamakla olur, kılsa bile doğru dürüst kılmaz. Hem kılacak, hem de şartlarına uygun olacak.

-Komşuya eziyet etmek haramdır.

-Din kardeşine eziyet eden, kalbini kıran, kâbeyi yıkmış gibi günaha girer.

-Müslüman olmayan komşuyu da incitmemek lâzım, onların da komşu hakkı var, hep tatlı söyleyeceğiz, tatlı hareket edeceğiz.

-Namaza ehemmiyet vermeyenleri veyl çukuruna atacağım diyor Cenâb-ı Hak, hem de sonsuz, çünkü, namaza ehemmiyet vermeyenin îmânı gider. Veyl çukuru; cehennemdeki ateş çukurlarının en derinidir.

-Allahü teâlâya sığınan hıfz-ı emân-ı ilahide olur.

-Ölüm acısı yetmiş kere kılıçla doğranmaktan fazladır, Bu herkese vardır. Fakat Allahü teâlâ sevdiği kullarına duyurmaz. Ölüm acısı, kabir azâbı yanında hiç kalır. Kabir azâbı mahşer azâbı yanında hiç kalır. Cehennem ateşi ondan da fazladır.

-İhlas, muhabbet ve itaat üçü ayrılmazsa feyz gelir. Ayrılırsa, büyük zât feyz vermek istese de, feyz gelmez.

-En büyük düşmanına, en büyük hediyeyi ver.

-Allahü teâlâ bir kulundan razı olursa, ona, herşeyi vermiş demektir.

-Her şeyin, her işin bir gayesi, kıblesi vardır. Esas gaye imanla ölmek, Allah demektir.
Allahı unutarak iş yapana cehennem ateşi yetmez mi.

-Kevser şerabı narkoz gibidir, ölürken bir damla verirler, ölüm acısı duyulmaz.

-Her sıkıntının, her başarısızlığın, her derdin ilacı istiğfardır. Allahü teâlâ günah işleyen bir kulunu muvaffak etmez.

-Allahü teâlâ günah işlemeyenlerden ve günah işlenmeyen yerlerden razıdır. Siz, günah işlememeğe ve arkadaşlarınızı günahtan korumağa çalışınız.

-Allahü teâlânın gazab etmesi, cehennem ateşinden şiddetlidir.

-Müsefaha edince, el ayrılmadan günahlar dökülür.

-Günah işlenmeyen yerde huzur vardır. Günah işlenirse huzursuzluk başlar.
Günahlar kalbi sıkar, Zikri ilahi ile meşgul olmak, insana ferahlık verir, günahlara karşı soğukluk getirir. Bir müslüman günah işlemese cennet nimetleri başlar.

-Şeytan, öfke anında aklı örter, avucunun içine alır, herşeyi yaptırır.

-Dünyaya zillet, ahirete izzet verilmiştir.

-Kuldan isteyen zelil, Allahtan isteyen aziz olur.

-Bütün geçimsizlikler, ölümü unutmaktandır.

-Eğer mü'minler ölümü düşünse, hiç günah işlemezler ve hiç geçimsizlik olmaz.

-Dünyayı sevmeyeni Allah sever, insanların elindekini sevmeyeni insan sever.

-Bu dünyayı mekan sanan hapı yuttu.

-Bilmek, yapmak içindir.

-Sözün tesir etmesi için, yakîn olması lazımdır.

-Kızdığınız zaman bir kefen yapın.

-Son nefeste Allah demek isteyen, hemen başlasın.

-İnsanlar iyilik gördüklerine muhabbet beslerler.

-Bir insana dinimizi anlatmak isteyende şu üç vasfın olması şarttır; yoksa hem kendisine hem karşısındakine zarar verir: 1) Karşısındakinin dinini bilecek. 2) Dünyasını bilecek. 3) İslamiyeti ve ilm-i siyaseti bilecek.

-Hepimiz ahiret yolcusuyuz, inkarı mümkün değil. Herkes bir sefere giderken yolda ve gittiği yerde kendine lazım olanları alır, diğerlerini almaz. İhtiyaç olmayanı almak ahmaklık olur. Dünyadan da, ahirete lazım olanlar tedarik edilir.

-Paranın sevgisi yılan sevgisi gibidir.

-Dünya malını kalbinden atan, Allahın sevgili kulu olur.

-İnsan bir yere gitmek için, bir yerde vasıtaya biner, başka yerde iner, dünya buna benzer. Yalnız, vasıtayı iyi seç. Son durakta ya cennet ya cehennem vardır.

-En akıllı insan, ölüme hazırlanandır. En ahmak, dünyaya tapandır. Ahmaklar olmasaydı, dünya harab olurdu.

-Dini kurtarmak için, dünyayı verin.

-Herşeyi Allah için yapmalıdır. Birşeyin içine dünya menfaati girerse, zemzeme idrar karıştırmak gibi olur. İsterse bir damla olsun.

-Kalbiniz dünyaya dönerse, hizmetleriniz kötüye gider.

-Kabir insana ibret olarak yetmez mi, kıyamete kadar, daracık yerde nasıl beklenir. Mutlak olan bir şey var, o da ölümdür. Ne ahmaktır o kişi ki! muhakkak olanı bırakır, muvakkat olana sarılır.

-Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır.

-Kalbinde Allah korkusu çok az olan, dünyâ sevgisi bulunan, haramlardan sakınmayan, âlim olduğunu söylerse şaşılır.

-Sâlih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aşağı olduğum halde, kötüleri sevmem.

-Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü sevâblarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur.

-Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz.

-İnsan; nefs, şeytan, münâfık gibi üç düşmanla karşı karşıyadır ve bunlardan kurtulmak çok güçtür.

-Çalışıp kazanma zahmeti çekmemiş kimsede hayır yoktur.

-İlmin evveli niyet, sonra anlamak, sonra yapmak, sonra muhâfaza, sonra da yaymaktır.

-“Nefsini bilen Rabbini bilir.” hadîs-i şerîfinin sırrına eren, nefsini sokakta gördüğü köpekten aşağı bilir.

-Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel ise niyetle küçülür.

-Kim ilmi ararsa öğrenir. İlmi öğrenen, günah işlemekten korkar. Günahtan korkan ondan kaçar. Ondan kaçan ise kıyâmet günü hesaptan kurtulur.

-Şüpheli bir kuruşu geri vermeyi, binlerce lira sadaka dağıtmaktan daha fazla severim."

-Din kardeşimin bir ihtiyâcını görmem, bir sene nâfile ibâdet etmemden daha önemlidir.

-İnsanların en alçağı, din kisvesi altında dünyâ menfaati sağlayandır.

-İlimde cimrilik yapan kişiye Allahü teâlâ üç belâ verir: Ya ölür, ilmi gider. Yâhud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, öylece ilmi gider.

-Peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe var mı?

-İnsandaki en üstün haslet, kâmil akıldır. Eğer o yoksa, güzel edebtir. O da yoksa, kendisiyle istişâre edilecek şefkatli bir kardeştir. O da yoksa, devamlı sükûttur. O da bulunmazsa, ölmektir.

-Bir âlimin sakınması gereken en önemli husus; Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzak durması ve dünyâya gönül bağlamamasıdır.

-Mazisini, büyüklerini tanıyamayan, büyüklüklere talip olamaz.

-Evliyanın sohbetine kavuşan, şeytanın elinden kurtulur, her an Allahü teâlâ ile birlikte olur.

-Arifin alameti; susması, tefekkürü, Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmesi, gördüklerinden ibret ders alması ve Allahü teâlânın razı olup beğendiği şeyleri istemesidir. Seninle yediğini, içtiğini, alışveriş ettiğini, eğlendiğini görürsün, ne var ki Onun kalbi Allaha bağlıdır, boş yere konuşmaz.

-Sırat köprüsünde herkese 7 şeyden suâl sorulacaktır, cevap veremeyen düşecektir. Bunlar; imân, namaz, oruç, hac, zekât, gusül ve kul hakkındandır. Yedinci soruya kadar gelebilmek çok zordur. Yedinci soru da çok zordur. Peygamber efendilerimiz masum oldukları, günahsız oldukları halde burada korkarlar.

-Dünya misafirhanedir.

-Büyükler, Peygamberlerin varisleridir. Ne mutlu onları tanıyanlara. Sevmek şöyle dursun, tanımak bile ne büyük nimet. Hele tanıdıktan sonra sevdi mi, saadete kavuşur, feyz yolu açılır. Kalbden kalbe feyz gelmeğe başlar.

-Allahü teâlâ, müminlere hizmet edeni sever. Dünyalarına hizmet etmek kıymetli ama, âhiretlerine hizmet etmek daha kıymetli. Yeter ki, Allah için olsun...

-Kur'an-ı Kerîm de açık bildirilen birşeye inanmayan, ehemmiyet vermeyen kâfir olur. Hadîsi şerifde açık bildirilen bir şeye de inanmayan kâfir olur. Kur'an-ı Kerîme de, Hadîs-i şeriflere de hakaret eden kâfir olur. İslâm alimleri sözbirliği ile haram dedi ise ona da inanmayan kâfir olur. Allahü teâlâ bazı şeyleri açık bildirmedi, merhametinden dolayı, ehemmiyet vermeyen kâfir olmasın diye açık bildirmedi. Müslümanları kâfir olmaktan kurtarmak için açık bildirmedi. Peygamber efendimiz de hepsini açıkca bildirmedi; açıkca bildirilmeyen, kapalı yerlere inanmayan kâfir olmaz, bid'at ehli olur. Müctehidlerin sözbirliği olan, dört mezhebde de haram olan bir şeye ehemmiyet vermeyen kâfir olur. Müctehidlerin söz birliği ile bildirdiği nass olur. Peygamber efendimiz bildirmiş gibi olur.

-Ne mutlu Allahın dinini doğru olarak [ehli sünnet alimlerinden naklederek] yayanlara. Kitap ile ilim ile yaymanın sevabı, dövüşerek şehit olanın sevabından daha çoktur.

-Evliyâlar da Allahü tealânın sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır. Onlar da dünyada dostla düşmanı ayırmazlar. Dostlara yaptıkları iyi muameleyi düşmanlara da yaparlar. Düşmanlar, dostlarla karışıp evliyanın huzuruna gelirler, evliya onlara hiç düşman muamelesi yapmaz, dostlarına olduğu gibi, onlara da ikram ederler, tatlı konuşurlar. Onlar da, bu adam benim düşman olduğumun farkında değil, bana dost muamelesi yapıyor dermiş. Evliyanın dostla düşmanı ayırmaması, nîmet vermek bakımındandır.

-Bir kimse zerre kadar bir şey yapsa, mutlaka karşılığına kavuşur.

-Bütün kemâlât ve faziletler büyüklerin sevgisinde ve onlara uymaktadır. Bu ele geçtimi herşey ele geçmiş demektir.

-Kul hakkı, İslam Ahlâkının temelidir. Bir dirhem kul hakkı bulunanın, haccı (haccı mebrur olsa da) kabûl olmaz.

-Namaz en önemli ibadettir. Çok faydaları vardır. İmanı olan namaz kılar. İmansız olan namaz kılmaz. Münafık olan bazan kılar bazan kılmaz.

-Uyku miskinliktir. Basit insanlar kendilerinden geçip saatlerce uyurlar. Amma, Allahın veli kulları az uyurlar. Onlara bir saatlik uyku bile yeter. Onlar uyumakla zamanı boşa geçirmezler. Her akşam iman duası okumalıdır. Bir günaha tevbe etmemek, o günahı işlemekten daha büyük günahtır.

-Dua almaya bakın. Üç kişinin hem duası hem bedduası kabul olur reddolunmaz. 1)Anne babanın 2) Misafirin 3) Mazlum olanların.

-İman ışık gibidir. Azalır, çoğalır. Azalır çoğalır, ama yok olmaz. Ne zaman küfre düşülürse Allah muhafaza, yok olur. Evliyanın ki çok çok parlaktır. O kadar fazladır ki onlar için geceler bile gündüz gibidir. Onun için evliya gece bile uyuyamaz. Ancak gafiller gündüz vakti bile uzun uzun uyurlar. Azalıp çoğalan imanın kendisi değil, parlaklığıdır.

-Allahü teâlâ, evliyamı gökkubbem altında gizlerim”, buyuruyor. Burada gökkubbeden maksat, sıfat-ı beşerdir. Yani Allahü teâlâ evliyasını insan sıfatları ile gizler.

-Müslümanlara hubb-i fillah ve buğd-i fillahı anlatın. Nasibi olana herşey bunun içinde vardır.

-Büyükler, kıyamete kadar kendilerine tabi olanları, olacakları isimlerine ve memleketlerine varıncaya kadar bilir ve görürler. İmam-ı Rabbanî Hz. buyuruyor ki: "Erkeklerden ve kadınlardan bizim yolumuza girmiş olanların ve kıyâmete kadar, vâsıtalı ve vâsıtasız girecek olanların hepsini bana gösterdiler. İsimlerini, soylarını ve memleketlerini bildirdiler. İstersem, hepsini bir bir sayarım. Hepsini bana bağışladılar.

-Büyükleri rüyada görmek onların kabulüne işarettir.

-Bir büyüğü tanımak demek, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğuna, her halinin ve sözünün Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflere uygun olduğuna, her sözüne itaat edilmesi gerektiğine, yardım istendiğinde mutlaka yardım edeceklerine inanmak demektir.

-“El mer'u mea men ehabbe” (Kişi sevdiği ile beraberdir) hadis-i şerifine göre, herkes bu dünyada kimi severse ahiretde onunla beraber olacaktır. Her hadis-i şerif bir ayet-i kerimenin açıklamasıdır. Bu hadis-i şerif de Maide suresindeki "Müşrikleri ve yahudileri severseniz onlardan olursunuz" mealindeki ayet-i kerimenin açıklamasıdır. Burada, müşriklerden maksat hıristiyanlardır. Çünkü onlar hâşâ Allahü teâlâ üçdür dedikleri için müşrik olmuşlardır.

-Büyüklerden istifade iki şekilde olur: Birinci yol, onları kalbinde bulundurmaktır. Onlarla her zaman rabıta halinde olmaktır. [Burada muhabbetin sevginin idaresi bize aittir.] İkincisi onların kalbine girmektir. Bu çok zordur, kalblerine girebilmek için çok ağır imtihanlardan geçirirler. Fakat bir kere kalblerine girdikten sonra gerisi kolaydır. Kalbine giren kimse artık onların kalbine gelen her şeye ortak olur. Hem feyzlere, nurlara, hem de bela ve musibetlere. Bu yola girenin bela ve musibetlere hazır olması lazımdır. Çünkü yolun sahibi yani Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle idi. Resulullah efendimiz, "Hiçbir peygamberin çekmediği sıkıntıyı ben çektim" buyuruyor.

-Müslümanlık nimetlerinin ortadan kalkmasına sebep bunların kıymetinin bilinmemesidir. Elinizden alan Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın adet-i ilahiyesi şöyledir ki, iyi işleri sevdiği kullarına, kötü işleri düşmanlarına yaptırır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen, "Ni'metlerimin kıymetini bilir şükür ederseniz onları arttırırım. Kıymetini bilmez, nankörlük ederseniz, elinizden alır, şiddetli azap ederim" buyuruyor. Her nimet için de böyledir. Şükür etmek, o nimeti izin verildiği ve emredildiği yerde kullanmak demektir. Dil ile elhamdülillah veya çok şükür demek şükür etmek olmaz. Buna "hamd" denir. Hamd dil ile, şükür beden ile yapılır. Göz nimetine şükür etmek için Allahü teâlânın bak dediği yere bakılır, bakma dediği yere bakılmaz. İman nimetine şükür etmek için de, onu Allahü teâlânın diğer kullarına ulaştırmak gerekir.

-Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alameti de onun mâlâyani ile (ne dinine ne de dünyasına faydalı olmayan işlerle) vakit geçirmesidir. Allahü teâlânın bir kulunu sevdiğinin alameti ise, onun fıkıh ilmi ile meşgul olmasıdır.

-Fasıklar Allahü teâlânın sıfatlarına, kâfirler ise Zatına düşmandırlar.

-Bizim dinimizin iki ayağı, iki kolu, iki esası, iki gözü vardır. Biri öğrenmek, diğeri öğretmektir. Ancak, öğrenmeden öğretmek olmaz.

-İslamiyet nerede ise ilim oradadır. İlmin olduğu yerde de islamiyet vardır. İlim ile islamiyet iç içedir. Hıristiyanlıkta ve diğer dinlerde ise iş tersinedir. İlim rütbelerin en üstünüdür. Dünyadaki bütün rütbeler üst üste konsa, ilim bunların da üstünde yer alır.

-Haddini bil, kanaat et, çok konuşma, rahat et.

-Salih müslüman şu dört şeye öncelik vermeli: 1-Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okumalı. 2-Okuduklarını doğru anlamalı. 3-Yaşamalı. 4-Yaymalı.

HAYIRLI CUMALAR


Buzdolabından önceki zamanlarda, çiçekleri ve bazı yiyecekleri korumak için,
dağlardan buz kesilir ve pazar yerlerinde satılırdı. Sıcak bir yaz gününde, bir şeyh,
talebeleriyle şehirde dolaşırken, böyle bir buz satıcısına rastladı. Satıcı:
“Sermayesi eriyip giden şu adama acıyın, merhamet edin..”
diye bağırıyordu. Satıcının bu sözlerini işiten şeyh aniden fenalaşarak bayıldı.
Yanındakiler, kendisini gölgelik bir yere taşıdılar ve saatler sonra
kendisine geldiğinde bayılma sebebini sordular. Şeyh satıcının eriyip giden buzlarında
kendi hayatını görmüştü. Küçük sermayesinin ziyan olmaması için çırpınıp duran satıcı,
milyarla ölçülmeyen ve sonsuz bir hayatta sınırsız bir mutluluğa vesile olabilecek ömür
sermayesinin eriyip gidişine nasıl kayıtsız kalındığını düşündürmüştü ona...

En kolay eriyen sermaye ömür. Akıp giden... Akışı unutulan...
'Sermayesi eriyen adama acıyın' demiş güneş altında buz satan bir
ALLAH dostu onun için... Ömrün nefes nefes eriyişini kastederek...
Sermayesi eriyen adam var mı? Bir kelimecik yazarken,
bir nefeslik ömür azalıyor...

Yaklaşan bir ecel, azalan bir ömür ve artan isyanımızın
habercisi değil midir geçen gün hafta ay yıl?



Dilediğin kadar yaşa; öleceksin,
istediğini sev; nihayet ondan ayrılacaksın,
istediğini yap; nihayet onun hesabını vereceksin.
(Ramuz el-Ehadis 2,31)

Sermayesini hayr yerlerde ve hayr şekilde eriten canlara selam ile;

Hayırlı Cumalar...

zeynep eren

21 Ağustos 2008 Perşembe

Kelam-ı kibar [büyüklerin sözleri]-4

-Namazlarınızı geciktirmeden kılın. Çocuklarınıza yemeden içmeden önce namazlarını vaktinde kılmalarını öğretin, emredin. Doğru kılınan namaz, her kötülüğün ilacıdır.

-Dünyada saadet, ahirette Cennet iki şeyle olur. Biri Allahın bir sevgili dostuna kavuşmak ve onun tarafından kabul edilmek. İkincisi ise dosdoğru kılınan namaz. Bir büyüğü tanıyan zaten namaz kılar. Hem tanımak hem namaz kılmamak olmaz. Böyle tanımak, tanımak değildir. Namazsız ahiret olmaz. Namazsız Allaha kavuşulmaz. Namazsız hayat olmaz, namaz her şeyin başıdır. Çünkü, buyruluyor ki, bir kulun yüce Allaha en yakın olduğu zaman namazdır.

-Namazlar vaktinde kılınmaz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itaat edilmez ise Allah dört musibet verir:

1-Rızıklar daralır.

2-Hastalıklar artar.

3-Emniyet olmaz.

4-Merhamet kalkar.

Eğer Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet eder, namazlarımızı vaktinde kılarsak bunların tersi olur. Herkes birbirini sever. Birbirimizi sevmememiz nefsimizi sevmememize bağlıdır. Nefsini seven, arkadaşını, büyükleri ve Allahü teâlâyı sevemez. Çünkü bir kalpte zıt iki sevgi bir arada bulunmaz.

-Dünyada en mühim, en önemli şey; Ehli sünnet itikadını öğrenmek ve Ehli Sünnet itikadında olmak ve Ehli Sünnet itikadını tatbik etmek. Bundan daha mühimi de Ehli Sünnet itikadını yaymaktır. Bu nimet kimde var ise, afiyet olsun, müjdeler olsun.

-Allahü teâlâ bir kulunu severse onu fakih (yani dinde âlim) yapar, daha da çok severse onu fıkhı yayıcı yapar. Bu hizmetlerde (yani Allahü teâlânın ihsanıyla Onun dinini, Onun kullarına doğru olarak, bozmadan ulaştırırken) ben demek bid'attir. Bida't ehli cehennem köpeklerindendir, bid'at ehline büyüklerin feyz ve ihsanları gelmez. Bid'atlerin başı ben demektir. Bu ben demek ise Allahü teâlâdan, büyüklerden gelen feyz ve bereketi keser.

-Nefsini aradan çekiniz. Kimseyi tenkit etmeyiniz kendinizi beğenmeyiniz
kendinizden iğreniniz, kendinden tiksinmeyen kurtulamaz. Yapmadığınızı söylemeyiniz. Bir gün öleceğiz ve yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.

-Evliyayı kiramın himmeti, yayından çıkan oku, namludan çıkan mermiyi geri
çevirir. Evliyaya muhabbet edene, sevene de böyle kuvvetli himmet gelir.

-Evliyânın vefâtından sonra feyzi, bereketi daha artar. Kınından sıyrılmış kılıç gibidir. Tasarrufu daha tesirli olur.

-Kim, Allahü teâlânın sevdiği bir kulu incitirse, yedi kat gökten düşmüş gibi olur.

-Cenab-ı Hakkın bize verdiği bu nimet çok büyük. Bizi insan olarak yarattı, hayvan değil. Müslüman olarak yarattı, gayrimüslim değil. Ehli Sünnet olarak yarattı, bidat ehli sapık değil. Evliyaları sevdirdi. Bu büyükleri tanımayı nasip etti. Bunlar çok büyük nimetler. Bunları verdi daha ne vermedi ki?

-Dünya, "zıll-i zâildir". Dünya bir görüntüden ibarettir. Aynadaki görüntü gibi. Bu görüntü ahıretin görüntüsüdür. Ahirette ne var, Cennet, Cehennem. Dünyadaki, ibadetler, dine uygun yaşayışlar Cennetin dünyadaki görüntüsüdür. Masiyetler, isyanlar, kötülükler, kötü yerler, karanlık sıkıntılı izbe yerler de Cehennemin görüntüsüdür. Cennetlikler, Cennetlik işleri yaparlar. Cehennemlikler, Cehennemliklerin işlerini yaparlar.

-Nisan yağmuru ne kadar bol da olsa, eğer kaplar ters çevrilmiş ise, tencerenin kapağı kapalı ise kırk sene de rahmet yağsa bir damla bile kaba girmez.

-İnsanların dünyada işlediği suçlardan dolayı Allahü teâlâ iki şekilde cezalandırır, ya cezayı ahirete bırakır, kâfirlerin ki böyle. Ya da dünyada sıkıntı verir. Ahirete bir şey kalmaz. Bunun için sıkıntı Müslüman için bir nimettir. Bunun ahiretteki karşılığı bilinse insanlar sıkıntı gelsin diye dua ederler.

-Gıybet kanser gibidir, girdiği yer iflah olmaz. Gıybet edene sus diyene 100 şehid sevabı verilecek.

-Bir kimsenin cebinde parası varsa, dünyada istediğini alır mı? Alır. Ev alır, elbise alır, her şeyi alır. İhlas da para gibidir. Bir kimsede ihlas varsa onun her şeyi var demektir, onunla her şeye kavuşur, hem dünyada hem ahirette.

-İnsanlar zor zamanlarda, zor ile karşılaştıklarında mudara (insanları idare etme) yapamazlar. Böyle zamanlarda herkes içindekini ve gerçek yüzünü dışa vurur. Yani, bencil bencilliğini, fedakâr fedakârlığını, hain hainliğini gösterir. Bu zor zamanlar bir imtihandır. Ve dünyada hiçbir imtihanda, girenlerin hepsi kazanmamıştır. Bazıları imtihandan başarılı çıkar,
bazıları ise imtihanda kalır.

-İbadetler insanın vazifesidir. Güzel ahlak ise meziyetidir.

-Tevekkülü azalanın imanı zayıflamış demektir. Tevekkülünü kaybedenin ise imanı kalmamış demektir. Tevekkül, her türlü sebebe (o işin, dinen, ilmen ve örfen sebeplerine) yapışarak gayret göstermek, sonucu Allahü teâlâdan beklemek ve sonucun mutlaka hayırlı olduğuna inanmaktır (yani neticeye ihlasla teslim olmaktır).

-Bir müslümana ye'se (ümitsizliğe) kapılmak yakışmaz. Çünkü, herkesin yardımcısı, hamisi olduğu gibi, müslümanın hamisi de cenab-ı Allahtır.

- Mal ve mülke olma mağrûr, deme var mı ben gibi! Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi.

- Her ne varsa güzel, Allah sevgisinden başka, Hepsi câna zehirdir, şeker dahi olsa!

- Her kabdan, içinde olan, dışarı sızar!

- Hüküm neticeye göre verilir.

- Şer bir sel gibi çabuk yayılır.

- Herkesten duâ almaya bakın. İnsan duâ alarak Allaha yakın olur.

- Şehit ölmek için duâ etmelidir.

- Edep, kendini kusurlu bilmektir.

- Çok ibâdet yapsan da tevbe et!

- Her gününü “son gün”ün bil!

- İyilik edersen, hep iyilik görürsün.

- Müminin yüzüne bakmak ibâdettir.

- Güler yüzlü olmak, imân alâmetidir.

- Ahirette her işinden suâl edilecektir.

- Tevazu göstereni Hak teâlâ yükseltir

- Hizmet; vermekle olur, almakla değil.

- Her sıkıntıya sebep, günah işlemektir.

- Benim dediğim doğru demek, kibirdir.

- Müslümanın gönlü kırık olmalıdır.

- Sen kulları seversen Allah da seni sever.

- İmânsız ölmekten korkmayan imânsız ölür.

- Ahirette faydası olamayan şey dünyalıktır.

- Mümine sert bakmak da kul hakkına girer.

- İki zinet insanı süsler: Tevazu, haya ve edep.

- Mal sahibi olmak âhiret niyetiyle olursa iyidir.

- İhsana kavuşma sebebi anne baba duâsıdır.

- Bir anne çocuğunu namaza kaldırmıyorsa, onu eliyle Cehenneme atıyor demektir.

- Allahın bir kulunu sevmediğinin alâmeti, onun faydasız işlerle uğraşmasıdır.

- Namaz vakti geçerken, kılmadığı için üzülmeyenin imânı gider.

- İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükredemez.

- Mümin elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyendir.

- Gıybet, su-izan ve kalb kırmak da kul hakkıdır.

- En büyük günah, günahı bilmemektir. Ondan büyük günah, günahı ibadet olarak yapmaktır.

- Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okumak günah işlemeye mani olur. Aklı fikri, kalbi iyi şeylerle meşgul ettiğinden günah işleyecek ortam olmaz.

- Teberri etmedikçe tevelli olmaz. Yani insan önce buğz-ı fillah eder sonra Cenab-ı Hakkın sevgisi kalbe yerleşir. Yani, önce ne kadar Allahın düşmanlarına düşman olursa, o kadar cenab-ı Hakkın sevgisi kalbe girer.

- Başarılı olmak ve ahirette de bu başarısının faydasını görmek isteyen iki şey yapsın; Sabretsin, İhlaslı olsun.

- Peygamberlerden başka herkesin nefsi vardır ve günah işler. Allahü teâlâ sevdiği kullarının günahlarının cezasını ahirete bırakmamak için dünyada üç sıkıntı verir. Çünkü günah suçtur. Karşılığı cezadır. 1-Hastalık verir. Sabrederse affeder. Sebeplere yapışmak ve geleni Allahdan bilmek lazımdır. Ve ne maksatla geldiğini bilerek şükretmektir. 2-Günahların affının ikinci yolu maddi sıkıntıdır, borçlu olmaktır. Borçlarını ödemek için çekilen sıkıntılardır. Bu da günahların affına sebeptir. 3- İnsanların yalan, dedikodu ve iftiralarıyla haksız olarak iftiraya uğramaktır.

- Kur’an-ı kerimi severek, ağlayarak okumalıdır. Cenab-ı Hak bizleri, bizim gibi günahkârları, kendine muhatap kılıyor. Bizimle konuşuyor. Bu ne büyük bir rütbedir.

- Dünya iş yeridir. Ahiret ücret yeridir.

- Zikir, fikir insanlara hizmet etme durum ve imkanı yok ise yapılır. İnsanlar hizmet beklerken zikir ve fikirle uğraşılmaz.

- Dünyaya ne kadar değer vermezsen dünya hakkında her söylediğin o kadar değerli olur.

- Bir halifesine bir mübarek zat vazife vermiş.Yola uğurlarken ''Gittiğin yerde Allahlık ve Peygamberlik davasında bulunma' 'buyurmuş. Talebesi estagfirullah deyince, ''Her dediğim olsun dersen Allahlık davasıdır. Sadece Allahın her dediği olur. Bana uymayan kötüdür, bozuktur dersen bu da peygamberlik davasıdır'' buyurmuş.

-''Hastalıkta şifa vardır.'' Ayaklarınız rahatsızlansa bile. Bu vücuda rahatsızlık veren her şey insanın acizliğini anlamasına, Cenabı Hakka dönmesine sebep olur. Bu sebeple kalb için şifadır.

- Başarının sırrı, günahlardan sakınarak sabretmek, insanlara güler yüz göstererek iyilik etmek. Yani tatlı dil ve güzel siyaset, herkesi memnun etmektir.

-Kıtmir bir köpekti. Eshab-ı kehfin köpeği idi. İstisna olarak Cennete gitti. Siz kim olduğunuza değil, kimlerle olduğunuza bakın.

- Dini yaymakta sabırlı ol; cömert ol; yumuşak ol; affedici ol. Dine hizmet etmekte üç esas var: İtaat, ihlas, sevgi. Eshab-ı kiramın başarısının sebebi, birbirlerini sevmeleridir.

- Kendinize, Allah rızası için, insan ancak bu kadar iyi olabilir, dedirtin. Herkese yumuşak söyleyin, yumuşaklıkla muamele edin, az konuşun, incitmeyin. Merhametli ve affedici olun.

- Düşmanınıza iyilik edin, hediye verin. Rahat edersiniz. Kırıldığınız müslümana iyilik edin, sevmediğinize ihsan, sıkıldığınız insana güler yüz gösterin. Dinimizde buna fütüvvet denir.

- Fütüvvet [mertlik], seni sevmeyene ihsanda bulunmak ve sevmediğin ile de tatlı konuşmaktır. Herkesin utanacak şeylerini örtün ve kötülükleri affedin.

- Doğru olun, doğru konuşun, arkadaşlarınızın hatalarına tahammül edin, herkese iyilik edin, komşuya eziyet etmeyip ondan gelecek sıkıntıya katlanın. Buna mürüvvet denir. Mürüvvet, insanlık, iyilik yapmak arzusudur

- İki şeyi unutma: Allahın seni her yerde gördüğünü ve ölümü hiç unutma. İki şeyi de unut: Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri unut. İyinin de kötü huyu bulunabilir. Bunun kötü huyunu değil, iyi huylarını örnek almalıdır! Çünkü Peygamber efendimiz (Bir müminin iyiliğini unutup, kötülüğünü hatırlayanı Allah sevmez) buyuruyor.

- Dünyada Cehenneme götürücü tuzaklar var. Bu tuzaklara yakalanmamalıdır. Kur'an-ı kerimde, bu tuzaklar şöyle bildiriliyor: (Dünya hayatı, lab, lehv, zinet, tefahur ve malı, parayı, evladı çoğaltmaktır) [Hadid 20] [Lab oyun, lehv eğlence, zinet süslenmek, tefahur öğünmek demektir.] Bunların bir tanesine yakalananın gönlü ölür.

- Yardıma, hizmete giden, kendi aklına, konuşmasına, gücüne, gayretine güvenirse, Allahü teâlâ onun işini kendine bırakır, rezil olur, zelil olur. Rıza-i ilahi için çıkıp, benim elimde bir şey yok diyerek, bütün gayretiyle yola çıkarsa, netice ne olursa olsun, hayırlıdır. Allahı unutarak yapılan hizmet, hezimet olur.

- Kalbi en fazla nurlandıran şey; kızdığınız kimseye duâ etmektir.

- En mutlu insan, [Allahın, Resulünün ve ülulemrin sözüne] peki diyendir.

- İnsanı hayvandan ayıran edeptir.

- Omuzunuzda iki müfettiş var, devamlı teftiş halindedir. Şu hâlde, az konuşun, ağzınızdan çıkan sözün size hayır ve şer yazıldığını unutmayın.

- Ağızdan çıkan söz muallakta kalmaz, ya sağ tarafa yazılır ya da sol tarafa.

- Bir söz söylerken, hem kendinizin, hem karşınızdakinin ahiretini düşünerek konuşun.

- İhlassız amel, mühürsüz para gibidir.

- Ağız haram yemez, dil de yalan söylemezse, edilen duâ kabul olur. Haram yiyenin 40 gün duâsı kabul olmaz. Tıbben de kan değişimi 40 günde tamamlanır. Ne çekiyorsak dilimizden çekiyoruz.

- Güzel ahlâk, kimseye yük olmamak, fakat herkesin yükünü çekmektir.

- Kendini beğenmeyip haramlardan sakınanın kabına, rahmet dolmaya başlar, ihlası artar, istifade etmeye başlar. İşte bu istifadenin hasıl olup olmadığı, kimseye yük olmayıp, herkesin yükünü çekmeye başlaması ile anlaşılır.

- Herkeste şef olmak arzusu vardır. Bu insanın tabiatında vardır. Bu hâl yalnız yüzü ahirete dönük olanlarda olmaz.

- Çocuklarınıza namazın önemini anlatın ve mutlaka namaz kıldırın. Namaz kılmasına mani her şeyin, felaketine sebep olacağını bilmeli ve bildirmelisiniz. Çocuğun istikbalini garantiye almak, iyi bir müslüman olması ile mümkündür. Diploma ile istikbal garantiye alınmış olmaz. Hatta felaketine sebep olabilir. İyi bir müslüman olduktan sonra diploma işe yarar.

- Midenin tok olması feyze manidir. Büyükler, çok yemek yemeyin diyor.

- Ana-babaya hizmet, Allahü teâlânın emrine, ilim öğrenmeye mani oluyorsa, sevab değil, günah olur.

- İnsanın ilmi arttıkça, Allaha sevgisi arttıkça, nefsinden soğumaya, nefret etmeye başlar. Bu hâle kavuşmak, Allahın lutuf ve ihsanıdır. O kulunu sevdiğinin alametidir.

- İstifade hasıl olması için, verenin olgun, alanın uygun olması gerekir. Uygun olmak haram işlememek, kalb kırmamak, kendini beğenmemek ve gadaplanmamakla hasıl olur.

- Hasta olan, ilaç kutularını raflara dizse, ilaçları kullanmadığı müddetçe ne faydası olur? Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını rafa dizip okumayan veya okuduğu hâlde amel etmeyen nasıl adam olur ki?

- Dine hizmet etmek isteyenin, siyaset ilmini yani insanların halini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Yahut bunları bilen basiret sahibi bir kimse ile istişare etmelidir. Dine hizmet edecek kimsede şu üç vasfın bulunması gerekir. Bunlardan biri noksan olursa, hizmette başarı azalır. Hiç biri olmazsa fıtne çıkar. Bu üç vasıf: Tatlı dil, güleryüz, cömertlik ve ihlas.

- Güleryüzlü olmayanın, insanların itimadını, sevgisini kazanması zordur. Cömert olmayan, vermekten hoşlanmayan, insanların sevgisini kazanamaz. İhlaslı olmayanın, yani sırf Allah rızasını gözetmeyenin, yaptığı hizmetlerde insanlardan takdir veya maddi bir karşılık bekleyenin ihlası zedelenir. Allahü teâlâ da ihlassız kimseyi muvaffak kılmaz.

- Bir kişi, bir arkadaşın yanına, herhangi bir iş için, rahat gidemiyorsa, çekinerek gidiyorsa, son nefesinden korkulur.

- Nefse tabi olmak, kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak sıkıntı verir. Çok engeller var. En büyük engel, akla, nefse tabi olmaktır.

- Yanlış vasıtaya binen istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Mesela Parise giden uçağa binen, Kâbeye varamaz. Ehli sünnet vel cemaat, kurtuluş ve saadetin tek vasıtasıdır.

- Muteber olan sondur. Son nefeste "Allah!" diyeceği yerde, "Aman kurtar beni doktor!" diyen tehlikededir. Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Hep abdestli duran, son nefeste Allah diyerek ölür.

- Asıl marifet, çok para kazanmak değil, çok sevab kazanmaktır.

- Resulullah efendimiz; (Beni Rabbim terbiye etti) buyuruyor. O hiçbir mümine sert bakmamıştır. Herhangi bir şey istendiği zaman, yok dememiş, varsa vermiş, yoksa susmuştur.

- Ölüme hazırlanırsa, huyu güzel olur. En büyük müjde, mümine ölümü hatırlatmaktır. Müminin ölümü, büyük saadettir.

- Ölümü hatırlamak, ömrü uzatır, çok yaşama arzusu ömrü kısaltır. Böyle biri, üç şeye hasret gider. Topladığına doymaz, umduğuna kavuşamaz. Ahiret yolculuğu için yeterli hazırlık yapamaz.

- Hiç bir zaman, hiç bir şekilde, halinizden şikayetçi olmayın. Her zaman şükredici olun. Beterin beteri vardır.

- Mıknatıs demiri nasıl kendine çekiyorsa, haramlar Cehenneme, ibâdetler Cennete çeker.

- Mertlik demek, herkes ile iyi geçinmektir.

- Dertlerinizi kullara değil, Allahü teâlâya arz edin. Dert ve belânın tamamının kendi kusur ve kabahatlerimizden dolayı olduğunu unutmayalım.

- Yumuşak ve mülayim olan kazanır.

- İtikadı düzeltmeden önce ibâdet etmenin faydası olmaz. Doğru itikad, ehli sünnet itikadıdır. Doğru itikad (1) rakamı gibidir. Diğer şeyler yanına konan sıfır rakamı gibidir. (1) varsa, yanına bir sıfır konunca (10) olur, iki sıfır konunca (100) olur. Yani yanına ne kadar sıfır koyarsan değeri artar. (1)’i çekersen hepsi (0) olur. Doğru itikad da bunun gibidir. İtikad doğru olunca diğer şeyleri arttırmak, insanın gayretine, ihlasına, ilmine bağlıdır. İstediği kadar arttırır. Ancak, doğru itikadı, yani ehli sünnet itikadı yoksa diğer yaptıklarının faydası olmaz, hesaba katılmaz. Yukarıdaki örnekteki (1)’i çekmek gibi olur, kalanların değeri sıfırdır.

- Büyüklerin isimleri yazılı olan levhalara bakılınca o zatlar hatırlanırlar, hatırlanınca ruhları biiznillah hazır olur, hazır olunca feyz gelir.

- Akıl ahireti, göz dünyayı görür.

- Helal parayla beslenen kimseye ibâdetler kolay gelir.

- İsyanı [günahı] çok olanın, nisyanı [unutkanlığı] çok olur.

- Herkese iyilik yapamayız; fakat, hiç kimseye kötülük yapmaya hakkımız yoktur.

- Müslüman demek, (hasreti çekilen insan) demektir. Bir kimsenin hasreti çekilmiyorsa, son nefeste imanı tehlikededir.

- Söz, etkisiz ise, ya dinleyenin kalbi kararmıştır veya söyleyen, söylediğini yaşamıyordur.

- Tasavvuf, zamanı en iyi kullanmaktır. Sabır, susmaktır.

- İhlas ile ibâdet etmeyen, Belam-ı Baura gibi mürted olarak ölür.

- Allahın veya insanların sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de insanlara öyle davran.

- Mümin kardeşinizin duâsını almaya çalışın. Kurtuluşun onun duâsında olabileceğini unutmayın.

- Cüzzamlının yanında 7 sene kalana, cüzzamın geçmeme ihtimali vardır. Fakat bir binada bulunan kötü bir insan, başka bir odada da olsa, ondaki kötü huyların geçmeme ihtimali yoktur. Kötülük çabuk yayılır, çünkü nefsimiz kötülüğe meyyaldir. Bir sepet üzümdeki çürük bir tane, bütün sepeti çürütür. Fakat sağlam üzümler o çürüğü kurtaramazlar.

- Başarının sırrı, güler yüz, tatlı dil ve güzel siyasettir. Güzel siyaset, herkesin memnun olması demektir. Sevgi yakınlık ister, kaçan mahrum kalır, gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Kendisini seveni, başkası sevmez.

- Allahü teâlâ sevdiğine iki nimet verir. Ona sevdiği bir zatı tanıtır ve bir de hayırlı iş nasip eder. Daha çok severse çeşitli belâ verir.

- Küfrü, kâfirleri sevmemek ve ibâdetlerin kolay gelmesi iman alametidir.

- Emr-i maruf yapan, sevimli ve cömert olur, hiçbir menfaat beklemez.

- Halkın kıymet verdiğine kıymet veren, kıymetsiz, Hakkın kıymet verdiğine kıymet veren azizdir. Hakkın aziz ettiğini, kimse zelil edemez.

- İnsan genç iken şehvetin, yaşlanınca şöhretin esiri olur.

- Nereye bağlısın diyene İmam-ı a'zama demeli veya bağlı olduğu mezhebi söylemelidir! Hiçbir yere bağlı değilim dememelidir.

- Aklını bırak kurtul, tâbi ol saadet bul.

- Alçak gönüllü olan kurtulur, kibirli olan yanar.

- Kim kime, neye güvenirse, yardımı ondan beklesin.

- Kim neye benim demişse o şey ona düşman olmuştur.

- Cömert veren değil, verdiğine sevinendir.

- İnsanlar cehennem derdini bilselerdi, dünyada dert diye bir şey tanımazlardı.

- Kovandan çıkmayan arı bal yapmaz.

- Para iş görmek için yaratılmıştır, sevmek ve biriktirmek için değil.

- Kendini hak ile meşgul etmezsen, batıl seni işgal eder.

- Hukuku olanları, tanıdıklarını ziyaret etmemek kibir, fakirleri ziyaret, tevazu alametidir.

- Yanına başkasının oturmamasını istemek, hastalarla birlikte oturmamak, doğru sözü kabul etmeyip, münakaşa etmek, kusurunu bildirenlere teşekkür etmemek ve fakirin değil, zenginin davetine gitmek kibir alametidir. Kibirli olan, salih insan olamaz.

- Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Büyüklenerek ben demek Allahü teâlâ ve evliyadan feyz ve bereketi keser. Kusuru başkasında arayan, sevimsizleşir, etrafında insan kalmaz, dost edinemez. Herkesi haklı, kendisini haksız bulmadıkça, kendi kusur ve noksanlarını bırakıp, başkasının kusuru ile meşgul oldukça, manevî bakımdan zerre kadar ilerlemek mümkün değildir.

- Nefsini aradan çeken, herkesle iyi geçinir, huzurlu olur. Nefsini aradan çek, kimseyi tenkit etme, kendini beğenme, kendinden iğren. Kendinden tiksinmeyen kurtulamaz.

- Âmir öyle olmalı ki, maiyetindeki herkes (Âmir beni herkesten daha çok seviyor) diyebilmeli.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Kelam-ı kibar [büyüklerin sözleri]-3

-Çocuklarınıza çok ihtimâm gösterin. Kur’anı kerim okumalarına, ehli sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini öğrenmelerine, Büyükleri tanımalarına ve sevmelerine çok ehemmiyet verin.

-Allahü teâlâ bir kulunu severse, ona iki şey verir. Birincisi; sevdiği bir kulunu ona tanıştırır. Eshab-ı Kirama Peygamber efendimizi tanıttığı gibi. İkincisi; ona hayırlı bir iş verir. En hayırlı iş Peygamber efendimizin yaptığı iştir.

-Dünyada iken, Allahü teâlânın dinine hizmet edenler, Allahü teâlânın kullarının müşküllerini halledenler, mahşerde, tahtlar üzerinde, kürsülerde, gölgelerde oturacaklar. Allahü teâlâ onlarla konuşacak. Onlar için ne hesap var ne azap var.

-En zor iş islamiyete hizmet etmektir. Çünkü Allahü teâlâ en zor işi en güvendiğine ençok sevdiğine vermiştir. Peygamberlere ve vârislerine vermiştir.

-Başarının sırrı, birlik-beraberlik, dürüstlük, iyi hedef seçmektir.

-Yanan bir evden birini kurtarmak çok büyük sevap olduğu halde cehennem
ateşinden kurtarmak yanında hiç kalır. Bir kişi daha yanmaktan kurtulsun diye uğraşmalıyız.
Hiç kimse yanmasın düşüncesinde olmalıyız.

-Müslümanlık dünya ve ahiret saadetidir. Allahü teâlânın en sevdiği şey imandan sonra kullarına hizmet etmektir.

-Farzları ve haramları öğrenmek farzdır. Öğrenmeyen günaha gider. Bilmemek özür değildir, bilmemek suçtur. Öğrenmeğe ehemmiyet vermezse küfür olur. Demek ki bilmemek ya haramdır ya küfürdür.

-Allahü teâlâ beraat gecesinde afv-ı mağfiret vâdediyor. Cenab-ı Hakk vâdinden dönmez.

-Dünya zevklerine düşkün olmak nefsi beslemektir. Halbuki nefse düşmanlıkla emr olunduk. Çünkü nefs Allahü teâlânın düşmanıdır. Bize; nefsinizi besleyin diye bir emr yok, kalbinizi kuvvetlendirin diye emr var. Nefse düşmanlık; riyazet ve mücahede ile olur. Riyazet; nefsin arzularını yapmamak, mücahede ise nefsin istemediği şeyleri yapmaktır.

-Nefs daima şer, yani haram ister. O halde nefslerine uyanlar cehennem yolunu seçmektedirler. Haram işleyenler nefsinin esiri olmuşlardır. Bilmemesi özür olmaz. Cürüm olur. Çünkü, öğrenmek ile emrolunduk.

-Nefsine uyan haram işler, haram işleyen alışır, alışınca zevk alır, ehemmiyet vermez olur. Harama ehemmiyet vermeyince kâfir olur. Haramlara dalınca küfre ulaştırır.

-Sagâire, küçük günahlara dalan büyük günah dalar. Büyük günaha dalan küfre dalar.

-İman nimetine şükretmemiz lazım. Onun için abdest almaya başlarken “elhamdülillahi alâ dînil islâm ve alâ tevfîkil îmân ve alâ hidâyetirrahman” okumamız lazım. İmanının sağlamlaşmasını isteyen bu iman duasını okusun. Çünkü Allahü teâlâ; şükrederseniz arttırırım buyuruyor. İman artmaz, kuvvetlenir. Diğer nimetlerine şükredersek artar, imana şükredersek sağlamlaşır, kuvvetlenir.

-İslamiyetin her meselesi nimettir. Emrleri yapmakla şükredeceğiz, nehyleride; terk etmekle şükredeceğiz.

-Allahü teâlâ sıkıntılı halde yapılan duayı kabûl eder. Hastalık sıkıntı olduğu için, hastanın duası red olmaz. Her sıkıntı aynı şekildedir.

-Hastalığa, sıkıntıya üzülünmez. Ancak hizmetlerine, namazına mani olursa o zaman üzülünür. Bununla beraber, hastalık ve sıkıntıları istememelidir, hasta olmamak için sebeplere yapışılır, buna rağmen gelirse sabredilir.

-“Allahümmağfirli velivâlideyye, veli üstaziyye, velil mü’minine vel mü’minat, vel müslimîne vel müslimât, el ahyâ-i minhüm vel emvat. Birahmetike yâ erhamerrahîmîn” Bu istiğfar, günahların affedilmesine sebep olur. Günahı olmayanlar içinse; ileride günah işlemekten korunması içindir. Günah işlemeyecek hale gelmek içindir.

-Allahü teâlâ dünyada müslümanlara da, kâfirlere de rızık veriyor, rahatlık, huzur veriyor. Kâfirle müslümanı dünyada ayırt etmiyor. Müslümanlar Allahü teâlânın dostudur. Kâfirler düşmanıdır. Dünyada dostla düşman ayrılığı yok fakat ahiret öyle değil. Ahirette dostla düşman ayrılacak. Müslümanlara nimetler var, kâfirlere azâp var.

-Dünyadan sakınınız demek, haramlardan, yasaklardan sakınınız demektir.

-Her uzvun, kalbin ve nefsin lezzet aldığı şeyler başkadır. Nefs haram işlemekten zevk alır. Çünkü gıdası haramlardır.

-Kalbinden Muhammed aleyhisselama inanan kimseye müslüman denir. Müslümanın bütün işleri Muhammed aleyhisselamın şeriatine uygun olmalıdır. Muhammed aleyhisselamın şeriatine uyan, dünyayı ve haramları sevmez olur. Kalbinde haram işlemek arzusu kalmayınca, kalbine Allah sevgisi dolar. İçindeki su boşalan şişeye, hemen havanın dolması gibi olur. Böyle bir kalbde bilmediğimiz his uzuvları hasıl olur. Dünyanın her tarafını ve kabir hayatını görür. Heryerdeki sesi işitir.

-Allahın dinini, Allahın kullarının ayaklarına kadar götürmek ne büyük zevktir.

-İki padişaha koca memleket dar gelir, on tane dervişe bir posteki rahat gelir.

-Kalbleri temizlemenin ilacı, Allahın dostlarının kelâmıdır. Onların yazılarını okuyunca kalpler temizlenir.

-Harâm giren, haram çıkan ağızdan yapılan duayı Allahü teâlâ kabul etmez.

-Hadis-i kudside buyuruluyorki; (Bir kulum farzları yapar, haram işlemez, sünnetleri terk etmez, geceleri teheccüd namazı da kılarsa, ben bu kulumu severim. Ben bir kulumu seversem, o benimle görür, benimle işitir, benimle gider. İşte ben onun her duasını kabul ederim.) Duanın kabul olması için ağıza da mideye de dikkat etmek lazım. Vesile ile dua etmek lazım.

-Ehli sünnete hizmet kime nasip olursa haline gece gündüz şükretsin, rabbine hamd etsin. Küfre karşı emr-i mâruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emri maruf yapılmazsa azabı ilahi gelir.

-Müslümanlar Allahü teâlâya tevekkül eder. Tevekkül çalışmadan yatıp beklemek değildir. Tevekkül, çalışıp sebebine yapışıp, o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir. Çalışmadan bana ver yarabbi denmez. Namaz kılmadan, yarabbi günahlarımı af et demeye benzer. Namaz kılmayanın duası kabul olmaz.

-Allahü teâlâ sebebe yapışmayı emrediyor. Sebebe yapışanları sever. Peygamber Efendimiz, helekel müsevvifün buyuruyor. Sebebe yapışılmazsa, çalışılmazsa helâk olunur. Vesile aramak lâzımdır. Allahü teâlâ sebebe yapışanlara ihsân eder. Men dakka bâbel kerimin feteha; kerîmin kapısı çalınırsa, açılır.

-Namaz kılmak, huzûr-u ilâhiye çıkmak demektir. Allahü teâlânın huzurunda olduğumuzu bilerek okumalıyız. Namazı ne olduğunu bilerek kılmalıyız.

-Cuma günleri mevtaların ruhları, tanıdıklarına evlatlarına gelirler, bir hediye beklerler, bir yâsin-i şerif okusa da sevabını bana hediye etse diye beklerlermiş.

-Hazreti Ali efendimiz ne buyuruyor; Bir kimse bana bir kelime öğretirse, onun kölesi olurum buyuruyor. Analarımız, babalarımız bir değil, kaç kelime öğrettiler. İlk mürşîdimiz analarımız, babalarımızdır. Ninni söylerken, analarımızdan Allah demeyi öğrendik, masal anlatılırken Peygamber Efendimizden anlatırlardı. Temeli kalbimize anamız, babamız yerleştirdi. Onun için onların kulu kölesi oluruz. Anamızın, babamızın, hocamızın, üzerimizde hakkı olanların kulu kölesiyiz. Dünyada, kim kimi severse, ahirette onun yanında haşrolacak. İhlas ile yapılan dua kabul olur. İnsan dînini kimden öğrenirse onu çok sever.

-İslamiyetin en büyük düşmanı cehâletdir.

-İlm öğrenmek farzdır. Farzları, haramları öğrenmek farzdır, vâcibleri öğrenmek vâcib, sünnetleri öğrenmek sünnettir. Öğreneceğiz ve kaçınacağız. Talebül ilmi farîzatün alâ külli müslimen ve müslimetün. Erkek olsun kadın olsun, müslümanların ilim öğrenmesi farzdır buyuruyor Peygamber Efendimiz. Beşikten mezara kadar ilim öğreneceğiz.

-Mü’minin her şeyi şifâdır, sözleri de şifâdır, rû'yetleri de şifadır.

-Kalbin gıdâsı mârifettir. Görmek şart değil, sevmek şarttır. Hayâtımız hayâl oluyor. Bu hayale gönül bağlayanlara yazıklar olsun.

-Huzûru ilâhide toplanmak çok büyük nimettir. Huzuru ilâhi namazdır. Allahü teâlâ, namazdan sonra “İste kulum vereyim” diyor. Bu saat-i icâbedir. Hele Cuma günü öyle bir saat vardır ki, o anda yapılan dua red olmaz. Alimler, Cuma günü (saat-i icabe) ikindi namazı vaktidir buyurmuşlar.

-Laf ile müslümanlık olmaz. Allahü teâlânın emr ve yasaklarına ehemmiyet vermeyenin imanı gider. Ehemmiyet vermemek demek, işlediği günaha üzülmemek demektir.

-Allahü teâlânın ve peygamber efendimizin emr ve yasakları iki türlüdür. Birisi; sârâhat-ı nass ile sabittir, açıkca bildirilmiştir. Bunları kabul etmeyen kâfir olur. Namaz kılmamak üç türlüdür. Birincisi farz olduğunu bilmiyordur, ikincisi tembellikle kılmıyordur, üçüncüsü de ehemmiyet vermiyordur. Ehemmiyet vermeyen kâfir olur. Kadınların, kızların sokağa açık çıkmaları sârâhat-ı nass ile haramdır. Yani açıkca bildirilmiştir. Sârâhât-ı nass demek; ayet-i kerime veya hadis-i şeriflerle açıkça bildirilen hüküm demektir.

-Cahil olmayın, cahil kalmayın, bunda ısrar etmeyin. Dünyanızı ahiretinizi ilimle mamur edin. Dininizi, nakli esas alan ehli sünnet alimlerinin kitaplarından öğrenin. Cahillikten çok sakının, cahillik cehenneme götürür.

-Kıyamet günü hesap evvela imandan, sonra namazdandır.

-Allahü teâlânın dostları, Allahü teâlânın yaptığı her şeyden zevk alırlar, sıkıntı, elem ve dertlerden nefs zevk almadığı için, daha çok hoşlanırlar.

-İman nimetinin şükrünü ifa etmek için, hubb-u fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizin kalbini kırmaktan titreyeceğiz. Zaten mü’minin kalbini kırmak haramdır.

-En çok dikkat edeceğimiz şey, birbirimizin kusurlarını af edeceğiz, sabredeceğiz. Sabredenin gideceği yer cennetdir.

-Namazını kılan, tesettür eden hanım, cennet nimetidir.

-Fasıklar dedikodu yaparlar, salihler dua ederler.

-Cenab-ı Hak hakimdir, her yaptığında hikmet vardır.

-Saadete kavuşan insan kızmaz, sevinir.

-Mü’minin alameti güleryüzdür. Münafığın alameti çatık kaşlı olmaktır. Allahü teâlâ ihsan ettiği nimeti göstermemizi sever. Müslüman olmak nimetini nasıl göstereceğiz; güler yüzümüzle, tatlı dilimizle, merhametimizle, şefkatimizle.

-Size gelen nimete vesile olan kimseye teşekkür etmedikçe, o nimet için yapacağınız şükrü Allahü teâlâ kabul etmez.

-İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir, imanın esas şartı hubbu fillah buğdu fillahdır.

-Dünyada kim, kimi severse ahiretde onun yanında haşrolur.

-Ehli sünnet yolunda olanları, Allahın dinine hizmet edenleri sevmek hubbu fillahtır. Kâfirleri, Allahü teâlânın düşmanlarını, 72 fırkada olanları sevmemek buğdu fillahdır. Bu, sevmek ve sevmemektir. Dövüşmek ve münakaşa etmek değildir. Hem dostla, hem düşmanla, münakaşa dahi etmeyeceğiz.

-En büyük günah kalp kırmaktır. Kâfirin dahi kalbini kırmayacağız.

-Fakirlik, hâline şükredip kimseye şikâyet etmeyerek ihtiyacını gizlemektir.

-Meşhur olmak sevdası ile yanıp tutuşana, doğruluk nasip olmaz.

-Üç şey kalbi öldürür: Çok konuşmak, çok uyumak ve çok yemek.

-Namaz kılmak, yalnız Allahü teâlâdan korkan müminlere, kolay gelir.

-Vücudun rahatı az yemekte; rûhun rahatı az günahtadır.

-Gözü harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten korumalıdır!

-Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar.

-Gençliğin kıymetini ihtiyarlar, huzûrun kıymetini huzûrsuzlar, sıhhatin kıymetini hastalar, hayatın kıymetini ölüler bilir.

-Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: 1-İdârecilere, sertlik, 2-Âlimlere, mal sevdası, 3-Zenginlere ise cimrilik.

-İşlediğiniz günâhları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyiniz!

-Nefsin aldanmasına, dünyanın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın tadını alamaz.
Öyle bir kimseyle arkadaşlık edin ki; onda dünya malı hırsı bulunmasın.

-Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylar ile doldurmak demektir.

-İnsanların sıkıntılarına katlanmak, Allahü teâlânın beğendiği, Resûlullahın sevdiği ve evliyânın özendiği bir ahlâktır.

-Ölmek felâket değildir. Asıl felâket, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir.

-Adalet, halkın dirliği ve düzeni; idarecilerin ise, süsü ve güzelliğidir.

-Dört şey ibâdettendir: Abdestsiz durmamak, çok secde etmek, gönlü mescidlere bağlı olmak ve Kur’ân-ı kerîmi çok okumak.

-Temiz ve helâl ye de, ister sabaha kadar ibâdet et, ister uyu!

-Hakîki sevgi, iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde de eksilmeyendir.

-İki şeyi ararsınız ama, bulamazsınız. Bunlar, neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennette olur.

-İyi komşuluk, yalnız komşuya eziyet etmemek değil, komşunun eziyetlerine de katlanmak demektir.

-Yılan candan eder, kötü arkadaş hem candan hem imandan eder.

-Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız.

-Malı olanın aç sabahlaması, olmayanın tok sabahlamasından evladır.

-Mümin güneş gibidir. Sararıp, solarak batar ama doğduğunda (ahirette) göz kamaştırır.

-Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun.

-Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz.

-Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhi hudûdu muhâfazadır, gözetmektir.

-Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmiş olmaz.

-İstediklerini vermediğiniz zaman kızan ve küsen hakiki dost değildir.

-Hep gülmek iyi değil. Gün tevbe ve istiğfar zamanıdır. Yarına çıkacağımız belli değil. Mümin müminin kıymetini bilmez ise Allahü teâlânın kıymetini hiç bilmez.

-İyi sebebe yapışan iyi netice alır. Çalışırken netice alamazsanız, kabahati kendinizde arayın.

-Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz. Kendinize güvenmeyin. Allahü teâlâya
güvenin. Size düşen görev budur. Sabah kuş gibi... Yuvasından çıkıyor, tevekkül ediyor, akşama tok dönüyor.

-Hep kendinizi kusurlu, hatalı kabul edin. Mertlik suçu kendinde bilmektir. Peygamberimiz vâdediyor: "Haklı olduğu halde, haksızım, ben hatalıyım diyene Cenneti vâdediyorum, söz veriyorum" buyuruyor.

-Fizikte bir kaide vardır. Artı artıyı iter, eksi eksiyi iter. Zıt kutuplar birbirini çeker. İki tarafta ben haklıyım derse netice de kavga çıkar geçim olmaz. Yani karı kocadan birisi fani olursa geçim olur. İkisi de diri ise geçim olmaz. Peki, ikisi de fani ise ne olur? İkisi de fani ise o evde ilahi aşk başlar.

-Evliyanın korkusu kalb kırmaktır. Hiç ölünün diri ile kavga ettiğini gördünüz mü?

-Abdülhalık Goncdüvani hazretlerine bir genci meth etmişler. O da merak edip ziyaretine gitmiş. Biraz sohbet ettiklerinde genç demiş ki, "Rabbimin rızası cehenneme girmemde ise girerim." Abdülhalik Goncdüvani hazretleri buyurmuş ki, "Senin işin bitmiş! Zira hep mimli, yâni "ben"li konuşuyorsun. Mimli konuşmak ise nefistendir." Allah muhafaza eylesin.

-Başarı nedir? Manisi Nedir? Başarı, öldükten sonra ahirette işe yarar şeydir. Ahirette işe yaramıyorsa, o başarı değildir. Manisi insanın kendisidir. İmamı EbuYusuf
hazretlerinin mühür olarak kullandığı yüzüğünde "men amile bi re'yihi nedime" yani,
kendi aklı ile hareket eden pişman olur, yazılıydı.

-Muvaffak olmuş kime denir? Muvaffak olmuş, yaptığının faydasını ahirette görene denir.

-Ehli sünnetten kimseye zarar gelmez. Ehli sünnet fitne çıkarmaz, isyan etmez. Baştaki kâfir bile olsa, habeşi köle bile olsa ona isyan etmez. Tarih boyunca böyle olmuştur.

-Haset eden mesut olamaz.

-Kriz insanın içindedir, dışarıda kriz yoktur.

-Üç halde bulunmamalıdır: 1- Müşrik, 2- Kâfir, 3- Rai... Bu üç kimsenin duası kabul olmaz. Rai, kendi aklına göre hareket edendir. İslamiyet geldi akıl gitti. (Yani akıl tek başına doğru yolu bulamaz, bulabilseydi Peygamberler gönderilmezdi.) Hazret-i Ali buyuruyor ki: "İster alim, ister zalim, ister fasık olsun başınızda birisi bulunsun, yalnız olmak şeytanla beraber olmaktır." İki kişi olsa biri emir tayin edilir.

-Dinin emirlerine uymak birinci şarttır. Büyük engel insanın kendisidir. Nefsimize uymak en büyük engeldir. Bu hiçbir düşmana benzemez. Çünkü o doğrudan Allahü teâlâya düşmandır. Çocuk doğarken insanın içine düşmanlık koydu. Her faydalının karşısında zararlısını yarattı. Mektubât-ı Rabbanîde "Kelime-i tevhid içimizdeki düşmana karşı tek ilaçtır." buyurulmaktadır. Bir içimizde, bir de dışımızda düşmanlar vardır. Dış düşmanlar belli biz içimizdeki düşmanı halledelim. Tevbe edelim. Kaza bela ancak dua ile gider.

-Her yerde doğru birdir. Muvaffak olmak iki şeye bağlıdır: 1) Doğruluk 2) Sevgi ile yaklaşmak ve herkesle barışık olmak...

-Kim Allah içinse, Allahü teâlâ da onun içindir.

-İbadet için abdest şarttır, ticarette de doğruluk şarttır.

-Dinimizde bir şey istemek zillet, bir şey vermek izzettir.

-Su bir taşı eritirse Allahü teâlânın zikri benim kalbimi eritmez mi? Kap kapalı
olursa su nereye dolar, kabımızı açık tutmak gerekir.

-Bişr-i Hafi hazretlerinin evine gelen zat, hür müsün köle misin, dedi. Hürüm diye cevap verince bırakıp gitti. Peşinden koşarak niye gidiyorsun diye sorunca, sen hürüm dedin. Kulum deseydin kulluğunu bilirdin, diye cevap verdi.

-Köpek olan eve rahmet melekleri girmez. Kalbde de dört köpek ulumaktadır:

1- Kibir

2- Kıskançlık

3- Öfke

4- Şehvet.

Demek ki kendini beğenmemek, başkasındaki bir nimeti kıskanmamak, öfkelenmemek ve şehvete kapılmamak gerekir.

-Yolunu şaşırmış bir kimseyi, doğru yola çevirmek, on tane kâfirin imana gelmesinden daha sevaptır.

-Her zevalin bir kemali ve her kemalin bir zevali vardır. Eğer zeval vakti gelmişse bunu kimse durduramaz, yok eğer zeval vakti gelmemişse bunu kimse öne alamaz. Ayağımıza bir diken batsa bunu, bir günahımız sebebiyle oldu bilmeliyiz.

-Hayır görünende şer, şer görünende hayır vardır.

-Abdullah-i Dehlevi hazretlerine birisi gelmiş, "Efendim himmet istiyorum" demiş. Mübarek buyurmuşlar ki; "Ben evden birşey getirmedim" Hocasına işaret buyurmuşlar. Eğer hocasına gitseler o da kendi hocasına gönderecektir. Allah adamları işte böyledir. Evden bir şey getirmezler.

19 Ağustos 2008 Salı

Böyle dua ettinizmi?

Dua ederken aşağıda belirtilen on kuralı uygularsanız, duadan çok daha fazla yararlanabilirsiniz:

1- Her gün bir köşeye oturun. Hiçbir şey söylemeyin. Yalnız Allahı düşünün. Böyle yaparsanız dimağınızı Allaha açmış olursunuz.

2- Sonra basit cümlelerle sesli olarak dua etmeye başlayın. Kafanızda olan herhangi bir şeyi yaradana söyleyin. Allahla kendi günlük dilinizle konuşun, o sizi anlayacaktır.

3- Her gün işe giderken, trende veya otobüste dua edin. Dua ederken gözlerinizi kapayın, dünyayla ilişkinizi kesip yalnızca Allahın varlığını hissedin. Bunu her gün yaptıkça Allah'ın varlığını daha iyi hissedeceksiniz.

4- Dua ederken Allah'tan her gün bir şeyler istemeyin, onun yerine bize bahşettiği nimetler ve yaptığı yardımlar için teşekkür edin.

5- Dua ederken dualarınızın sevdiklerinize ulaşacağına, Allah'ın da onları sevip koruyacağına inanarak dua edin.

6- Dua ederken aklınıza hiçbir olumsuz düşünce getirmeyin. Yalnız olumlu düşüncelerle ilgili dualar etkili olur, bunu aklınızdan çıkarmayın.

7- Daima Allah'ın sizin için yapacaklarını kabul edeceğinizi belirtin. Allah'a isteklerinizi de belirtin, fakat Allah ne yaparsa onu kabul edeceğinizi de ifade edin. Onun sizin için yaptıkları, sizin isteklerinizden her zaman daha iyi olur. Bunu da sakın unutmayın.

8- Herşeyi Allah'ın ellerine bıraktığınızı belirtin. Allah'tan size en iyi şeyleri yapma yeteneği vermesini isteyin. Hareketlerinizin her türlü sonucunu Allah'ın kararına bırakacağınızı belirtin.

9- Sevmediğiniz ve size kötü davranan insanlar için de dua edin. Gücenme, manevi gücün ortaya çıkmasında en büyük engeldir.

10- Kendileri için dua edeceğiniz insanların bir listesini yapın. Bu listeye sizinle doğrudan ilişkisi olmayan, uzaktan tanıdığınız insanların ismini de yazın. Ne kadar çok insan için dua ederseniz, duanın faydasını o kadar çok görürsünüz.
alıntıdır

KURTULMAMIZ BUNA BAĞLI

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip: - Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? Küçük çocuk, başını çevirmeden; - Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü. Adam, çocuğun yanına oturup: - Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: - Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk, büyük bir sevinçle: - Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi? - Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter. Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: - Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: - Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı. - Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken: - Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım? - Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: - Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: - Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: - Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?





SİZLERDE DUA ETMEYİ DENEDİNİZMİ SIKINTILI ANLARINIZDA?... BELKİ DUALARINIZ HEMEN GERÇEKLEŞMEYEBİLİR AMA O DUALARIN SEVABI YETER SİZLERE... YENİ ÖĞRENDİM BENDE.... DUA EN KIYMETLİ BİR HAZİNE BİZİM İÇİN.. BİTER DİYE KORKMAYIN İSTEDİĞİNİZ KADAR KULLANIN... ÖYLE BİR HAZİNE Kİ SINIRSIZ VE KARŞILIKSIZ VERİLMİŞ HEMDE...







çobanın aşkı
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim…
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı.
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih , kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet , dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihini aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah…
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
- şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah'a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah …
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam , karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah…
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmu ştu. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekana bereket getirdiklerinden, ne yapıp-edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti başveziri . Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
- Hünkarım , gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikahını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Ã…a¿aşırma sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden… Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı alinize layık değil belki, ama lütfeder nikahınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna kavu ş acak , murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayır , dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim

Kelam-ı kibar [büyüklerin sözleri]-2

- Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise her zamanda her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir. Bu olamayacak birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O'nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O'nu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın O'nu tenkit edecek iktidarı yoktur.

- Hak teâlânın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah'ın merhameti neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakk'a imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhamet ve ihsanıdır. Gördüğünüz her musibet ve felaket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır.

- Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür.

- Evliyanın sözünde rabbani tesir vardır.

- İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir. İlim ve fen ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesad karanlığı hep şirkin, imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Hakk'ı tanımadıkça, Hakk'ı sevmedikçe, Hak teâlâyı hakim bilip, O’na kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hak'dan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.

- Müslümanların öğrenmesi lazım olan bilgilere Ulum-i İslamiyye (Müslümanlık Bilgileri) denir. İslam dininin emrettiği bu bilgileri Resulullah aleyhisselam ikiye ayırmıştır. Biri, "ulum-i nakliyye", yani din bilgileri; diğeri "ulum-i akliyye" yani fen bilgileridir, buyurmuştur. Din bilgileri, dünyada ve ahirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.

Bunlar da ikiye ayrılır: "Ulum-i aliyye" yani yüksek din bilgileri ve "ulum-i ibtidaiyye" yani alet ilimleri. İslam ilimlerinin ikinci kısmı olan akıl bilgilerinin yani tecrübi ilimlerin iyi öğrenilmesi, ince ve derin din bilgilerinin kolay ve açık anlaşılmasına yardım eder. Riyazi fizik öğrenmek, din bilgilerini kuvvetlendirir. Astronomi, aritmetik ve geometri, dine yardımcı bilgilerdir. Tecrübi fizikteki (tecrübe ve isbat edilenlere esasen uymayan) birkaç yanlış teori ve hipotezden başka hepsi dine uymakta, imanı kuvvetlendirmektedir. İlahi fizik (metafizik) bilgilerinden, çürük, bozuk olanları dine uymaz. Bu ilimler öğrenilince, din bilgilerinin akli ilimlere uyan ve akli bilgilerle çözülmeyen yerleri ve sebepleri meydana çıkar ve akla uygun sanılmayan, aklın erişemediği meselelerin inkâr edilemeyeceği anlaşılır.

- Kur'an-ı kerimden ve Resul aleyhisselamın hadis-i şeriflerinden sonra en kıymetli kitab, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabıdır. Hanefi mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkıh kitabı, İbn-i Abidin'in Dürrül-Muhtar haşiyesidir. Şafiide Tuhfet-ül-Muhtac kitabıdır.

- İslam dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usul ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslamiyetin içindedir. Eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan, akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir. Yaradılışında kusursuz olanlar onu reddetmez ve nefret etmez, İslamiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyetin dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz.

- Bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet alimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir alim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler.

- Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslamın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız.

- Çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi rahat ve hoş tutunuz.

- Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu adeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara, adetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor.

- Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kere ölmeyi tercih ederim.

- Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın.

- En büyük edep, ilâhi hududu muhâfazadır, gözetmektir.

- Allahü teâlâya inanan ve güvenen kimse neden mahrumdur. Allah'tan mahrum olan ise neye mâliktir.

- Kur'ân-ı kerim şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.

- Gerçek kerâmet, kerâmetin gizlenmesidir. Bunun dışında görünenler, velinin irâde ve ihtiyârı ile değildir. İlâhi hikmet öyle gerektiriyor demektir.

- Allahü teâlâ sırrını eminine verir. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.

- Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.

- Din bilgileri, dünyâda ve âhirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.

- Allahü teâlâ dilediğini yapar. İster sebepli ister sebepsiz, dilediği gibi azap veya lütfeder. Güzel ve doğru Onun dilediğidir.

- Allahü teâlâ bize rahmeti ile, ihsânı ile muamele etsin, bizi rahmeti ile ihsanı ile korusun! Adaletiyle muamele ederse, yanarız.

- Riyâ olmasın diye cemâatten kaçanlar ayrı bir riyâ içindedirler.

- Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, imân eksikliğidir.

- Dinimizde, gri yoktur. Siyah beyaz vardır. Ya iman ya küfür.

- Hedef birliği çok önemli. Herkesin çektiği, hedefsizlik ve belirsizliktir. Hedef birliği, muhabbeti, sevgiyi artırır.

- İhlaslı insan, en iyi halinde de, en zayıf halinde de tavrı değişmeyendir. Allah için sevinmek, Allah için üzülmek lazım.

- İmanda değişme olursa nimetlerde de değişme olur.

- Mal iyi de değildir, kötü de değildir. Mal, mülk gönüle girerse onu şımartır. Ve onun sonu olur. Mal mülk iyi niyetle kullanılırsa faydalı olur. Niyet iyi olmazsa insanın felaketi olur. Şunun şuyu bunun buyu var diye düşünmek sizi bağlamasın.

- Rızk mukadderdir. Yani herkesin rızkı bellidir, artmaz eksilmez, rızkını almadan dünyadan ayrılmaz. Bu taksimatı Allahü teâlâ yapmıştır. Ecel mukadderdir. Yani herkesin ömrü bellidir, uzamaz kısalmaz, vakti dolunca dünyadan ayrılır. Kaza ve kader, hayır ve şer, zaten imanımızın şartlarındandır, Allahtandır. Öyle değil mi? Öyle ise daha ne diye isyan ediyorsun, daha ne diye şükretmiyorsun? Rızkın belli, ömrün belli, başına gelenler Allahtan. İster isyan et, ister şükret. Değişen bir şey yok. İsyan edersen Cehennem, şükredersen Cennet. Yani aynı şeyler için, ya cennete gideceksin ya cehenneme.

- Dua etmekle beraber sebeplere yapışıp çalışmak lazımdır. Fatih Sultan Mehmed İstanbulu alınca, etrafındakiler, Akşemseddin hazretlerinin duasıyla, şunun yardımıyla... deyince, hiç şu kılıcın hakkı yok mudur, bu hiçbir şey yapmadı mı, der.

-Su-i zan en tehlikeli günahlardandır. Çünkü su-i zannın tevbesi olmaz. Yani kişi su-i zan ettiğini bilmediği için tevbe etmez. Tevbe edilmeyen günahın cezası cehennem ateşidir.

-En büyük ibadet ana babanın kalbini almaktır.

-Ana babanız sizden razı olmadıkca Allahü teâlânın sevgili kulu olamazsınız.

-İnsana en büyük bela dilinden gelir.

-Kul hakkından korkan [önemini bilen] ayağını uzatıp yatamaz.

-Aldatan aldanmıştır.

-Ölmeden önce ölmek ne demektir? Dünya hayatı hayal, ahiret hayatı hakikidir. İşte buradaki hayalleri hakiki gibi yaşamak, görmek demektir.

-Nefs, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu varlıktır. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. En ahmak yaratıktır. Asıl arzusu kendini ilahlaştırmak, kendine tapdırmaktır, kötülük yaptırmakla tatmin olmaz.

-Dünyanın kıymeti dünya kadardır. Ahiretin kıymeti ahiret kadardır. Dünya gıdası hazırdır. Ahiretin gıdası dini ilimdir. Ahiretin kıymetinin yanında dünyanın kıymeti sivrisineğin kanadı kadar değildir.

-Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir.

-İyi olmak için iyilerle beraber olmak lazımdır.

-Her hayırlı işe başlarken besmele söylemelidir.

-Salihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahi yağar.

-Kimseye tepeden bakmayın. Tepeden bakan tepetaklak gider.

-Büyükler her hatayı af eder. Fakat haini af etmez. Hain kimdir?Yaptığı hizmetleri kendinden bilendir.

-Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okuyun. Bunları okumak insanın şerefini artırır.

-Yüksekte olan mahrum kalır. Toprak ol toprak! Toprak ol ki, gül bitsin sende. Topraktan başka kavuşan yoktur güle.

-Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güleryüzlü olmayan kimse mümin sıfatlı değildir. Müslim-Gayrimüslim herkese karşı güleryüzlü olmalıdır. Başkasının kötü ahlakından şikayet eden kimsenin kendisi kötü ahlaklıdır. Başkalarının kötülüklerinden bahsediyorsak bu kendimizin kötü olduğunun alametidir. Güzel ahlak eziyetleri sineye çekmektir.

-Herkes imtihandadır.

-İnsana devlet birkaç kere geçer. Onun kıymetini bilmelidir.

-Herşey söz dinleyene verilir, herşey bu herşeyin içinde vardır.

-Ceryan hata kabul etmez. Allahü teâlâ ceryanı yarattı. Faydaları çok çeşitli, ama elini değeni yakıyor. Kontak yapıyor, evler yanıyor. Kullanmaya göre değişiyor. Su, çok faydaları var ama seller evleri yıkıyor. Yani hem faydaları var hem de zararları. Nefs de böyle. Nefssiz olmaz. Nefs, islamiyete uyarak zaptedilirse ilerleme olur. Yani içimizde olan bu mahluku iyi tanımalı, İslamiyet ile zaptetmelidir. Nefs, seni iman etmek, haramlardan kaçmak, farzları yapmaktan alıkoymasın.

-Allahü teâlâyı herkes tanıyor. Herkes Allah diyor. (Tanımak) böyle mi olur? Tanımak öyle olmaz. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Allahü teâlâ ibadet yapılarak sevilir. Böyle yapan Allahı tanımış olur.

-Dertli misin istiğfar söyle, şifa bulursun. Bir arzun mu var, kavuşmak mı istiyorsun, istiğfar söyle. Fakir misin istiğfar söyle, zengin olursun. Zengin misin istiğfar söyle, şükretmiş olursun. “İstiğfar edenin yardımına yetişirim” buyruluyor.

-Fitne çıkaranlar bir günah işliyor. Dinleyenler iki günah işliyorlar. Bir dinlediği için iki susturmadığı için. Sus diyene şehit sevabı var.

-Başta islamiyeti tam yaşayan emir varsa, ona itaat tamsa, herkes onu seviyorsa, elinde kuru kılıç bile olsa zafer kazanılır.

-Bir zaman dilimi ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okumak bütün geceyi nafile ibadetle geçirmekten iyidir. Çünkü öğrendiğimiz şeylerin farzlarla ilgisi varsa daha çok sevap hasıl olur.

-Bir iş Allahü teâlâ için değilse at gitsin.

-Düşünmekle ibadet olmaz, oturmakla ticaret olmaz.

-Dünyanın lezzeti çiledir.

-Kişinin işi olursa işi, sever onu her kişi. Kişinin işi olursa kişi, çıkmaza girer onun her işi.

-Kibir ve bunu benden başkası bilmemelidir iddiası, insanları daima yalnız bırakır ve sevimsiz kılar. Çünkü bunun dibinde karşı tarafa güvensizlik vardır. Güven ise, sevginin barışın ve başarının temelidir. Güvenin kaybolduğu yerde hayat durur ve insanlar birbirine düşman olur, merhamet kaybolur. Bunların yuvaları yıkılır ve cenazelerine kimse gelmez olur. Halbuki, birlikte, beraberlikte, kardeşlikte, anlaşmada yani cemaatta rahmet vardır.

-Başarılı olmanın üç şartı vardır: 1) Akıllı olmak. Akıllı olmak demek, ahireti tercih etmek demektir. Dünyayı tercih etmek zekiliktir. 2) Siyasi olmak. a) Karşısındaki insanın yapısına, kültürüne hitap etmek, onun gönlünü alacak şekilde hitap etmek. b) Dost meclisinde mert konuşmak, düşman varsa idare etmek. 3) Samimi olmak, ihlaslı olmak.

-İslamiyette paranın yeri, kalp değil cepdir. Para, müslümanın kalbinde değil cebinde olmalı. Para, kalpte ise bu kötüdür ve sevilmez. Bir cep dolu olunca kalp boş olur. İki cep dolu olunca kalp bomboş olur. Cepte olmazsa, kalpte olur. Cepler boş olursa, kalp dopdolu olur hem de cerahatla karışık.

-Niyetsiz amel olmaz. Amelsiz de niyet olmaz. Adam hacca niyet ediyor, ama evinde öyle hacı olunmaz. Adam sefere niyet ediyor ama bir yere kımıldamıyor. Bu kimse seferi gibi namazları iki rekat kılamaz. Niyet ve fiil amelle beraber olacak ki yerini bulsun. Tek olmaz.

-İnsanları sonsuz saadete kavuşturmak en iyi iştir. Allahü teâlânın en sevdiği iş kullarına hizmet etmektir. [Burada hizmet demek, islamiyeti doğru olarak insanlara duyurmak demektir. İslamiyeti doğru duymak, doğru öğrenmek insanların hakkıdır. İslamiyeti yanlış anlatan, nakledildiği gibi değil, çürük aklına, bozuk ilmine, iğrenç nefsine göre anlatan kötü din adamları, insanların en kötüsü olup, büyük vebal altındadır.]

-Sevginin dayandığı bir temel vardır o da karşılıklı güvendir. İnsan güvendiği ve çok sevdiği biri için hayatını feda eder. Güven varsa sevgi de vardır. Güven ve sevgi varsa başarı da vardır. İnsanları başarılı olmaları için zorlamak doğru değil. İnsanları bulundukları yerde mutlu olmalarını sağlayınız. O güveni tesis etmek ve işi önüne koymak lazım. O artık onu sevgi ve güvenle alır götürür. Ona iş tarif etmeğe gerek yoktur.

-Bir yumruk gibi olmalı! El açık olursa parmaklar zarar görür. Yumruk haline gelirse zarar görmezler.

-Size bahşedilen nimetlerin kadrü kıymetini bilin, şükredin. Şükrederseniz nimetler daha da artar. Şükretmezseniz elinizden alınır. Elinizden alınınca öyle kalmazsınız. O andan itibaren sizde azabı ilahi başlar.

-İlim cahilliği götürür, fakat ahmaklığı götürmez.

-Dünya hayaldir. Ben diyen mahrum kalır, mahvolur.

-Emaneti ehline vermek lazımdır. Emaneti ehline vermeyen mes’ul olur. Ehl-i olmayana verirse yine mes’ul olur.

-Alim kimdir? Işığı karanlığı gören kimsedir. Amaya (kör olana) hep karanlıktır. Alim, hakkı batıldan ayırt eden insandır, islam alimlerinden nakil yapan kişidir.

-Sevgi itaat demektir. İtaat olmadan sevgi olmaz. Sevginin derecesi itaatteki sürat ile ölçülür.

-Bu dünyada mukim yok, herkes seferi. Bunu anlayıp tedbirini alana müjdeler olsun.

-Dünyanın geçer akçesi paradır. Ahiretin geçer akçesi amel-i salihdir.

-Dünyada en güzel şey dünyayı sevmemektir.

-En iyi insan kendini en kötü bilendir. En kötü insan, yanına yaklaşılmayandır.

-Evliyaların sevilmesi; nefsini aradan çektiği, kendi menfaatini düşünmediği içindir.

-En iyi iş, iyi insanlarla beraber olmak, en kötü iş kötü insanlarla beraber olmaktır.

-Mü’minin bayramı, günahlarının affedildiği gündür, imanla öldüğü gündür, Allahü teâlânın rûyetine kavuşmaktır, Peygamber efendimizi görmektir.

-Hakiki bayram, Rabbimizin huzuruna, yüz akıyla çıkabilmektir. Bu da büyüklerin vasıtasına binerek, onlarla gitmekle olur.

-Elini harama uzatan, ateşe elini uzatır. Ayağıyla harama giden, ateşe gider. Haramı yiyen ateşi yer. Harama bakan ateşe bakar, ateş onu yakar. Değer mi .... biraz sabret.

-İhtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur.

-Mü’mine gelen her şey hayırlıdır.

-Başarının sırrı vermektir.

-Kurtulmanın çaresi yok olmaktır. Yok olan, adam olmuştur. Var olan, adam olamamıştır. Yok olmanın çaresi de peki demektir. Peki diyen yok olur, hayır diyen mahvolur.

Var olan hem kendini, hem etrafını yok eder. Yok olan hem kendini hem etrafını kurtarır.

-Bir mü’min kalbini kırmak, kabeyi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.

-Koyunlar çobanı tanıyamadığı gibi, avamda havas’ı tanımaz

-Mü’min gıda gibi olmalıdır. Her zaman ihtiyaç duyulmalıdır.

-Yüzü insanlara dönük olan insanlarla çarpışır, yüzü ahirete dönük olan, herkes ona kavuşmak için yarışır.

-Göğsünü kıbleden çevirenin namazının bozulduğu gibi, yüzünü islamiyetten çevirenin hem dünyası hem ahireti bozulur.

-Ümidimiz, büyüklerin şefaati ve bize sahip çıkmalarıdır. Onların bize sahip çıkması için, bizim onlara sahip çıkmamız lazımdır. Layık olmak ve âlâka kurmak lâzım. O âlâka söz dinlemektir. Nasihatlerine uygun yaşayabilmektir.

-Bir müslüman kardeşinin ismini duvara yazsalar, oradan geçerken ceketin düğmesini ilikle de geç.

-Mü’min mü’minle karşılaşınca yaptığı dua kabul olur.

-Dünyada ve ahirette, felaketten kurtulmanın tek çaresi var, o da kurtulanlarla beraber olmaktır.

-Allahü teâlânın sevgili kullarını tanımak şarttır. Büyükleri inkâr eden her şeyden mahrumdur. Büyükleri tasdik eden, değil kendisine yedi sülalesine faydalı olur.

-Allahü teâlânın sevgili kullarını tanıyan, onlardan istifade etmeğe başlar. Bilse de, bilmese de !... En büyük istifadesi; imanı düzelir, sonra ibadetleri düzelir, günahlar çirkin gelmeğe başlar. Bu, istifade ettiğinin alâmetidir. Bu istifade ya bizzatihi olur; en güzeli budur.... Veyahutta kitaplarını okumak suretiyle, ruhaniyetlerinden istifade ederek olur. Veyahutta o büyükleri tanıyan, seven kişilerle arkadaş olunur, mukallidleriyle beraber bulunulur. Onlarla beraber olan da feyz ve berekete kavuşur, imanını bi iznillah kurtarır.

-Mürşid-i kâmil demek, Hakkı Hak, bâtılı bâtıl bilen zat demektir. Onlara kavuşanın ve hatta onların sâdık bendelerine, talebelerine kavuşanın en büyük kârı, Hakk’ı Hakk, batıl’ı batıl bilmesidir. Bu ise, erişilmesi en zor noktadır. Dünyada en zor şey, doğruyu bulmaktır.

-Her geceyi kadir bilin, herkesi hızır bilin, kimin ne olduğu belli olmaz.

-İbadetlerin çokluğu değil, Allahü teâlâya yakınlık önemlidir. Allahü teâlâya yakınlıkta ondan korkmak ve sevmektir.

-Bir insan bir işin delisi olmazsa, o işin velisi olamaz.

-Yapmak başarı değil, başarının sırrı sormaktır.

-Şükür demek, nimetleri mahallinde, yerinde kullanmaktır.