28 Aralık 2008 Pazar

MİKRO DALGA İLE PİŞİRMENİN GİZLİ ZARARLARI

İnsanların mikrodalga fırınların sağladığı rahatlık uğruna sağlıklarından fedakârlık etmeleri mümkün mü? Sovyetler Birliği 1976 yılında mikro dalga fırınların kullanımını neden yasakladı? Mikrodalga fırınları icat eden kimdir ve ne sebeple icat edilmiştir?

Amerikan evlerinin %90 ın da mikrodalga fırınlar yemek hazırlamak için kullanılmaktadır, çünkü hem kullanımı çok rahat hem de klasik fırınlara kıyasla enerji açısından son derece tasarrufludur. Genelde insanlardaki kanı mikrodalga fırınların hem içinde pişen besinlere hem de bu besinleri tüketen kişilere bir zararı dokunmadığı şeklindedir.

Aşağıda detayları verilen araştırmanın hedefi mikrodalgada pişirmenin doğal ve sağlıklı olmadığını ve insan vücudunda hayal edilemeyecek kadar büyük zararları olduğunu ispatlamaktır.

Mikrodalga fırınlar nasıl çalışır?

Mikrodalgalar da ışın dalgaları veya radyo dalgaları gibi bir çeşit elektromanyetik enerjidir ve elektromanyetik güç veya enerji spektrumunun bir kısmını işgal ederler. Günümüzde, modern teknoloji çağında mikrodalgalar uzun mesafeli telefon sinyallerini, televizyon programlarını ve bilgisayar bilgilerini hem dünya çapında hem de bir uzayda ki bir uyduya yollamak için kullanılırlar. Ancak, bizim bildiğimiz ve de bize hiç yabancı olmayan mikrodalgalar yemek pişirmek için bir enerji kaynağı olarak yaralandığımız mikrodalgalardır.

Her mikrodalga fırında bir magnetron vardır. Bu bir tüptür ve burada elektronlar hem manyetik hem de elektrik alanlarından etkilenerek 2450Mega Hertz veya 2.45 Giga Hertzlik bir mikrodalga radyasyonu üretirler. İşte bu radyasyon yiyeceklerdeki moleküllerle etkileşim yapar.

Bütün dalgasal enerjiler dalganın her bir döngüsü ile pozitif kutuptan negatife doğru bir değişim yaşarlar. Bu polarite değişimi her saniyede milyonlarca defa meydana gelir. Besin moleküllerinde özellikle su moleküllerinde aynen bir mıknatısta ki kuzey-güney kutbu gibi bir pozitif birde negatif uç vardır.

Ticari fırın modellerinde 1000Wattlık bir elektrik akım vardır. Magnetron denilen tüpten üretilen bu mikrodalgalar fırının içindeki besini bombardımana tabi tutarken kutupsal moleküllerin de aynı frekansta saniyenin milyonda biri bir zamanda dönmelerini sağlarlar.

Bütün bu aktivite yemeğin ısınmasını sağlayan moleküler bir sürtünmedir. Bu alışılmadık ısıtma şekli çevredeki moleküllere zarar verir, onları parçalara ayırır ve deforme eder.

Güneşten gelen mikrodalgalar ise direkt akım (DC) prensiplerine göre fonksiyonlarını yaparlar ve yukarıda bahsedilen sürtünme ısısını üretmezler. Buna karşılık mikrodalgalar AC akım kullanırlar ve sürtünme ısısı meydan getirirler.

Bir mikrodalga fırın ince ve çok keskin bir enerji dalgası üretir ve bu dalga tüm enerji spektrumunda sadece dar bir frekansta bulunur. Fakat güneşten gelen enerji geniş bir frekans spektrumunda çalışır.

Mikrodalga kullanarak pişirme yönteminin hem günlük yemek pişirmede hem de bebeklere verile biberon sütlerinin ısıtılmasında çeşitli zararlarının olduğu tespit edilmiştir.

Ayrıca, 1991 yılında, Oklahoma’da mikrodalgada ısıtılmış kan verilen bir hasta ölmüştür. Mikrodalga da ısıtılmış kan hastanın kendi kanında değişim yapmış ve sonuçta hastanın ölümüne sebep olmuştur.

Bu da açıkça gösteriyor ki mikrodalga kullanılarak yapılan ısıtma işlemi ısıtılan maddelere zararlı bir şeyler yapmakta. Beden, doğası itibariyle bir elektrokimyasal olduğu için insanın elektrokimyasal işlemlerini zorlayan veya değiştiren bir zorlayıcı güç bedenin fizyolojisinde etkilemektedir. Bu konu Robert O.Becekr’ın kitabı ‘’The Body Electric’’ ve Ellen Surgaman’ın kitabı ‘’Dikkat, Çevrenizdeki Elektrik Sağlığınıza Zaralı Olabilir’’ isimli kitapta detaylı olarak anlatılmıştır.

Bilimsel veriler ve gerçekler

1992 yılında Raum ve Zelt tarafından yayınlanan ‘’Geleneksel şekilde hazırlanan yiyecekler ve Mikro dalgada hazırlanmış yiyeceklerin kıyaslanması’’ başlıklı çalışmada şu noktalar vurgulanmıştır:-

‘’Doğal tıbbın en temel hipotezi insan vücudu alışık olmadığı moleküller ve enerjiler ile karşılaştığı zaman bu molekül ve enerjiler bedene fayda yerine zarar verirler.

Mikrodalgada hazırlanmış yiyeceklerin içinde insanların ateşin keşfinden beri pişirdikleri yiyeceklerinde bulunmayan moleküller ve enerjiler bulunmaktadır. Hâlbuki güneşten ve diğer yıldızlardan gelen mikrodalga enerjinin esası DC/direkt akımdır.

Buna karşılık yapay olarak üretilen mikrodalgalar (ki buna fırınlarda üretilenlerde dâhildir) AC (değişken akımdan) meydana gelir ve dokundukları her yiyecek molekülünde saniyede bir milyarın üstünde polarite değişmelerine neden olurlar.

Böyle bir işlemde doğal olmayan moleküllerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Fırınlarda üretilen mikrodalgadan dolayı doğal olarak ortaya çıkan amino asitlerde bile isomerik değişiklikler (şekil değişimleri) olduğu ve toksik formlara dönüştükleri tespit edilmiştir.

Kısa bir sürede tamamlanmış bir çalışmada mikrodalgada hazırlanmış süt ve sebzeleri tüketen kişilerin kanlarında belirgin ve rahatsız edici değişimler olduğu gözlenmiştir. Bu araştırmada sekiz gönüllü değişik şekillerde pişirilmiş aynı besin türlerini tüketmişlerdir.

Mikrodalga fırınlarda işlem görmüş yiyecekler gönüllülerin kanlarında değişimler yaratmıştır. Hemoglobin seviyeleri düşmüş ve toplam beyaz hücreler ile kolesterol seviyeleri yükselmiştir. Buna karşılık lenfositler düşmüştür.

Kandaki enerji ile ilgili değişimleri tespit edebilmek için ışık yayan bakteriler kullanılmıştır. Mikrodalgada işlem görmüş yiyecek tüketiminden sonra kişilerden elde edilen kan serumuyla karşılaşan bakterilerin yaydıkları ışınlarda belirgin bir artış gözlenmiştir.

1991 yılında İsviçre de Dr. Hans Ulrich Hertel ile Lozan Üniversitesinden bir profesörün birlikte yaptıkları araştırmada da yukarıdaki sonuçlar elde edilmiştir.

Bunlara ek olarak Ruslar tarafından tespit edilmiş bir ‘’mikro dalga hastalığı’’ vardır. 1950’li yıllarda Ruslar radarın geliştirilmesi çalışmalarında mikro dalgalara maruz kalmış binlerce işçi üzerinde yaptıkları araştırmada bu kişilerde çok ciddi sağlık sorunları olduğunu tespit etmişler ve bu nedenle mikro dalga kullanımı için kesin kısıtlamalar getirmişlerdir. Buna göre işçiler en fazla 10mikrowatt enerjiye maruz kalabilecekler, siviller için ise bu miktar 1 mikrowatt belirtilmiştir.

‘’The Body Electric’’ isimli kitabında Robert O.Becker mikrodalga radyasyonunun sağlık üzerindeki etkileri ile ilgili olarak Ruslar tarafından yapılan araştırmayı ve ‘’mikrodalga hastalığını’’ şöyle tanımlamıştır :-

‘’Mikrodalga hastalığının ilk işaretleri düşük kan basıncı ve düşük nabızdır. Daha sonra çoğunlukla sempatik sinir sisteminin kronik olarak uyarılması (stres sendromu) ve yüksek kan basıncı ortaya çıkar.

Bu dönemde baş ağrısı, baş dönmesi, göz ağrısı, uykusuzluk, huzursuzluk, endişe, mide ağrısı, sinirsel gerilim, konsantrasyon bozukluğu ve bunlara ek olarak apandisit, katarakt, üreme organları ile ilgili sorunlar ve kanser görülür.

Kronik semptomlardan sonra adrenalin fazlalığı, koroner damarların bloke olması ve kalp krizleri ortaya çıkar.

Ayrıca lenfatik sorunlarda gözlemlenmiştir ki bu da bazı kanser türlerini önleyebilmek için bedenin ihtiyacı olan gücün daha azalmasına yol açmaktadır.

Yapılan gözlemlerin sonuçlarına göre kanda daha fazla kanser hücresi oluştuğu, ayrıca mide ve bağırsak kanserlerinde de artış olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca, daha fazla sindirim sorunu, idrar ve dışkılama sisteminde yavaş yavaş bozulmalar meydana gelmiştir.

Mikrodalga fırınların etkileri üç ana grupta toplanmıştır:

I. Kansere yol açan etkiler:

a) Atmosferdeki radyoaktivite ile bir bağlanma etkisi yapması, böylece yiyeceklerdeki alfa ve beta partiküllerinin artması,

b) Süt ve diğer tahıl tanelerinde bulunan protein hydrolysate bileşimlerinde kansere yol açan maddeler yaratması (bunlar su ilavesi ile doğal olmayan parçalara ayrılan natürel proteinlerdir),

c) Mikrodalgaya maruz kalan yiyeceklerde ki temel maddelerin değişmesi dolayısıyla sindirim sisteminde bozuklukların ortaya çıkması.

d) Yiyeceklerin sıvılarında değişiklik olmasından dolayı lenfatik sistem de çalışma düzensizliklerinin ortaya çıkması. Emici damarlarda ve böylece beden dokularındaki anormal büyümeleri engelleyen bağışıklık potansiyelinin degenerasyona uğraması.

e) Mikrodalgaya maruz kalmış gıdaların tüketilmesinden sonra kan serumunda yüksek oranda kanser hücreleri görülmesi (cytomalar ve sarcoma gibi hücre tümörleri)

f) Dondurulmuş gıdalar mikrodalga kullanarak çözdürüldükten sonra bu gıdalarda ki glucosid (hidrolize edilmiş dextrose) ve galactoside (okside olmuş alkol) elemanlarının metabolik bölünmelerinde bozukluklar ortaya çıkması,

g) Özellikle taze köklü sebzelerde kansere yol açan serbest radikallerin (yüksek reaksiyonlu tamamlanmamış moleküller) meydana gelmesi,

h) Yapılan istatistiklerde mikrodalgada pişirilmiş yiyecekleri tüketen kişilerin çoğunda mide ve bağırsak kanserleri görülmüş, aynı zamanda perifer hücre dokularının dejenere olduğu bunun sindirim ve dışkılama sisteminde yavaş yavaş bozulmalara yol açtığı tespit edilmiştir.

II. BESİN DEĞERİNDE AZALMA

Araştırmalara göre mikrodalga fırınlardaki ışınlara maruz kalmak yiyeceklerin besin değerlerinde azalmaya yol açmaktadır. Bu konudaki en önemli bulgular:

1. Bedenin B-complex vitaminleri, vitamin C, Vitamin E ve tüm yiyeceklerdeki lipotropiklerden yararlanma yeteneğinin azalması.

2. Test edilen bütün gıdalarda beden için en gerekli enerjinin %60–90 arası azalması;

3. Alkoloidlerin (nitrojen bazlı organik elementler), glucosidlerin, galactosidlerin ve nitrilosidlerin metabolik davranışlarında ve entegrasyon yeteneğinde azalma;

4. Et ürünlerinde ki nucleoproteinlerin harab olması;

5. Ayrıca, bu ışınlara maruz kalan bütün yiyeceklerde belirgin bir şekilde yapısal yok olmalar tespit edilmiştir.

III. Biyolojik etkiler

Mikrodalga ışınımlarına maruz kalmak insanların genel biyolojik yapılarında beklenmedik bir negatif etki yaratmıştır.

Ancak, bu konu Ruslar çok hassas aletlerle ölçüm yapana kadar tespit edilememiştir. Yapılan araştırmadan elde edilen bulgulara göre zarar görmek için bir insanın mikrodalgadan geçmiş yiyecek maddelerini tüketmesine bile gerek yoktur. Böyle bir enerji alanına maruz kalmak bile istenmeyen yan etkilere yol açmaktadır. Bu yüzden 1976 yılından beri Rusya’da mikrodalga ile çalışan aletleri kullanmak kanunla yasaklanmıştır.

Aşağıda bu aletlerin etkileri belirtilmiştir:

1. Mikrodalga fırınlar çalıştıkları esnada onların etki alanında bulunan kişilerin yaşam enerjisinde azalma ve daha uzun süreli kalıcı olarak da kişilerin enerji alanında görülen bazı yan etkiler.

2. Aletin kullanımı sırasında hücresel voltajda ve özellikle kan ve lenfatik alanlarda dejenerasyon,

3. İnsan metabolizmasındaki proseslerde besinlerden yararlanmak için gerekli potansiyel enerjide bir dejenerasyon ve bozulma,

4. Hücre iç zarında sindirim işleminden sonra kan serumuna aktarılan metabolik işlemlerin yapılması sırasında meydana gelen dejenerasyon;

5. Serebrum denilen beynin ön kısmında (düşünme ve daha üst düzey fonksiyonların serbest bırakıldığı bölüm) sinir uçlarının birleşme yerlerindeki potansiyel elektrik impalslarında dejenerasyon ve dengesizlik.

6. Sinirlerin elektrik devrelerinde bozukluk ve enerji alanında kayıplar. Bu kayıplar simetrik olarak hem merkezi hem de otonom sinir sisteminin hem arka hem de ön taraflarında meydana gelir.

7. Denge ve şuurluluk fonksiyonunu kontrol eden retiküler aktivasyon sisteminde ki biyoelektrik güçte azalma;

8. Çalışmakta olan aletin çevresinde ki 500 metrelik yarıçaplı bir alanda bulunan insan, hayvan ve bitkilerde uzun dönemde kümülatif olarak hayati enerji kayıpları,

9. Uzun süreli kalıcı olan manyetik atıklar sinir sistemi ve lenf sisteminde birikim yapar;

10.Kadın ve erkeklerde hormonal dengesizlik ve hormon üretiminin engellenmesi;

11.Beyin dalgalarında bozukluklar. Mikrodalga ışınıma maruz kalmış kişilerin alfa, beta, teta ve delta dalga sinyallerinde bozukluklar;

12.Beyin dalgalarındaki bu bozukluklardan dolayı negatif psikolojik etkilerin ortaya çıkması. Gerek pişirme gerekse transmisyon istasyonlarında mikro dalgaya sürekli maruz kalmış kişilerde hafıza kaybı, konsantrasyon eksikliği, baskılanmış duygular, zihinsel aktivitelerde yavaşlama gibi etkiler görülmüştür.

Kaynak:
www.mercola.com'dan özet



İstanbul - 15.04.2005
http://sufizmveinsan.com
Bu yazıyı okuyana kadar çok istediğim mikrodalgadan malesef vazgeçmiş bulunmaktayım hayatımın ne kadar kolaylaşacağı umrumda bile değil :)sağlıklı olmak en önemli olan .

26 Aralık 2008 Cuma

iyiki varsın :)iyiki VARIM

Hadi her şeyi bir kenara bırak.Bir mum yak.Kapat gözlerini ve ''keşke'' lerinle yüzleş bugün.
Hayatın sana küstüğü anları düşün ve onlara neden olan ''keşke'' lerini.Hadi yüzleş,yüzleş ki her ''keşke'' yi bir ''iyi ki'' ile sıvayabilesin.Yüzleş ki yarın ''ben bugün yeniden doğdum'' diyebilesin.

Yaşamın senden aldıklarını,senin ondan çaldıklarını,her şeyden öte yaşadıklarını düşün.Her ''keşke'' nin yerine bir ''iyi ki'' koy.Yaşadığını anlara ve anları böl yıllara.Hadi ''keşke'' lerini say,senin için yüzlerce ''keşke'' nin karşısına bir ''iyi ki'' koy yaşadığın anlara inat.Hadi tart ve düşün hangisi daha ağır diye.

Ne çok şey almıştır zaman ve ne çok şeyi tüketmiştir farkına varmadan.İnsan en çok kaybettiği değerler için aglar ve en çok yitik zamanlarda bıraktığımız ''keşke'' leri yaşarız ömrümüzde.Ne çoktur dilimizdeki yeri ne çok anlam saklarız bu tek kelimede,ne büyük bir sırdır yüreğimizde son nefese kadar taşımamız gereken.

Peki ya ''iyi ki''.
Saklamak zorunda olmadığımız en karanlık gecede bile bize ışık olan,herkesle paylaştığımız kaç tane ''iyi ki'' var hayatımızda.

Sen her gece mumlar yakarsın ve aglarsın en saf yanınla.Ve ''keşke'' ler yapışır yakana.Bir tünel olmalıdır hayatın karanlığında,ışığa uzanan bir dehliz ne kadar yakındır oysa.Beklenen ışığı görürsün,ama yaklaştıkça kaybolur,hayattaki ''keşke'' lerin gölgesinde bütün renkler yitirir anlamını,bütün anlamlar kaybolur,kendini en mutlu hissettiğin anda bile bir ''keşke'' çıkar karşına seni umutsuzluğa sürükleyen.

İçeriği ''iyi ki'' olan hiç bir ''keşke'' yoktur.
Hadi herşeyi bir kenara bırak.Bütün ''keşke'' lerin karşısına tek bir tane ''iyi ki'' koy,kapat gözlerini ve düşün ''keşke'' ler ıslıkla ''iyi ki'' ler yumrukla yıkılır unutma.

Hadi ''iyi ki'' askerlerinden bir ordu kur kendine bütün ''keşke'' lere savaş aç,pusuya düşür onları.Denizden geçemiyorsan karadan yürüt gemilerini kavgada namertlik yoktur unutma.Varsın senin için kalleş desinler,sırtından kurşunla onları,sonra bir dar ağacı kur yüreğinde,geri kalan bütün ''keşke'' lerini idamla yargıla ve as.Yürü ardına bakmadan,başın dik olsun,muhteşem bir savaş kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla yürü,adımların hiç tereddüt etmesin ''iyi ki'' lere giderken.

Çünkü ''keşke'' ler yok artık,yokuş yok,viraj yok.Ömrünün her karesini dilediğin renge boyayabileceğin bir yol var önünde hep ''iyi ki'' lere uzanan,hep iyilerin olduğu.
Boya,dilediğince boya.Her umut ayrı bir renk,her hayal bir desendir avuçlarında umutma.
Yaşam bir düş değildir,hangi rüyayı görmek istiyorsan onu hayal edersin ve kapatırsın gözlerini.Bırak hayat bütün ''keşke'' yapraklarını döksün takviminden,dünün hükmü dünde kalmıştır çünkü.
Tek kural vardır yaşamda ''DÜŞÜN,İNAN,BAŞAR''
Hadi herşeyi bir kenara bırak.Bir mum yak birleştir kirpiklerini ve yeniden öğret gözlerine ''iyi ki'' leri görmeyi.

Eline bir sözlük al,önce KEŞ sonra İYİ kelimelerinin anlamına bak.
Hadi karar ver,hangisi daha hoş geliyorsa kulağına yarın sabah onları kat hayatına.

Abraham LİNCOLN

SENİN TAHTA PERDENE KOYDUĞUM ÇİVİ İÇİN

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. ' arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak' demiş. Genç, birinci
ilk günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkart (sök)' demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona 'aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak' demiş. Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara(delik)bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak(kapanmayacak). Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yüreğini açar' demiş.ben bu konuda kendi üstüme tanımam hem çivi deliklerim hemde çivilerim çoktur napıyım canım yanmasa yakmazdım sonuçta hepimiz iyilik üzre yaratılıp kötülükler öğreniyoruz bazan ruhumuza çakılan çiviler ağır geliyor elbette mevlana gönlüne sahip olamadığımızdan bizde çivilemelere başlıyoruz dünya hayatı geçici ve pişmek için bir fırın olduğuna göre hatalarımız olacak affettirebilmek duasıyla

25 Aralık 2008 Perşembe

ilk ekmek

Bu gün biraz daha iyiyidim sanırım iş yapmaktan kendimi dinlemeye fırsatım olmadı iyide oldu elimdeki nimetlere şükretmem gerekir.Akşama kadar yorulduğum yetmedi ekmek yapmak için kolları sıvadık oğlumda pek sever mutfakta yanımda olmayı birbirimizle didişe didişe iş yaparız ben çok kaprisliyim mutfakata çocuğa ahçı yamağı muamelesi yapıyorum oda canım benim nazımı çeker sağolsun güzel gözlüm ,sonunda ilk ekmeğimizi pişirdik çok güzel oldu oğlumun eli değdiya ondandır :)makinede elimizi sürmedik pek ama onuda böyle tavlamam lazım :)yoksa misaifirm geldiğinde başım sıkıştığında nasıl yardım isterim.rabbim eşime ve oğlumla sağlık sıhhat içinde yaşamayı nasip etsinde herşey geçer. sevgi ve muhabbetle .

24 Aralık 2008 Çarşamba

mutluluk reçetesi

İnsanlar artık daha iyi, daha huzurlu ve daha mutlu yaşamanın peşinde. Tabii bir de yaşlanırken genç ve güzel görünme isteği var. İşte, Modern çağın derdine derman olacak sözler...

Son yıllarda hemen herkes daha iyi, daha huzurlu ve daha mutlu yaşamanın peşinde. Tabii bir de yaşlanırken genç ve güzel görünme isteği var. Kişiler uzmanlardan öğrendiği, çevresinden duyduğu her yeni bilginin peşine düşüyor ve hayatına nasıl uygulayacağının yollarını arıyor. Nasıl beslenmesi gerektiğinden kilo yönetimine, kendisini tanımasından toplumsal ilişkilerine, bedenine nasıl bakacağından başına gelen olayları nasıl karşılayacağına kadar pek çok şey insan hayatını etkiliyor.


Sağlıklı yaşamanın en temel şartlarından biri şüphesiz ki doğru beslenme. Atalarımız boşuna dememiş 'Sağlık, varlıktan yeğdir' ya da 'Azıcık aşım, ağrısız başım' diye. Hangi doktora ya da uzmana sorarsanız sorun sofradan doymadan kalkmayı (az yemeyi), yavaş yemeyi, dengeli yemeyi (örneğin; et ile sebze beraber), doğru pişirme yöntemlerini tavsiye eder. Oysa bin beş yüz yıl öncesinden Peygamber Efendimiz (sas), midemizin üçte birini yemeğe, üçte birini suya ve üçte birini de nefese ayırmamızı öneriyor. Yemekten sonra dişleri temizlemek de Peygamberimiz'in sünnetlerinden biri. Akşam yemeğini kesmenin ihtiyarlığa sebebiyet vereceğini haber veren Peygamberimiz aynı zamanda tok olarak yatılmaması gerektiğini, kalbi katılaştırdığını da buyurmuştur. Buna bir de atalarımız 'Bol bol yiyen bel bel bakar'ı ekledi tabii. Yine sabah kahvaltısı güne halim ve ağır başlı başlamak adına önemli. Yemeğin iyi pişmiş ve taze olması, yerken çok çiğnenmesi hep bilip de uygulamadığımız önemli anekdotlar arasında.


Peygamber Efendimiz sanki ta o zamanlardan günümüzü görüyor sanki. "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şeyler: Göbek bağlamak, çok uyku, tembellik ve yakîn (iman) azlığıdır" buyurarak şişmanlık tehlikesine dikkatleri çekiyor ve bizleri uyarıyor.


Tıbbî olarak bedene zarar veren şeyler dinen de yasak ilan edilmiştir. Mesela yazın güneş altında çok kalıp hastalanmak bilhassa deri ve göz sağlığı için çok tehlikeli. Yine Peygamber Efendimiz konuyla ilgili olarak "Güneşte fazla durmayın, güneş elbiseyi eskitir, soldurur, hastalığa da sebebiyet verir." buyuruyor. Diğer bir önemli husus da küçük ve büyük abdesti bekletmeme konusu. Çünkü idrar bekletilirse organları tahrip etmeye başlayabilir. Aşırı üzüntü insana zarar verdiği gibi böyle durumlarda başka şeylerle meşgul olunması gerektiği söylenir hep. Belki de bu yüzden atalarımız 'Ayağını sıcak tut, başını serin. Bir işle meşgul ol, düşünme derin derin' dememiş midir?


Konuyla ilgili görüştüğümüz Dr. Ender Saraç'a göre insan, özünde ruhsal bir yaratık ve ruhunu bilgeleştirmeye çalışmalı. Aksi halde en iyi vitaminleri de alsa, en iyi hastanelere de gitse şifa hücrelerine işlemez. Saraç, insanın kendini açması gerektiğine ve zikrin bunun için iyi bir araç olduğuna inanıyor. Mesela El Halim çekerek stresi yenebilir, Yâ Vedud çekerek çevreye sevgiyle bakabiliriz.


Sağlıklı yaşam uzmanı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'na göre mutlu ve huzurlu bir ömür için planlı yaşamayı tercih etmelisiniz. Müftüoğlu, her yeni güne enerjiyle ve hayatı sevmekle başlanılması gerektiğine inanıyor ve yaşlanmayı durdurmak veya geriye yaşlanmak yerine kaliteli ve iyi yaşamış aklı, ruhu ve bedeni dinç bir yaşlı olmaya yeğlememiz gerektiğini söylüyor. Müftüoğlu dua etmenin bağışıklık sistemini güçlendirdiği, kan basıncını dengelediği, kalp atışını düzenlediği, stres yönetimini kolaylaştırıp depresyonu engellediği yönünde gözlemlerin olduğuna da vurgu yapıyor. Üstelik dua etmek yalnız hastalıkları önlemiyor, iyileştirmeyi de kolaylaştırıyor.

HAYATI MUTLU KILMANIN YOLLARI:
- Aşırı iddialı, kazanmaya odaklı biri olmamaya özen göstermeli ve sorun çıktığında 'bu da geçer' diyebilmelisiniz.


- Manevi yanınızı güçlendirmeli, dua etmeli, sahip olduğunuzun şeylerin kıymetini bilmeli ve şükretmelisiniz.


- Sağlık kontrollerinizi düzenli bir şekilde yaptırmalı, tedbiri elden bırakmamalısınız.


- Aşırı üzüntü ve aşırı sevinç zararlıdır, kanı pıhtılaştırır.


- Et ve bal yemek, güzel koku sürünmek ve yumuşak kumaştan dokunmuş güzel kıyafet giymek bedeni kuvvetlendirir.


- Alkol, sigara ve benzeri kötü alışkanlıklardan uzak durmalısınız.


- Göbek bağlamayın, emniyet kemerinizi sürekli takın, sık sık vücudunuzu dinlendirin.


- Hastalıkların hayatın ufak tefek aksamaları olduğunu ve çoğu kez sizi daha çok güçlendirdiğini anlamalısınız. Tabii bir de 'Hastalık sağlığın zekatıdır' unutmayın.


- Öfke ve hiddetten uzak durmaya gayret edin.


- Fazla düşünce, çok ekşi yemek ve aç karnına çok su içmek de bedeni zayıflatır.


- Sürme çekmek, doğaya ve akarsuya bakmak gözü kuvvetlendirir.


- Pisliğe bakmak, idam edilene bakmak ve kıbleye arkası dönük oturmak gözün nurunu azaltır.


- Fazla ve lüzumsuz konuşmamak, dişleri temizlemek, alimlerle beraber olmak ve günah işlememeye dikkat etmek aklı çoğaltır.

BEDENİNİZE VE RUHUNUZA İYİ DAVRANIN
Sağlıklı yaşam uzmanı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu: "Mutlu ve sağlıklı yaşayıp, genç ve dinç yaşlanmak istiyorsanız huzurlu biri olmaya çalışmalısınız. Hayata güzel ve hoş yanlarından bakmalı, endişe, korku ve panik duraklarında durmamalısınız. Kızgınlık, hiddet ve kıskançlık gibi kötü duyguları geldikleri yere geri göndermelisiniz. Mutlu olmayı gerçekten arzuluyorsanız, daha çok "insan kalmalı", daha çok "insan sevmeli", daha "iyi bir insan olmalısınız." İhtiyacınız kadar yemeli, sofradan biraz aç kalkmalısınız. Sabahları erken uyanmalı, birazcık egzersiz yapmalısınız. Şekerin, tuzun fazlasından uzak kalmalı, fırsat buldukça yürümeli, adımlarınızı sıklaştırmalısınız. Pazar çantalarınızı kendiniz taşımalı, bahçenizin bakımını kendiniz yapmalı, otomobilinizi siz yıkamalısınız. Ayda bir kez bel çevrenize bir göz atmalı, haftada bir kez tartılmalısınız. Mutlu olmak istiyorsanız ne yapıp etmeli, yavaşlamalısınız! Hayata sadece dokunmayıp, sımsıkı sarılmalısınız. En büyük yatırımları kendinize yapmalı, beden ve ruhunuza iyi davranmalısınız. Hücrelerinizin her birini önemsemeli, sahip çıkmalısınız. Bir de karnınızın doyduğuna, cebinizdeki paraya, güzel bir manzaraya baktığınıza, sağlığınıza ve daha birçok şeye şükretmek gerekir. Çünkü en az yürümek, yüzmek, merdiven çıkmak veya kolesterolünü, şekerini, tansiyonunu kontrol altında tutmak kadar hayatı iyileştiren bir faktördür."

KOLALI İÇECEKLER İNSAN NESLİNİ YOK EDER
Sağlıklı yaşam uzmanı Prof. Dr. Ahmet Maranki: "Fıtrata ters yaşamak hastalıkları getirir. Allah kâinatta yarattığı her şeyi vaktinde yarattı ve bizim emrimize verdi. Sen ocak ayında domates yer, ağustosta portakal suyu içersen şefkat tokadını yersin. Vücudun zaten yazın portakala ihtiyacı yok. Tatlı, ya yemekten önce yenir ya da bir saat sonra, meyve de böyle. Ama her bitki birbiriyle yenmez. Etle tatlı yenmez, makarna, pilav, patates ve karbonhidratlı diğer ürünler de yenmez. Sadece sebze yenir. Sebzeler temizleyici, meyveler besleyicidir. Peygamberimiz çayı hurma ve üzümle içermiş, bizim de böyle yapmamız gerekir. Efendimiz 'yüzük takın' demiş. Sen taşını bilir, rengini giyer ve kokunu sürersen sevilirsin ve enerjin güzel olur. İnsan beden temizliğini yaparsa 5-6 saatlik uyku yeter, fazlası ölümdür. Peygamberimiz evlerin dizaynına kadar her şeyin nasıl yapılacağını anlatır. Evinizi güneye bakan tarafa yapın der. Tıp da bunu doğruluyor. Kötü düşünce, kötü haber hücreleri bloke eder. Zencefil, sarımsak, ısırgan, acı biber şifadır. Mercimek çorbası beyine güç verir. Kolalı içecekler insan neslini yok eder."



HAREKETLİ VE MÜTEVAZI YAŞAMAK ÖNEMLİ
Sağlıklı yaşam uzmanı Dr. Ender Saraç: "Artık özürlülerin yaşadığı bir topluma doğru sürükleniyoruz. 'Kapının önünden arabaya bin, ikinci kata asansörle çık, her şeyi uzaktan kumanda ile hallet, düğmeye bas çamaşır-bulaşık yıkansın' derken hareket edemez olduk. Onun için de özellikle kilo ve eklem sorunlarımız ortaya çıkıyor. Düzenli egzersiz yapmak ve daha mütevazı yaşamamız lazım. Henüz oluşma aşamasında iken hastalıklara dikkat etmek ve erken tahliller yaptırmamız gerekir. İyi bir uyku kesinlikle şart, ama şehir yaşantısı uyku kalitesini bozdu. Bunların yanında diğer canlıların yaşama hakkına saygı göstermek lazım. Hayatla ilgili daha radikal çözümlere gitmeli. Hastalanıp 'antibiyotik alayım' olmamalıdır.
.

23 Aralık 2008 Salı

depresyondayım ve çıkmak için yolu kaybettim:(

Evet tam anlamıyla uçdum bulunduğum yerden hızla uşaklaşmak tek isteğim olmuş durumda paranoyaklaştım iyice ne yapıyım kendimi iyi hissetmiyorum aslında şükretmek için okadar sebebim varken takıldım sanırım bunda bu yaz hiç biryere gitmememin etkisi büyük bunaldım ve doldu son aylardaki stres ve hastalıklarda eklenince büyüdü içimde ,aslında tatili deniz ve güneş sayan biri değilimdir yeni yerler görsem 3,5 bişeyler alsam evime ,huzurlu bizi tanımayanların ve tanımadıklarımın içinde gezinsem sessiz sakin eşimle oğlumla ,camilerini gezebilsem yeter benim tatilim budur 5 yıldızlı denizli ,çok lüks otel hayalim yok ama nefes almak içinde bazı gezmeler şart sanırım ve bunu yapmadığımdan kış tam anlamıyla üzerime çöktü imdaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaat hayatımın koştur koştura gitmesini oturduğum yerden izlemekten yoruldum ara sıra arkasına dönüp bana bakıyor bunun dışında elimden birşey gelmiyor oysa onunla beraber gitmeliyiz yanyan bana yaptığı haksızlık:) çok güzel ve kesinlikle buradan uzak bir ev ve yaşam hayal ediyorum ama öyle bir kurdumki ütopyalrımın arsında number one (bir numara ) oldu neyse girdiğim ve uzun süredir kaybolduğum depresyondan sevgilerle aslında biryerde okumuştum gerçek mümin asla depresyona girmezmiş sanırım en çokda manevi yönümün zayıflamış olması beni kederlendiriyor .

22 Aralık 2008 Pazartesi

Siz Hangi 'Şehir'siniz?gülerim ben buna bu günlerdeki hasretimi ancak bu kadar isabetli anlatır bir test:

Bazı şehirlerin adı bile başka gelir kulağa, bazen bir kelime sadece tek bir kelime o şehri anlatmaya yeter, hiç görmemiş bile olsanız "benim şehrim o" dersiniz. Çünkü her şehrin kendine has bir kişiliği vardır, tıpkı insanlar gibi. Peki siz hangi şehirsiniz?

İstanbul
Siz tam anlamıyla bir “İstanbul”sunuz. Eğer İstanbul’da doğduysanız bu sizin için adeta bir şans demek, çünkü zaten başka bir şehirde mutlu olmazmışsınız gibi bir duruşunuz var. İstanbul hiç bir zaman öngörülemeyen karakterdedir, gizemli, cazibeli, büyüleyicidir, tıpkı sizin gibi. Hem geçmişinin izlerini taşır hem bugünü tüm realitesiyle yaşatır. Kim neyi görmek istiyorsa İstanbul’da onu görür. Tanımak, tanımlamak zaman alır. Tüm bunlar da size has özellikler değil mi? Siz nereye giderseniz gidin denizinin kokusuyla, sokaklarının sesiyle, mavi rengiyle İstanbul sizi geri çağırır ve siz bu çağrıyı kulak ardı edemezsiniz. Çünkü siz zaten "İstanbul"sunuz.nette gezerken bir test dikkatimi çekti siz hangi şehirisniz diye yaptım yukarıdaki sonuç çıktı şaka gibi :)özledim seni güzel istanbul!

AH PAZAR AHHH..

Klasik bir pazar dı gayet sıkıcıydı öğlen anneme gittik yasinle birlikte bunun dışında kaydedilecek birşey yapmadık oğlumla dersaneden aldım gittik 2saat oturduk anneannem gelmişti onuda görmüş olduk bu sayede rahatsızlanmış tontonum bende çok emeği vardır 1 senemi köyde onun yanında geçirdim dedemle teyzemle çok güzel 1 sene ha birde kedimiz mercan vardı:)tabii anneme duyduğum hasretliğin dışında güzeldi ama haketmiştim okadar ısrar etmesine rağmen sırf beni işe giderken bakıcıya bırakıyor diye almanyaya gitmeyi reddettim ve hasreteine katlanmak zorundaydım yani ozamanlar baya inatçıymışım:)yazık anneannem çok nazımı çekmiştir küçük teyzemle kavgalarımızda hep ben haklı bulunup dedem tarafından hep kollanıp gözetilmişimdir teyzecikten helallik almak lazım valla ne gıcıkmışım:)nerden geldim buraya birden hatırlayınca kaptırmışım neyse yarın için yapılacak işler ders çalış diyorum başka bişey demiyorum oğluma mahcup olmamak adına he birde iki arkadaşım kız bebek bekliyor onalrın adına çok mutluyum sınıf arkadaşlarım 2.bebekleri inşallah sağlıklı sıhhatli olurlar arkadaşlarıma ve ailelerine mutluluk getirirler darısı bana inşallah amiiiiiiiiiin:)

19 Aralık 2008 Cuma

SİZİN KAÇ GÜNÜNÜZ VAR NE KADARI SAMİMİ:)

Nedendir bilmem çevremi küçültmeye gittiğim günden beridir baya yol kat ettim samimiyetine güvenmediklerimi birbir çıkardım araya mesafeler koydum arkadaş dediğim dost bildiklerimle ,çok arkadaş canlısı samimi biri olmama rağmen kötü yanım çok da iyi tanımamdı insanoğlunu ,100 kişi olana kadar kaliteli zaman geçirebildiğim sevdiklerimle zaman geçirmeliydim .Çok doğru bir karar vermişim etrafımda sahte yüzlerden samimiyetsiz davranışlardan arındığım için mutluyum ama zaman zaman da düşünmüyor değilim peki bunun sonu yalnızlığa doğru gidiyor diye olsun varsın sahtelikle bir ömür avunup sonunda boş kalmaktansa rabbimden umarım dostluğu peki bu yaşamı birbirine sahtekarca gülümseyerek ama sırtlarını döndüklerinde hançerleriyle bekleyenler nasıl ,zaman geçirip nasıl mutlu olabilirler aklım almıyor hep aynılaşan hayatlarına nasıl tahammül ediyorlar yarın ayşe hanımdayız ,ertesi gün fatma hanımda, bakalım ne pişirmiş, sen ne giydin , öbürü ne giymiş ,senin çocuğun dersleride kötüymüş bizimki çok güzel ,sizin bey bizim bey bune kardeşim yokmu bu arkadaşlığın başka yolu benim kıyafetimden sanane, senin evinden banane böylemiydi arkadaşlık ,benmi yanlış öğrendim ,gittikçe nefes almak zorlaşınca uzaklaşırım bulunduğum ortamdan anlamı olmalı anlam katmasıda amaçla öğrenmekle olur eksilten ama birşey vermeyen toplantılar görüşmeler lütfen benden uzak olun sanırım içini boşaltığınız yada pek algılayamadığınız bir durumda sosyal olmak bu sizin nekadar çok gününüz yada oturmanızın olduğuyla alakalı bir konu değil her gittiğiniz yerde ne giydiğiniz ,ne takıp takıştırıp ,sürdüğünüz buda dedğil ,kendinize ,ailenize ne kattığınız ,kişisel mutluluğunuz ve aileniz için çevreniz için ne yapabildiğinizdir, evet koca bir hiç ,boş zaman, boş kafa ,içi boş bir hayat aslında hiç sevmediğim siyasetin bana en büyük kazancı bu ayrımları yapmamda çok büyük katkı sağlaması ve haklı olduğumu eşime göstermesi oldu evet haklıyım ama şimdide sizin aranızda olmaktan nefes alamamaktan boğulmak üzereyim sizden gelen kötü kokular etrafı sarmışken bunun aksi mümkün değil bu hayatın aspiratörü çalışsın sizin gibiler ve kokularınız gitsin .inancım bu durumun değişmesi görünüşü ve içi aynı bir millete yeniden dönmemiz yoksa ahirette bu durumun karşılığı çok ağır gelir bu dünyadaki elit hayatın sonucunda size pahalıya patlar .üstünlük çoğunluk = azınlık eziklik.

18 Aralık 2008 Perşembe

CANIMIN İÇİ OĞLUM VE GÜZEL YEĞENİM SENANUR


Bayram eğlencelerinden küçük bir fotoğraf ne zaman büyüdünüzde bizlere eğlence düzenlemeye başladınız iyiki varsınız rabbim isteyen herkese evlat sevmeyi nasip etsin:)

İSTANBUL

çocukluğumun istanbul'u özledim seni ,bir nefeste gidip geri dönsem öyle günlerce kalmak değil niyetim özlemim .Sadece baksam nefeslensem geri dönsem sevdiklerime ,burada nefesim kesiliyor belki sen derman olursun ne bileyim öylesine bir his bir özlem kimseler görmesin kimseleri görmesin gözlerim rahatça dolaşsam rabbime yakınlaşsam camilerinde,eşimle ,oğlumla gezsem sokaklarında anne olsam, eş olsam sadece, sırtımdaki kamburlarımı 1 ,2 günlüğüne atsam hiç kimsenin başka hiç birşeyi olmasam sadece kul olsam tazelenip ,tazeleyip eskiyenlerimizi muhabbetle dolup ,arınsam ve dönsem yada dönmesem :)neyse öylesine bir duygu yoğunluğu yaşayaıp aklıma buz gibi hava gelince vazgeçtim baharda yada yazda inşallah istanbul görüşmek nasip olsun bize tüm istanbul'a sevgiler.

EN ÖNCE VE İLLA Kİ SAĞLIK OLSUN!....

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama.
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine...
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis.
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, Ohhh şöyle bir hafifle...
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık.
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al...
Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken?...
Kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?..
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?...
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara!...
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!...
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun...
Saklama tabakları, bardakları misafire. Sizden ala misafir mi var bu dünyada?..
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil.
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi.
Tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Can Yücel

ASLA ELEKTRIK PRIZINE BAGLI BIR CEP TELEFONUNU KULLANMAYIN. LUTFEN

Cep telefonunuz şarj olsun diye elektrik pirizindeyken bir çağrı alırsanız, önce fişini çekin, sonra konuşun. Elektrik pirizinde takılıyken, hem şarj olsun hem de konuşayım derseniz, sonuç aşağıda görülen resimdeki gibi oluyor. Lütfen bu bilgiyi cep telefonu kullanan herkese gönderin.

BUNU UNUTMAYIN VE HAYATINIZDA UYGULAYIN. ÇÜNKÜ BİR ÇOK KİMSE HALA DAHA CEP TELEFONU PRİZE TAKILIYKEN HEM TELEFONU ŞARJ EDİP, HEM DE KONUŞMAYA DEVAM EDİYOR. BU RESİMERİ GÖRDÜKTEN SONRA DAHA DİKKATLİ OLACAĞINIZI UMUYORUM............
BÜLENT TARHAN
Fotograflara bakin ve bu yaziyi dikkatlice okuyun umarim bunu siz yapmiyorsunuzdur! , bir telefona sarj ettiginiz surece dokunmayin, caldiginda kabloyu cikarmadan cevap vermeyin!
bir kac gun once birisi evde telefonunu sa! rj ediyordu. bu sirada bir arama geldi ve o da yanitladi, telefon hala prize bagliydi; birkac saniye sonra elektrik telefonun icine girdi ve genc adam kotu bir bicimde yere firlatildi. ailesi odaya geldiginde, onu bilincsiz, nabzi cok dusuk ve parmaklari yanmis olarak buldular. hemen acile goturuldu fakat yolda hayatini kaybetti. cep telefonlari cok kullanisli bir icat olabilir ama olume sebep olabilecegini bilmek gerekir.

ASLA ELEKTRIK PRIZINE BAGLI BIR CEP TELEFONUNU KULLANMAYIN. LUTFEN.
Diyelim ki, mesai saati bitti ve siz de akşam 18:30 civarında, alışılmadık derecede zorlu bir iş gününün ardından (tabii ki tek başınıza) arabanıza binip evin yolunu tuttunuz.
Çok yorgunsunuz ve canınız da
fena halde sıkkın.
MÜTHİŞ GERGİN VE SİNİRLİ BİR HALDESİNİZ…
Birdenbire göğsünüzde,
kolunuza ve çenenize doğru yayılmaya başlayan
korkunç bir ağrı
hissediyorsunuz.
En yakın hastaneye sadece on dakikalık mesafedesiniz ama hastaneye ulaşmayı başarıp başaramayacağınızdan bile emin değilsiniz.
NE YAPACAKSINIZ???
İLK YARDIM KURSLARINA KATILACAK KADAR AKLI BAŞINDA BİRİYDİNİZ AMA KURSTAKİ EĞİTMEN, SİZİN BAŞINIZA BİR ŞEY GELDİĞİNDE NE YAPACAĞINIZI ÖĞRETMEDİ!!!
YALNIZ BAŞINIZAYKEN KALP KRİZİ GEÇİRİRSENİZ NASIL HAYATTA KALIRSINIZ?
PEK ÇOK İNSAN KALP KRİZİ GEÇİRDİĞİ SIRADA TEK BAŞINA OLUYOR; ETRAFTA YARDIM EDECEK KİMSE BULUNMUYOR. KALP ATIŞLARI DÜZENSİZLEŞEN VE KENDİSİNİ BAYILACAKMIŞ GİBİ HİSSEDEN BİRİNİN
BİLİNCİNİ YİTİRMEDEN ÖNCE
YALNIZCA 10 SANİYE KADAR ZAMANI VARDIR.
BU DURUMDA NE YAPMANIZ GEREKİR?
CEVAP:
PANİĞE KAPILMADAN ÜST ÜSTE KUVVETLİCE ÖKSÜRMEYE BAŞLAYIN.
ÖKSÜRMEDEN ÖNCE HER SEFERİNDE DERİN BİR NEFES ALIN; ÖKSÜRÜKLERİNİZ GÜÇLÜ OLSUN, DERİNDEN GELSİN VE UZUN SÜRSÜN, TIPKI GÖĞSÜNÜZDE BİRİKMİŞ BALGAMI ATMAYA ÇALIŞIR GİBİ ÖKSÜRÜN.
HER İKİ SANİYEDE BİR DERİN NEFES ALIP ÖKSÜRÜN VE BUNU YA YARDIM GELENE DEK YA DA KALP ATIŞLARINIZ TEKRAR NORMALE DÖNENE DEK SÜREKLİ YAPIN.
DERİN NEFES ALMAK CİĞERLERİ OKSİJENLE DOLDURUR.
ÖKSÜRMEK KALBE TAZYİK YAPAR VE KAN DOLAŞIMINI RAHATLATIR.
KALBE UYGULANAN BU TAZYİK, KALBİN NORMAL RİTMİNE DÖNMESİNİ KOLAYLAŞTIRIR.
BÜTÜN BUNLAR SİZE, BİLİNCİNİZİ KAYBETMEDEN ÖNCE HASTANEYE YETİŞECEK ZAMANI TANIR.
NEDEN?
BU KONUDA MÜMKÜN OLDUĞUNCA ÇOK KİŞİYİ BİLGİLENDİRİN.
BU BİLGİ SAYISIZ İNSANIN HAYATINI KURTARABİLİR!!!
ASLA, 'BENİM BAŞIMA GELMEZ!' DİYE DÜŞÜNMEYİN.
HAYAT TARZIMIZIN EPEYCE DEĞİŞTİĞİ ŞU SON YILLARDA ARTIK HER YAŞTA İNSAN
KALP KRİZİ GEÇİRİYOR.

16 Aralık 2008 Salı

kendi kendime hallerim

Bu aralar sürekli hasta olmamdan dolayı bir bıkkınlık var neden düzelemiyorum çok sıkıldım güçsüz ve bitkinlikten sanırım güneşi görmemek beni mutsuzediyor ve güçsüzleştiriyor.Bayramlar genelde hastalanıp yataklık geçiren biriyim sanırım fazlaca temizlik ve stres yapıyorum ama bu sene dahada uzun sürdü ve kendi hastalığımdan kendimden bıktırdı :)rabbimden tüm hastalara içinde kendimede şifa istiyorum ,kafamı toplayıp ders çalışmaya başladım 2 ders bitti şimdi 3 ,4 kitapların konularına bakıcam dün 2 dersi birden tamamlayınca öğrenciykende konular bukadarmıydı diye düşündüm çok kolaymış neden çalışmazmışım oğluma söylediğim gibi bu dünyada en kolay iş ders çalışmak inşallah dün ve bugünkü gayretim 3 ,4hafta sürerde yarım dersleri tamamlayabilirim sınav ocakta bakalım nasıl geçecek oğluma gayret gelsin diye başladım inşallah rabbim utandırmasın ona karşı mahcup olmak istemem sonra dilinden kurtulamam:)neyse ben gidiyim ders çalışayım herşey gönlünüzce olsun sevgiler.kendime not: en kısa sürede yoğun kitap okumalrıma geri dönücem :)

15 Aralık 2008 Pazartesi

NASIL OLMALI ZAMANLARIMDAYIM

Hayatım elimden koşar hızla gitmekte hala yolunu bulmaya çalışana küçük bir çocuk kadar şaşkınım ,önceki zamanlardan eksilmiş gibi hissederek,arınarak olması gerekirken eksilmekteyim inatla hem de nedenler,niçinler, nasıllar havalarda uçuşuyor umutsuzluk kokuyor havada,ümidim kalmayan yarınlar çok uzaklardan bakıyor düşüyorum yalnızlık ve güvensizliğin kollarına ,bir labirent dar çıkılması imkansız hayatın bütün ağırlığı omuzlarımdayken çıkmam imkansız artık ışıkta azalmakta ama diyorum böyle olmamalıydı benim hayal ettiğim küçük kız hayallerim böyle değildi böyle bitmemeli elbet kendi başına yaşamayı kalabalıklar içinde tek olsada insan nefes alabilmeyi mutlu olabilmeyi başarmalı çıkmalı labirentten dargın olmadan hayata kocaman bir hayat düşlemeli inadına tüm güzellikleri ondan dileyerek .kalbimdeki acı ve kırgınlığın geçmesi duasıyla .

11 Aralık 2008 Perşembe

Enerjimizi Yutan Kara Delikler

Enerjimizi yutan kara delikleri kapatmayı bilmiyoruz. Ruhumuzdan, bedenimizden ve yaşadığımız mekândan delikli süzgeç gibi enerji (nur) sızdırıyoruz. Üstelik bu enerjiyi (nuru) yeninden kazanmanın yollarını da çoğunlukla bilmiyoruz. Peki bu konuda neler yapılabilir?
* Sizi el açtırıp fakirliğin musibetlerine düşürmeyecek miktarın dışında, ihtiyacınızdan fazla olan parayı istiflemeyin, imkânınız nispetinde Allah yolunda harcayın!
* Kullanılabilir olup kullanmadığınız eşyalarınızı ve giysilerinizi ihtiyaç sahiplerine verin, evlerinizde istiflemeyin! Bunun size kaybettirdiği enerjiyi bilseydiniz, evlerinizi bomboş ederdiniz.
* Giysilerinizde ve eşyalarınızda abartıya kaçmayınız. Özellikle ibadet ettiğiniz odalarınızı olabildiğince sade döşeyiniz.
* Erkekler altına, ipekli ve kadınsı hava içeren giysilere itibar etmesin. Kadınlar için aşırıya kaçmadıkları sürece altın, ipek ve benzerlerini kullanmalarında mahsur yoktur.
* Hayati ihtiyacınız yoksa, kimseden sadaka olarak bir şey kabul etmeyiniz. Sadaka olarak verilenler bir bakıma günahın kiridir, bunu unutmayın! Hediye edilirse o başka. (Hediye edilen herhangi bir şeyi siz de bir başkasına hediye edebilirsiniz. )
* İsraf etmeyiniz, her bir lokmanın veya her bir kuruşun Allah'ın size nimeti ve ikramı olduğunu unutmayın ve nimete nankörlük etmeyin.. İsraf ettiğiniz her neyse, o şeyin aslında melek yapılı bir varlık olduğunu ve yaradılış amacını yerine getiremeden tarafınızdan dönüşüme uğratılabileceğ ini hatırlayın. Yeryüzü halifesi olduğunuz bilinci ile, o varlığın kemaline ermesine izin verin, bu da merhamettendir.
* Bedeninizi, giysilerinizi, evinizi, banyo ve tuvaletlerinizi daima temiz tutun. Mümkünse sık sık gusl abdesti alın.
* Giysileriniz ve eşyalarınız yıprandıysa mutlaka onarın. Kırık dökük, eski ve yıpranmış eşyaları evinizde bulundurmayın, rızkınızı kapar.
* Tuvaletlerinizin kapakları ve kapıları mutlaka kapalı olsun. Buna çok dikkat edin! Yoksa bu mekânlar evin nurunu kara delik gibi yutar.
* Banyo yaptığınız ve abdest aldığınız yerde herhangi bir pislik (idrar dahil) bulunmamasına dikkat edin!
* Sofraları ve yemek artıklarını orta yerde uzun süre bırakmayın, kaldırın. Mümkünse kalan yemek artıklarını yakın çevrenizdeki hayvanlara verin!
* Çöp kutularınızın ağzını sıkıca kapalı tutun, çöp biriktirmeyin.
* Mutfaktaki yemek ve su kaplarınızın kapakları da kapalı olsun.
* Odalarınızı sık sık havalandırın ve eğer mümkünse oda spreyleri kullanarak kötü kokmasına izin vermeyin.
* Evinizde loş ışıktan kaçının, bol ışıklı olmasına dikkat edin!
* Eşyalarınızı yerleştirirken, hava akımının evinizde kolayca dolaşmasına izin verecek şekilde dizayn edin. Koyu renkleri değil açık ve huzur veren renkleri tercih edin.
* Yattığınız oda dışında evinizde bir tane de olsa yeşil bitki bulunsun! Eğer bahçeniz varsa, yeşillendirip mümkünse ağaç dikmeye çalışın!
* Eğer imkânınız varsa, imkânı kısıtlı olan kişileri sık sık yemeğe davet edin! Kokusu yayılan yemeklerinizden komşularınıza da ikram edin.
* Bir kişi, üzerinize giydiğiniz bir giysiyi veya evinizdeki herhangi bir eşyanızı çok beğendiyse, bunu hal ve hareketleriyle açıkça belli ediyorsa ve eğer onu yeniden alabilme imkânınız da varsa, hemen o şeyi o kişiye hediye edin! (Benden söylemesi!)
* Biri size ihtiyacını açıkça belli ettiyse ve siz o ihtiyacı karşılayabilecek güce sahipseniz, sakın aldırmazlık etmeyin.
* Kıskançlık duygusuna kapıldığınızı hissederseniz, tevhid'i hatırlayıp zikrederek, kıskandığınız kişiye daha iyi olması için dua ederek, bu duygunuzla savaşın!
* Belli dönemlerde evinizin her odasında ayrı ayrı namaz kılın, bu yaptığınız melekleri oraya davet edecek ve negatif varlıkları defedecektir.
* Evinizde beş vakit namaza devam etmeye gayret edin.
* Ramazan ayında orucunuzu mazeretsiz terk etmeyin ve sık sık iftara misafir davet edin.
* Besmele çekmeden yemeğe başlamayın. Besmele ile başlayarak yediğiniz içtiğiniz her şey hayat iksirine dönüşür, sağlık ve şifa olur. Üstelik yemeğiniz az dahi olsa doyarsınız. Ve hamd ve şükürde bulunmadan da sofradan kalkmayın.
* Tuvalet ve banyolarınıza girerken veya gece dışarı çıkarken Euzü Besmele okuyup, destur deyin. Kısaca, Besmele'siz hiç bir işe kalkışmayın..
* Karanlıkta bahçe veya benzeri avlulara pis su nevi şeyler atmayın. Eğer çok gerkirse Euzü Besmele okuyup, destur diyerek bunu yapın.
* Giyinip soyunurken ve banyo yaparken acele edin. Büsbütün çıplak vaziyette uzun süre kalmayın. Üzerinizi mümkün olduğu kadar örtün.
* Allah ismi veya ayetlerin yazılı olduğu tablo ve vb. eşyaları astığınız yer, tuvalet karışısı veya ayak altı olmasın.
* Kıble yönünde mümkün olduğu kadar az eşya bulundurun ve bu eşyalar eski ve yıpranmış olmasın.
* Gusl abdesti olmaksızın eşiğinizden üç kereden fazla geçmeyin. Görüştüğünüz, evinize gelip giden kişilere de bunu tavsiye edin.
* Mahremiyete dikkat edin! Hanımlar Allah'ın haram kıldığı ve eşlerinin gönül rızası olmadığı kişileri (kadın veya erkek) eşleri yokken evlerine almasınlar. Bu konu da enerji kaybı açısından çok çok önemlidir.
* Komşularınızın ve akrabalarınızın hallerini ve ihtiyaçlarını sık sık araştırın. Üzüntüleri varsa teselli edip, ihtiyaçları varsa gücünüz nispetinde gidermeye gayret edin.
* Hastaları ve sevdiklerini kaybedenleri ziyaret edip, teselli edin. Onlara yanınızda tatlı ve hafif yiyecekleri hediye olarak götürün.
* Başkalarına zarar vermeyip, zararı yalnız kendinize olan ve geri dönüşü olmayan bir günah işledinizse derhal tevbe edin ve bir sadaka verin. Sadaka miktarı nefsinizi değil, vicdanınızı rahatlatacak kadar olsun. Eğer sadaka verecek durumunuz yoksa nafile oruç tutun. Bunun sayısı da yine vicdanınızı rahatlatacak kadar olsun ve mümkünse tek sayılı rakam olsun. (Şer'i olarak bu ölçülerin miktarı bildirildiyse, onlara uyun)
* Önemli bir işinize başlamadan önce de bir ihtiyaç sahibini sevindirip duasını almaya çalışın.
* Bir fincan kahvenin hatırı kırk yıl olmasa da mutlaka Allah indinde bir hakkı vardır. Size iyilik eden kişilere nankörlük etmemeye gayret edin. (Reddederse mazursunuz)
* Komşularınızın hakkına tecavüz edecek davranışlardan da kaçının, kul hakkına girer ve enerjinizi emer.
* Gıybet etmeyin ve evinizde de gıybet edilmesine izin vermeyin, çünkü gıybet edilen mekâna pislik yağar. (Gıybeti edilenlerin günahlarından kaynaklanan negatif enerji hücum eder)
* Bilmeden bir zarar verdiğiniz kişiler olduğunu da düşünüp, o meçhul kişilerin gıyabında hayır dua edin. En azından bunu yapmak elinizden gelir. Eğer zarar verdiğiniz kişiyi biliyorsanız, verdiğiniz zararı telafi etmeye gayret edin, ki gönlü alınsın. Gıybet ve kul hakkı en çok enerji kaybettiren iki şeydir, buna çok önem verin.
* Evinizde sık sık Kur'ân okuyun, Allah'ı zikredin, dostlarınızla ilmi sohbetler yapın. Bu şekilde evinize nur yağar.
* Bilerek veya bilmeyerek Allah'a eş koştuklarınız da enerjinizi emip tüketir. O varlık bunu yapmasa da siz enerjinizi ona yönlendirirsiniz bilmeden.
* Daima Tevhid gerçeği doğrultusunda, "önce ben" diye değil, "önce sen" diyerek yaşayın.


Allah cümlemizi nuruna gark etsin!

10 Aralık 2008 Çarşamba

Bayram değerlendirmesi:) SÜPERRRRRRR

Bu bayram uzun zamandır gitmek istediğimiz birçok aile dostumza ziyaret fırsatı bulduk,memlekette çalmadık kapı bırakmadık :)valla doğru ,çok şükür işler bitti ,ziyeretler tamam sadece koca bayramda annemi göremedim eşiyle gezmelere gittiği için neyse 2 defa gittim benden günah gitti :)demi ama çok güzeldi dünür teyzelerimiz de sofarlar kurduk yemekler çaylar sohbetler valla kendimzi gurmeler gibi hissettik ,her sofrada farklı lezzetler kalabalık bir gurupla gezdik ama kapılar her daim açıktı güleryüzle karşılandık uğurlandık,ama bayram sonu bukadar kişi gitsek eminim gözden bakıp açmayabilirler haklı olarak :))sayı vermemk daha doğru burda kimseyle polemiğe girmeyelim:)o kadar kişi gezilirmi diye :)valla bu arada kayınvalideme hiç yardım edemedik doğruya doğru hatun kendi işini gördü hasta hasta aslında üzüldüm ama yetişmek mümkün değil.Cuma günü akşam bizde toplanılacak küçük eltim (canım kardeşim )uşağa gitmeden son kez tüm eltiler, eşler, çocuklar yani 23 kişi :)apartmana duyurulur o gece komşularımın gezmeye gitmeleri kendi ruh sağlıkları açısından iyi olur :)neyse bu günlük aklımdakiler bunlar aslında diğer blogları gezerken bir güzel kardeşimin yazılarında gözyaşlarımı tutamadım her bayram olduğu üzere ilk günü son günü farketmez mutlaka ağlanacak bir durum bulup ağlarım bu bayramda kardeşin babasını ziyaretini resimlemesi hüzünlendirdi o kadar içten ve samimiydiki böyle bir hassasiyetim olmasada ağlardım sanırım sevgiler
http://birkelebekolsam.blogspot.com/

Benim için bayram

Bayram kalabalık ve neşe demek artık çünkü bizim kocaman bir ailemiz var kayınvalidemin 4 oğlu var hepimiz evli amca gelinlerimiz var 2 tane bir görümcemiz yengelerim amcalarımla bir bayram yemeğinde 30 kişiyi aşan bir soframız,anlatılmaz yaşanır bir mutluluğumuz var .Bizim için yaşın ilerlemesiyle sevdiklerimizin toplandığı onlara doyum ,muhabbet günleri ,çocuklarımız için bizim çocukluk zevklerimiz,mutluluklarımız,büyüklerimiz için evlat ve torunların toplantı sevgi günleri ,gittikçe alınana lezzet değişiyor sanırım rabbimden evlatlarımız büyüdüğü günlerdede bu sevinçli günlerin devam etmesi sağlıklı ,huzurlu, başarı dolu yıllarla gelsin inşallah ,herkese gönlündeki bayramları diliyorum.

7 Aralık 2008 Pazar

Bayramınız mübarek ola

Kurban bayramınız mübarek olsun sevdiklerinizle mutlu bayramlar dilerim.ALLAH tüm müslümanların kurbanlarını,niyetlerini kabul etsin .Dualarınızda unutulmamak duasıyla.sevgiler

5 Aralık 2008 Cuma

ÖLÜM

Bir anda uykudan kalktim
çok ilginç bir ışık gördüm ama odanın ışığı kapalıydı
bir baktım saat 3:30 gece facir vakti
peki gördüğüm bu kadar ışık nerden
birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde
hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum
tekrar elimi duvara dogru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!

bir gülümseme sesi duydum

Yüzümü kardeşime dogru çevirdim, yatıyordu
korku içinde yatağımdan kalkıp kardeşimi uyandırmaya gittim
ama cevap vermedi
annemin odasına doğru gittim
babamı uyandırmaya çalıştım

birilerinin bana cevap vermesini istiyorum ama kimse cevap vermiyordu

annemi uyandırmak üzereyken, baktım ki annem uykudan uyandı

uykudan uyandı ama benimle konşmuyordu
bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu

babamı uyandırdı, kalk kalk bir bakalım çocoklara dedi annem

şimdi zamanımı bırak uyuyayim yarın ola hayr ola dedi babam

ama annemin israrı üzerine babam kalkıverdi şaşkınlık içerisinde beraber odamıza doğru geldiler

başladım bağırmağa, anne, baba ama hiç birisi cevap vermiyordu!!!

annemin elbisesini çekiyor beni dinlemesini istiyordum ama annem beni hissetmiyordu!!!

başladım annemin arkasından yürümeye ta bizim odaya kadar

odamıza girdi ve ışıkları açıverdi
ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı

tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım
kendi vücüdumu gördim!!!

evet kendi vücüdumu

oturup kendi kendimi seyredıyordum, iki taneydim

kendi kendime soruyordum kimdir bu acaba? Nasılda bana benziyor!!!

başladım kendi kendimi uyandırmaya, bu kabustan kurtulayım diye

ama uyanamadım
babam dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim

ama annem sakin olamadı ve benim uyuduğum yatağa doğru gelerek

beni uyandırmaya başladı kalk muhammed kalk bana cevap ver

ama cevap veremiyordu!!!

bir kaç defa uğraştı ama yok. Birden baktım ki babamın gözlerinden yaşlar dökülüyor

o babam ki şimdiye kadar onun göz yaşlarını görememiştim

bağırışmalar başladı oracık yerden .. kardeşim uyandı ve sordu ne oldu?

annem ona bağırarak, abin muhammed olmüş çok acıklı bir şekilde ağlıyordu
bağırmalar fazlalaştı

anneme giderek, anne ağlama ben burdayım bak bana!!

ama kimse bana cevap vermiyordu, neden?

oturup bağırmaya başladım, burdayım bakın işte

ama kimse cevap vermiyordu

başladım bağırmaya ya rabbi, ya rabbi ne olur beni bu rüyadan ve olduğum durumdan kurtar
uzaktan bir ses duydum ve geldikçede yükseliyordu

bu ses allah’u taalenin bir ayeti idi
((andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir))

birden iki kişi beni tuttular, ama insan değillerdi

çok korktum !!

başladim bağırmaya, bırakın beni, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz?

kabire kadar senin gardiyanlarınız dediler
ben ölmedim, daha yaşıyorum dedim

neden beni kabire götürüyorsunuz? bırakın beni!! Ben hissediyorum, konuşuyorum ve görüyorum, ben ölmedim

bana gülümseyerek cevap verdiler

dediler ki, ey insanlar sizzler çok ilginç yaratıksınız, sanıyorsunuz ki ölüm hayatın sonudur ama bilmiyorsunuz ki asıl olan sizin yaşadığınız hayat bir rüyadan ibaret olup öldüğünüz zaman uyanıyorsunuz.

beni kabire doğru çekiyorlardı hala

yoldayken baktım ki benim gibi insanlar ve yanlarında da aynı o iki yaratıktan var, kimi ağlayor kimi gülüyor ve kimi ise bağırıyordu

onlara sordum neden böyle yapıyorlar?


dediler ki, bu insanlar şaşkınlık içerisindeler, nereye gittiklerini biliyorlar, kimisi dalalettedir.. korku içinde sözlerini keserek sordum:

ateşe gidiyorlar mi yani?
evet dediler '

konuşmalarına devam ederek, o gülenler ise cennete gidiyorlar

hemen sordum onlara, peki ben nereye gidecem??

dediler ki, sen bazen iyi gidiyordun, bazende kötü

bazen tövbe edip ertesi gün günah işliyordun ve izlediğin yol tam olarak belli değildi

ve hep öyle yitik kalacaksın

sözlerini korku içerisinde keserek sordum:

yani ben ateşemi gidiyorum yoksa

Onlarda, Allahın rahmeti geniştir ve yolculukta uzundur dediler
yüzümü çevirdim korku içerisinde baktım ailem, babam, amcam, kardeşlerim ve akrabalarım hepsi

Bir sandık içinde beni taşıyorlardı

Onlara koiarak gittim ve onlara dedim ki benim için dua edin lütfen

Ama kimse bana cevap vermiyordu
kimi ağlıyordu kimi ise hüzünlüydü
Kardeşime giderek, dikkatli ol dünyanın fitnesi seni kandırmasın

Beni duymasını çok isterdim

O iki melek beni kabirdeki cesedimin üzerine bağladılar

baktım ki babam toprak atıyor üzerime

Kardeşlerim topak atıyor

Ordaki insanlar hepsi üzerime toprak atıyordu
dedim ki, ahh keşke onların yerinde olsaydım Allaha tevbe etseydim

dün sabah namazımı kılsaydım.

Keşke her gün rabbime dua etseydim

Keşke her gün tevbemi yenileseydim

Keşke kötülüklerden uzak dursaydım

Başladım bağırmaya, ey insanlar dikkatli olun dünya hayatı sizleri kandırmasın
en azından birisinin beni duymasını çok isterdim

Peki sen beni duyuyormusun ???

süphanallah ve bihamdihi.. süphanallahul azim

REFLÜYE ÜLSERDE EKLENİRSE

Evet reflüye ülser eklernise bütün gece hastanede ağrıyla kıvranarak geçirilip 2 iğne 2 serum yenilir olmadı yüksek dozda iğne yapılıp havalarda uçar gibi eve gelinir fakat ağrı hafiflemiştir sadece.Dün gecenin kısa özeti budur benim hayatımda bütün gün iğnenin etkisiyle uyudum halada uykum var bayram sonu kapsamlı bir tedavi olunması gerekiyor gece ağrılarına ve hastane mesailerine son vermek için sevgiler

30 Kasım 2008 Pazar

Muhteşem Fırsat: Zilhicce'nin On Günü; Leyali-i Aşere

Ramazanın yarısından sonra başlayan ayrılık hüznü, Kadir Gecesi’nden sonra artar ve son teravih-son oruçla birlikte zirveye çıkar. Artık rahmet ve mağfiret ayı bitmekte, bire bin verilen geceler veda etmektedir. Maneviyata duyarlı nice mü’min gözyaşı döker, hatta bayramı buruk geçirir.

Şevval ayında tutulan altı oruç acılı yüreklerimizi bir derece teskin eder. Sanki Ramazan’ın küçük bir uzantısını yaşarız. Kurban Bayramı’ndan önceki Zilhicce’nin ilk on günü ise, Ramazandaki bol sevaplı ve çok feyizli ibadetlerden ayrılan mahzun gönüllerimize âdeta bir “teselli armağanı”dır. “Keşke Ramazan biraz uzun olsaydı…” ya da “Ah, Ramazanı hakkıyla ihya edebilseydim…” diye yanan gönüllerimize muhteşem bir fırsattır bu on gece.

Kur’an-ı Kerim’de Fecr Suresi’nin başında, “On geceye yemin olsun ki…” ifadeleriyle bahsedilen bu on gecenin ne muazzam bir hazine olduğunu ne yazık ki hakkıyla bilemiyoruz. Bazı kaynaklarda bu on gecenin Ramazan’ın son on günü veya Muharrem’in onuncu gününe (Aşure Gününe) kadar olan on gün olduğu kayıtlı olsa da genel görüş ve kabul, bu mübarek on günün Zilhicce ayının ilk on günü olduğudur. Yani her senenin Kurban Bayramından önceki ilk dokuz günü ve Kurban bayramı günü olmak üzere tam “on gün”

Zilhicce, umumi af ve bağışlanma ayıdır

Kamerî ayların 12’ncisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma ayıdır. İşte bu mübarek ayın yukarıda da ifade ettiğimiz birinden onuna kadar olan zaman dilimi “leyâli-i aşere”, yani on mübarek gecedir. Onuncu gün Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.

İşte bu günlerin kıymetini anlatan Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) muhteşem müjdesi:

“Allah'a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesine denktir.” (Tirmizi: Savm, 52; İbn Mace: Sıyam, 39)

Demek ki, bugünlerde tutulan bir oruç, 360 gün oruca bedel olabilir. Rabbimizin rahmet ve bereketi o kadar coşmaktadır ki, bir günlük oruca bir yıllık oruç sevabı vermektedir. Böyle güzel ve tatlı bir müjdeye ilgisiz kalmak mümkün mü? Bu gecelerin Kadir Gecesine benzetilmesi ise, ayrı bir güzelliktir. Çünkü, Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır ve 83 yıllık ibadete bedeldir.

Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin

Yine Efendimizden (s.a.v.) harika bir teşvik cümlesi:
“Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!” (Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)

Tesbih, sübhanallah; tahmid, elhamdülillah; tehlil, lâilâheillâllah; tekbir ise Allahu ekber demektir. Tesbih, tahmid ve tekbirin namazın çekirdekleri hükmünde olduğunu düşünürsek, bugünlerde nafile namazları arttırmanın ne kadar büyük sevap olduğunu anlayabiliriz.

Yukarıdaki hadisi destekleyen şöyle bir rivayet daha vardır: “Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevimli olsun…” (Tirmizi, Savm: 52; Darimî, Savm: 52)

İbni Abbas'ın şu rivayeti ise, bugünlerdeki ibadetin cihattan bile faziletli olduğunu gösteriyor:

Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu:
“Allah katında içinde bulunduğumuz şu günler (Zilhicce'nin ilk on günün)deki salih amelden daha sevimli (salih amelin bulunacağı) başka günler yoktur.”
Sahabeler, sordular:
“Ya Resulallah, Allah yolunda cihat da mı?”
Resulullah (s.a.v.) cevap verdi:
“Evet, Allah yolunda cihat da. Meğerki bir adam canıyla ve malıyla cihada çıkıp da kendisine ait mal ve candan hiçbir şeyi geri getiremez olursa, o başka.” (İbni Mâce, Sıyam: 39.İbni Hacer, 5:119)

Buna göre, cihada çıkıp malını feda edip kendisi de şehit olan kimsenin ameli bu on gündeki amelden daha faziletlidir.

Arefenin yeri başkadır

Bugünlerde oruç tutup, gündüzünü ve gecelerini de ibadetle geçirmek hem affa, hem de büyük sevaplar elde etmeye vesile olur.

Bu on gün içinde Arefe gününün yeri ise bambaşkadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Arefe günü tutulan oruç hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)

Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman, Arefe günü kardeşi Hz. Aişe’nin (r.a.) huzuruna girdi. Hz. Aişe oruçlu olduğu için hararetten dolayı üzerine su dökülüyordu. Abdurrahman ona:
“Orucunu boz” dedi. Hz. Aişe:
“Resulullahın (s.a.v.), ‘Arefe günü oruç tutmak, kendisinden önceki senenin günahlarına keffaret olur’ dediğini işittiğim halde iftar mı edeyim?” dedi. (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 458)

“Keffaret olur”, günahları örter, affettirir, demektir. Bizim gibi neredeyse bir günah denizinde yüzen ahir zaman Müslümanları için bundan daha büyük bir müjde olabilir mi? İşte af ve mağfiret fırsatı!

Başka bir rivayette ise Hz. Aişe şöyle demiştir:
“Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 460)

Demek ki, bir günlük arefe orucu, üç yıllık normal günlerde tutulan oruç sevabına denktir.

Efendimiz, bugünün faziletini şöyle anlatır:
“Arefe günü gelince, Yüce Allah rahmetini saçar. Hiçbir gün o günde olduğu kadar insan cehennemden azat olunmaz. Kim Arefe günü gerek dünya ve gerekse âhiret ile ilgili olarak Allah’tan bir şey isterse, Allah onun dileğini karşılar.”

Yine konuyla ilgili bir hadis şöyledir:
“Arefe gününden daha faziletli bir gün yoktur. Allahü Teala o gün, yer ehli ile meleklere karşı övünür ve (Arafat’taki hacıları kast ederek) şöyle buyurur:
‘Kullarıma bir bakın. Saçları başları dağınık, toz toprak içinde her uzak ilden bana geldiler. Bu hâlleri ile onlar, rahmetimi ümit etmekteler, azabımdan dahi korkmaktalar. Şahit olunuz, onları bağışladım. Onların yerlerini cennet eyledim.’
Melekler derler ki:
‘Onların arasında biri var ki; yalancıktan bu işi yapar. Falan kadın da öyle.’
Allahü Teâla şöyle buyurur:
‘Onları da bağışladım.’

Arefe günü olduğu kadar, hiçbir gün cehennemden daha çok azat edilen olmaz.”
Bu arada şunu hatırlatalım: Hadislerde zikredilen Zilhicce'nin ilk on gününden maksat ilk dokuz günüdür. Çünkü Zilhicce'nin onuncu günü Kurban Bayramı’nın birinci günüdür, bugün oruçlu olmak caiz değildir; ancak o gün de ibadet günüdür. Müstehap olan oruç, Kurban Bayramı’ndan önceki ilk dokuz gündür. On geceye ise, Kurban Bayramı’nın gecesi dahildir. Çünkü geceler önce gelmektedir.
Ayrıca Zilhicce'nin sekizinci gününe “terviye günü” dokuzuncusuna “Arefe günü”; Kurban bayramı gününe (onuncu güne) “nahr=kurban günü”, ondan sonraki üç güne de “teşrik günleri” denilmiştir.

Bu günlerde kazası olmayanlar, beş vakit namaza ilaveten nafile ibadetlere de ağırlık vermelidirler. Kazası olanlar ise daha çok kaza namazları kılmalıdırlar.

Bu on günü hangi ibadetlerle değerlendirmeliyiz?

Her şeyden önce her zaman ve zeminde en vazgeçilmez ibadet olan beş vakit namazı asla ihmal etmemeliyiz. Çünkü, hiçbir nafile ibadet farzların yerini tutamaz. Namazlarda cemaate katılmak için gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile eda etmeliyiz. Mümkünse bugünlerde oruç tutup zamanımızı Kur’an, istiğfar, salavat, zikir ve dua ile geçirmeliyiz. Her zaman yapamayanlar bile hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüt gibi namazları kılmalı, affa nail olmak için çırpınmalıdır.

Hatta affa ve rızaya nail olmayı hedef kabul ederek, bu on günü sanki Ramazan’ın son on günüymüş gibi geçirmeliyiz. Buna güç yetiremeyenler, hiç değilse arefe gününü ve bir gün öncesini oruçla ve ibadetle geçirmelidirler. On gece içinde, bilhassa terviye, arefe ve bayram gecelerini ihya etmenin özel bir yeri vardır.

Arefe günü bin İhlâs Suresi okumak çok faziletlidir. Çünkü arefe, tevhidin, azamet ve kibriyanın tam hissedilip ilan edildiği gündür. Bunun için Arefe gününün sabah namazında başlayıp bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar 23 vakit farzlardan sonra teşrik tekbirlerini getirmek vaciptir. Hatta bu tekbirleri on gün içinde müsait oldukça söylemek büyük sevaptır.

Bugünlerde milyonlarca mü’min haccetmek için mukaddes topraklara gitmiş, kimi Kâbe’yi tavaf ediyor, kimi ağlayarak dua ediyor, kimi Medine’de Ravza-yı Mutahhara’da gözyaşı döküyor, kimi zikir ve dua ile sa’y ediyor, kimi Makam-ı İbrahim’de gözyaşıyla namaz kılıyor, kimi Mültezem’de af için yalvarıyor… Hepsi kendileri ve mü’minler için af, mağfiret, rıza, tevfik ve hidayet istiyor. Arefe günü ise, hepsi Arafat’a gelmiş, “Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk” sadalarıyla asumanı inletiyor, gözyaşıyla kıldıkları namaz ve ettikleri dua ile Rabbimizin rahmetine sığınıyor.

İşte kendimizi hayalen hacda hissetmek, onları izleyerek kendimizi onların içinde saymak yoluyla manevî bir hâl kazanabiliriz. İnşallah dua ve ibadetlerimizin hacıların yaptıkları ubudiyete dahil olmasını ümit ederek ibadet edelim.

Şunu da unutmayalım ki, hadislerde verilen müjdelere nail olmak için o günleri nicelik ve nitelik olarak en üst seviyede değerlendirmemiz gerekir. Böylece bambaşka bir halete bürünür, ibadetin hazzını yaşar, inşallah Kurban Bayramı’na affedilmiş olarak girebiliriz.

-“Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!” (Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)

- Kamerî ayların 12’ncisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma ayıdır. Bu mübarek ayın birinden onuna kadar olan zaman dilimi “leyâli-i aşere”, yani on mübarek gecedir. Onuncu gün Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.

- Bu on günde beş vakit namazı asla ihmal etmemeliyiz. Namazlarda cemaate katılmak için gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile eda etmeliyiz. Mümkünse bugünlerde oruç tutup zamanımızı Kur’an, istiğfar, salavat, zikir ve dua ile geçirmeliyiz. Her zaman yapamayanlar bile hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüt gibi namazları kılmalı, affa nail olmak için çırpınmalıdır.

On Günlük İhyanın Püf Noktaları

- Birçok insan bugünlerin kıymetini bildiği halde günlük işlerin ve ilişkilerin içinde tam bir ihya programı yapamıyor. Ya unutuyor ya dünya işlerine zaman ayırıyor ya da tam istifade edemiyor. Bunun için şu basit, ama etkili tavsiyelere dikkat edin:

- Her yılın Kurban Bayramı öncesi 9 günü ile Kurban Bayramı gününü yani Zilhicce’nin ilk on gününü ajandanıza veya her gün gördüğünüz bir yere not edin.

Bu on gün içinde sizi meşgul edecek misafirlik, yolculuk ve yorucu işlerden uzak durun. Bu tür programları ya öne alın veya erteleyin.

- Seçici olmadan maç, dizi, haber izlemek gibi boş ve sizi ilgilendirmeyen işlere zaman ayırmaktan her zaman kaçının; bu on günde ise daha bir titiz olun.

- Bugünlerde sağlığınıza özel bir önem verin ki, ibadet ve zikirden geri kalmayın. Ameliyat ve uzun tedavileri bugünlere denk getirmeyin.

-Eğer ev hanımı, emekli, yaşlı gibi mesaiye bağlı bir işiniz yoksa bu on günü sanki i’tikafa girmiş gibi dolu dolu geçirin.

- Öğrenci, memur, işçi gibi belirli bir uğraşınız varsa, mümkün olduğu kadar izin ya da tatil günlerinde oruç ve ibadete ağırlık verin.

- İş, okul vs. sizi mutlaka meşgul etse bile aralardaki “ölü zamanları” değerlendirin. Bunlardan kastımız, iş ve okula gidip gelirken, teneffüs, sıra bekleme gibi durumlardaki boş zamanlardır. Bu zamanları Kur’an, salavat, dua, istiğfar ve zikirle değerlendirin.

- Yanınızda sürekli küçük ebatlı bir Kur’an veya bir evrad kitabı taşıyın. Boş zamanlarda birkaç sayfa bile okusanız kârdır.

- Kur’an okumasını bilmeseniz bile, ezberinizde olan sureleri defalarca okumanız büyük sevaptır.

- Bu on gecede daha az uykuyla idare edin ve uykunuzu kaçıracak çay, kahve gibi içecekleri daha çok tüketin.

- On günün tümünde oruçlu olamadıysanız fırsat bulduğunuz gün Cuma’ya denk gelse bile yine oruç tutun. Çünkü, başka günlerde tutmaya imkanı olduğu halde Cuma günü tutmak mekruhtur. Öyle bile olsa, mekruh sevabından biraz eksilir demektir, yoksa hiç tutmayan zaten hiç sevap kazanmamış olur.

- Zaman kazanmak için bayramlık ve kurbanlık alış verişini önceden yapmaya çalışın.

Kaynak: Moral Dünyası Dergisi

27 Kasım 2008 Perşembe

salavat

Efendimiz Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki : Dua sema ile arz arasında durur. Bana salat okunmadıkça, Allah'a yükselmez. Beni hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve salat okuyun. Tirmizi, Salat 532 www.ankebut.net

Utaniyorum Allah'im..

..Ondört asir önce cekilen eziyetleri hayirtayip, cekilenleri bilince..
..Sacma sapan sebepleri sorunmus gibi büyüttügüme..
..O Allah dostlarinin cektikleri onca cileye ve yilmadiklarini düsününce..
..Utaniyorum yildigim o günlere..
..Sebepsiz üzüldügüm "care"li caresizliklerime..
..Imkansiz sandigim her bir seyi önüme sunulmus görünce..
..Utaniyorum, kimsem yokmus gibi yakindigim günlere..
..Annem babam oldugu halde hemde..
..Oysa Sultanlar Sultaninin (s.a.v.) ne annesi oldu ne babasi..
..Bunun icin ezigim ki öyle..
..Imkanim ve zamanim oldugu halde degerlendiremedigim günlere..
..Cahiliye dönemini yasamisiz diye..
..Utaniyorum, uykumu ibadetime tercih ettigim gecelere..
..Rabbe en yakin vakit gecedir, bunu bile bile hemde..
..Duanin red olunmadigi, o essiz gece vakitlerinde,
..Alnimi seccademde yeterince tutamadim diye..
..Elimi dua icin acamadigim gün ve gecelere..
..Utaniyorum, Rabbimin ve Resulünün (s.a.v.) adini yeterince anamadim diye..
..Yemek yerken, ac kalanlari hatirliyamadigim günlere..
..Bir kac hurma ile doyan Resul-i Ekrem'i ve Ashabini bilince..
..S1k1ntiyi dert ettigim "s1k1ntisiz" halime..
.."S1k1nt1 nedir, bilmedik ki.." gercegini bilince hemde..
..Sükretmeyi unuttugum anlara, acziyetime..
..Her seye utaniyorum iste..
..Kusursuz ni'metlerle yasadigimiz icin sükredecegimize,
..Ni'metleri görmeyen körlerden oldum diye..
..Utaniyorum, her yeni bir kiyafet aldigimda,
..Senelerce ayni kiyafetiyle dolasanlari göremedim diye..
..Utaniyorum aynaya her bakisimda..
..Kusursuz yaratildigimizi farkedemiyoruz diye..
..Utaniyorum, bilmediklerimi simdi bilmeye,
..Görmediklerimi simdi görmeye..
..Cok utaniyorum Allah'im.!
..Senden bir sey istemeye..
..Derim hep, "istemek" benden, vermek "isteme hissini verenden" diye..
..Simdiye kadarki hicbir istegimi bu kadar eziklikle istemedim..
..Rabbim, dünyada utandim, Ahirette utandirma..
..Huzurunda utandirma...
..Yine de utaniyorum isterken..
.."Ben layk miyim diye..
..Ilahi, Sen icleri en iyi bilensin..
..Affet, merhamet et..
..Azabindan koru..

keramet

Bayezid-i Bistâmî şöyle anlatır:
Birgün Dicle nehrinden karşı tarafa geçecektim. Yanına varınca Dicle'nin iki yakası, bana yol vermek için birleşti. Derhal kendimi toparladım ve Dicle'ye şöyle dedim:
"And olsun ki, ben, buna kanmam. Zîrâ sandalcılar bir adamı yarım akçeye geçiriyorlar. Ama sen, otuz senelik amelimi istiyorsun! O hâlde mahşer için hazırladığım amel-i sâlihlerimi aslâ burada yarım akçeye verip ziyan edemem. Bana Kerîm lâzım, kerâmet değil!"
HİSSE:
Nefse hoş gelen bir fiil olarak kerâmet, gerçek Hak dostlarının büyük bir hassâsiyetle üzerinde durdukları bir meseledir. Zîrâ kerâmeti bir kenara koyup bir anlık zorluğa katlanmanın bedeli, ya geçici bir yorgunluk ya da üç-beş kuruş masraf veya kulların gözüne meçhul kalmaktır. Ancak kerâmete sarılmanın bedeli ise, bazen o âna kadar yapılan amel-i sâlihlerin tamamıdır ki, bu insanı yüceliklere eli boş götüren bir gönül iflâsıdır. Onun için bütün ârifler, Hakk'ın murâd etmesi müstesnâ, halkın rızâsını ve takdîrini kazanmak demek olan kerâmete aslâ meyletmemişler, dâimâ Kerîm olan Mevlâ'nın rızâsını tahsîle gayret etmişlerdir.
Bu meyânda evliyâullâhın büyüklerinden Sehl bin Abdullâh et-Tüsterî, ne güzel buyurur:
"Kerâmetlerin en büyüğü, kötü huyları, iyi huylarla değiştirmektir. Üstelik bazı kerâmetler, ağlayan çocuklara oyalansınlar diye verilen bir oyuncak gibidir. Bunu velîler değil, ancak gaflet erbâbı arzu eder. Onlar bununla oyalanır ve nicelerini de oyalarlar."
Onun için her dâim en mühim mesele, Cenâb-ı Hakk'ın:
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd, 112) buyruğunu îfâdır.

ZİLHİCCE NİN 10 GÜNÜ 29 kasımda başlıyor

Kur'ân-ı Kerim'de Fecr sûresinde "Ve on geceye yemin olsun." ifadesinde kastedilen on gece bazı kaynaklara göre Ramazan ayının son on günü veya Muharrem'in ilk on günü olarak belirtilse de genel goruş, bu mubarek on gunun Zilhicce ayının ilk on günü olduğudur.

Kamerî ayların onikincisi olan Zilhicce ayı, Islâm'ın beş esasından olan hac ibadetinin yerine getirildiği aydır. Bu mubarek ayın 1'inden 10'una kadar olan zaman dilimi "leyali-i aşere", yani on mübarek gecedir. 10'uncu gun ise Kurban Bayramının ilk günüdür. Peygamber Efendimiz (sav) bugünlerin önemini şöyle ifade ediyor:

"Salih amellerin Allah'a en ziyade sevgili olduğu günler bu on gündür! Ondaki her bir günün orucu bir yıllık oruca (sevapça) eşittir. Ondaki bir gece kıyamı (ibadetle ihya edilmesi) Kadir gecesinin kıyamına (ihyasina) eşittir."

Peygamber Efendimizin zevcesi Hafsa (r.a) diyor ki:

"Resulullah (sav) dört şeyi terk etmezdi: Aşure günü orucu, Zilhicce'nin on günü orucu, her ay üç gün orucu ve sabahın iki rekât sunneti."

Ebu'd-Derda (r.a) Zilhicce ayının önemini şöyle anlatıyor: "Zilhiccenin ilk 9 günü oruc tutmalı, çok sadaka vermeli, çok dua ve istiğfar etmelidir. Çünkü Resulullah (sav):

"Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun" buyurdu.

Zilhicce'nin ilk dokuz günü oruc tutanın, ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çocuğu belâlardan korunur, günahları affedilir, iyiliklerine kat kat sevap verilir, ölüm anında ruhunu kolay teslim eder, kabri aydınlanır, Mizan'da sevabı ağır basar ve cennette yüksek derecelere kavuşur." (Sir'a)

Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kiymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi (Subhanallah), tahmidi (Elhamdulillah), tehlili (La ilahe illallah) ve tekbiri (Allahu ekber) çok söyleyin! (Abd b. Humeyd, Musned

21 Kasım 2008 Cuma

ACI

Acıda olsa doğruyu söyleyiniz.


Hz.Muhammed

Dünyada her şeyi, bir gün, acı ile kaybetmek için kazanırız.


Schiller

Öğrendikten, sevdikten sonra daha çok acı çekeceksiniz.


Victor Hugo

Dünya zevkleri acıdan başka bir şey doğurmaz.


Balzac

Dünyada biricik acı, sevildiğini sanmamaktır.


Emile Zola

İnsan ya acılarını unutmasını, ya da kendi mezarını kazmasını bilmeli.


Balzac

Hangi acı sevmenin verdiği acıdan daha asil daha değerlidir.


George Sand

İçiniz kor gibi yanarken susmak , acıların en beteridir.


F. Garcia Lorca

Bazı acılar ilaç yerine geçer.


Shakespeare

Acı, akıllı adamların hocasıdır.


Byron

Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir.


Seneca

Acı, bilgidir.

13 Kasım 2008 Perşembe

Kendimi çok kötü hissettim bilin bakalım neden ?

Efendimiz Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki : İnsanların en hırsızı, namazdan çalandır, buyurdu. Nasıl çalar yaRasûlallah? denildiğinde: Rükû ve secdeleri tam yapmaz. (Namazı tadil-i erkana riayet etmeden çabuk çabuk kılar). İnsanların en cimrisi de,selam vermekten kaçınandır. (Taberani)

12 Kasım 2008 Çarşamba

Üzüntüsüz yaşa...

Hayat, bakış açısından ibarettir. Üzüntümüz de, sevincimiz de hayata baktığımız pencereye göre değişir.
Sahi, siz hayata hangi pencereden ve ne açıdan bakıyorsunuz?
Eğer mutlu değilseniz, hayata baktığınız pencereyi değiştiriniz.
Üzüntülerden kurtulamıyor ve sürekli sıkıntıların kıskacında eziliyorsanız, hayata bakış açınızı hemen başkalaştırınız.
Tanıdığım öyle insanlar vardır ki, hayata daima olumsuzluk penceresinden bakarlar. Hep kötüyü, eksiği, bozuğu görürler. Böylece içlerinde, sürekli olumsuzluğu biriktirmiş olurlar.
Onlara göre her şey, her zaman kötüdür. Hayat felaketlere gebedir. İnsanlar gittikçe kötüleşmekte ve insanlıktan çıkmaktadır.
Her insanı bir kötülük odağı olarak gören böyle birinin, üzüntüden kurtulabilmesi ve mutluluğu yakalaması mümkün müdür?
Herkesten ve her şeyden daima kötülük bekleyen bir insanın, huzurlu olması imkansızdır. Çünkü, ona hiç kimseden zarar gelmese de, içindeki bu kötülük beklentisi ona kötülük olarak yeter de artar.
Aslında, "Herkes kötü" diyen kendi kötülüğünü göstermiş olmaz mı?
Beklentileri hep olumsuz olan, biraz da kendi iç dünyasını göstermiş olmaz mı?
Zira kötülüğü bekleyen, onun yapılabilir olduğunu düşünendir.

Olumlu bakmak uyumlu olmaktır
Kendisini hep iyiliğe ayarlamış olan, herkesi de kendisi gibi bilir. Bu sebeple de kötülük beklentisi sınırlıdır. Hatta her geceyi Kadir, her rastladığı kişiyi de Hızır sanır. Gördüğü düşü hayra yorar. İyilik ve güzellik yorumu mümkün oldukça, kötülüğü hayaline bile getirmez. Kötülere karşı bile kötüleşmeyi asla düşünmez.
Kötülere acır.
Onlara da yardıma hazırdır. Dünyada kötü ve kötülük kalmasın diye hep duadadır.
Gözü, bardağın dolu yanındadır.
Olumluyu görür, anlatır. . .
Olumlu bakmak, uyumlu olmaktır.
Olumluyu gören, söyleyen, öven; olumlu hâlleri çoğaltandır.
İç dünyasındaki olumluluk hâli, bakış açısını oluşturur. Zira, "Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır."
Hayata olumluluk penceresinden bakan, hep iyi dileklerde bulunur. İyilik temennisi iyidir. Önce sahibini iyileştirir. Evvela dilek sahibinin içini iyileştirir. Bu sebepledir ki, iyilik dileyen iyilik bulur.
Çünkü, dilekler dualaşır, dualar gerçekleşir.
Yüce Yaratıcı bu alemde öyle bir gönül sistemi kurmuştur ki, iyi olmak için, iyiliği herkes için istemek gerekiyor. Sadece kendi iyiliğini isteyen benciller, bunu asla başaramıyorlar.
"Ben penceresi"nden bakmayın
Bilge hükümdar, bencil miskinlerle, gönül ehli dervişler arasındaki farkı ortaya koymak için şu denemeyi yaptırmış.
Tembelhanelerinden topladığı bencil kişileri bir araya getirtmiş ve gün boyu aç bıraktırmış. Sonra da kocaman bir çorba kazanını ortalarına koydurtmuş. Miskin benciller hemen hırsla kaşıklara saldırmışlar. Kocaman kaşıkları çorba kazanına daldırmışlar. Ancak çorba dolu kaşıkları ağızlarına götürememişler. Çünkü kaşıkların sapı neredeyse bir metreye yakınmış. Bu sebeble çorba dolu kaşıkları ağızlarına götürememişler. Yiyemedikleri çorba üstlerine başlarına dökülmüş, çorba kazanına düşmüşe dönmüşler, perişan olmuşlar, aç kalmışlar.
Bencil miskinlerden sonra, dervişler getirilmiş. Aynı şekilde, gün boyu aç kalmış olan bu fakir insanlar, görünüş itibariyle öncekilere benziyormuş ama, gönül bakımından apayrı ve bambaşka imişler. Çorba kazanının etrafına oturmuşlar sükunetle. Bir kazana bakmışlar, bir de ellerine verilmiş olan uzun saplı kaşıklara. Sonra da bir güzel karınlarını doyurmuş, açlıklarını gidermişler. O uzun saplı kaşıklara rağmen aç kalmamışlar. Çünkü birbirlerini doyurmuşlar. Herkes kendi kaşığını karşısında oturan arkadaşının ağzına uzatıvermiş.
Böylece, karşısındakini fark etmenin, görmenin ve düşünmenin, yani bencil olmamanın faydasını görmüşler.
Hayata "Ben penceresi"nden bakan başkasını göremez. Görse de hâli ile hâllenemez. Netice olarak da bencillikten kurtulamaz.

Bencilliğe karşı dua kardeşliği
Güzeller Güzeli (a.s.m.) bizi bu bencillikten kurtarmak için, bir dua kardeşliğine çağırıyor. Buyuruyor ki, "Günahsız ağızla dua ederseniz, Allah kabul eder."
Sahabe-i Kiram merak edip sormuşlar:
"Ey Allah'ın Elçisi! Kimin ağzı günahsızdır ki?
"Senin ağzın kardeşin için, kardeşinin ki de senin için günahsızdır."
Öyleyse, din kardeşleri birbirleri için dua ederek, kabul edilecek duayı bulacaklardır.
Bu hâl dualarda buluşmaktır.
Dua kardeşliğinde bir ve beraber olmaktır.
Bir başka deyişle, hayata bencillik penceresinden değil, kardeşlik penceresinden bakmaktır.
Bir insanın başkalarına ciddi olarak dua etmesi için, onları önemsemesi ve sevmesi gerekir. Başkasını önemseyen ve seven bir gönül, sevilecek kıvamda bir insan olmuş demektir.
Bu gerçek bize gösteriyor ki, bu hayatta verdiğimizi alırız.
Sunduğumuz bize sunulur.
Ektiğimizi biçeriz.
Öteki için dilediğimiz şey, gelir bulur bizi.
Hz. Mevlana der ki:
Dağ bile, sesine ses verir.
Ya insan…
Senin sesini, dileğini, duanı, sunduğun güzelliği sana yansıtmaz mı?
"Ben" diyenin bakış açısı dardır
Bu dünyada yapılmış olan ne iyilik kaybolur, ne de kötülük. İyilik de, kötülük de karşılığını mutlaka bulur. Bu yüzden atalarımız, "İyilik yap, denize at, balık bilmezse, Halık (Yaratıcı) bilir" demişlerdir.
Yine bu yüzden, karşılığını bulamadığınız iyiliklerden dolayı da üzülmeyiniz. Çünkü, her şeyi görüp gözeten Yüceler Yücesi Rabbimiz, ne kadar küçük de olsa, yapılan hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını Kur'ân'da bildiriyor.
Yaptığınız iyilik, nerede, nasıl karşınıza çıkacaktır bilinmez.
Kurtulduğumuz tehlikelerden sonra söylenen şu cümle, bu açıdan çok anlamlıdır:
"Verilmiş sadakanız varmış…"
Ancak bu sadaka, sadece fakire verilen para değildir. İhtiyaç sahibine sunulan bilgidir, sevgidir, maddi ya da mânevî bir yardımdır.
Gündemine başkasanı alabilen, derdiyle dertlenebilen ve ona çözüm sunabilen bir yürek, sıkılmaz, üzülmez, mutsuz olmaz. Çünkü böyle bir yürek, geniştir, kocamandır.
Sadece "ben" diyenin bakış açısı dardır.
Çoğu zaman, kendi başınalığı, yalnızlığı ve kimsesizliği ile baş başa kalır.
Hatta, malı mülkü arttıkça yükü çoğalır, darlığı daha da daralır.
Bu sebeple dargınlaşır, kavgalaşır ve ruhça aşınır, nefisçe kalınlaşır. Yani üzüntünün kör kuyusuna düşer. Kurtuluşun yolu, hayata baktığımız pencereyi ve bakış açımızı değiştirmektir.


VEHBİ VAKKASOĞLU

9 Kasım 2008 Pazar

Beleş yaşam derdi

Her geçen gün şunu daha iyi anlıyor insan herzaman doğru bir tanedir ve sen kendini kuran ışıyla aydınlatmassan karanlık ve çirkinlik seni yutar her zaman beleş yaşamak çabası içine iter ,şuda bir gerçekki beleş yaşam demek senin akıllı olduğun anlamına gelmez tam tersi sen aptalsın ve ahirette korkarım burnundan getirecekler kendini akıllı sanan insan her zaman yanılır sana diyeceğim budur ve şunuda bilki zerre kadar hakkımı bilinçli yediysen bu aptal sana hakkını helal etmiyor üzgünüm ama bu böyle keşke muhabbettim için biraz samimi çaba gösterseydin keşke sende biraz olsun masumuiyet görebilseydim ama sen maddi çıkarların peşinde okadar basitleştinki okadar aciz kaldınki ben sana ne desem boş uğurlar olsun kabirde yaptıkların yoldaşın olsun.

7 Kasım 2008 Cuma

SAĞLIKLI GÜNLER DİLERİM:)

Sağlık ve mutluluk dolu ömürler sizin olsun annemiz ameliyat oldu kaçıncı olduğunu unuttum oda unuttu sanırım .Çünkü nasıl olduğuyla değil gelen misafirlerinin nasıl ağırlandığı ,ne yediler ,şu gelsin, bu gitsin aman misafirlerim mutlu olsunun derdindeydi daha çok bu yüzden sanırım rabbim ona çokta ağır bir ağrı sızı vermiyor :)allah evimizin büyüklerini elden ayaktan düşürmesin başımızdan eksik etmesin.Onlar göçtükleri vakitte ailemizin bu birlik beraberliği sürsün inşallah toplumda genelde aile büyükleri gittiğinde küçükler dünya telaşı,mal kavgası,hanımların uyuşamaması gibi uzayan sebeblerle kopmalar yaşıyor.Duam bunların hiçbirini bizim ailemiz vede başkalarının yaşamaması .insan nasıl akşam olduğunu anlamıyor yoğun ve yorgun bir gün geride kaldı.Çocuklar ,misafirler sohbetler ,yemekler bulaşıklar:))kalabalık aile olmanın avantajlarından biride herkesin iş paylaşımından dolayı rahat olması bugün 5 elti dünya kadar bulaşık yemek sofra iş çocuklar valla banamısın demedik daha bir eltim de dışarda düşünün ne kadar şanslıyız :)funda, tülay ,şükran ,selda ,hülya ,ümmügülsüm:)

5 Kasım 2008 Çarşamba

EZAN

Arada bir öğlenleri Kadıköy’deki Osmanağa Camii’nin yanına gidiyorum.



Oradaki müezzinin sesini seviyorum.



Ezanı kendine has bir tarzda, araları biraz uzatarak ve çok güzel okuyor.



Cumaları söyleyişi sanki daha da tatlılaşıyor.



Güzel söylenen ezanı seviyorum.



Benim her öğlen gidip ezan dinlememin bir hediyesi gibi biraz önce gelen bir paketten Ahmet Özhan’ın söylediği ilahilerin başında ezan çıktı.



Şimdi onu dinliyorum.



Bir ney taksiminin ardından ezan başlıyor.



Çocukluğumu hatırlatıyor biraz bana.



Akşam ezanından sonra boşalan kömür kokulu sokaklarda, iyice gölgelenen alacakaranlık kaldırımlarda ağır ağır yürüyerek eve giderdim.



Hep benimle kalacak bir yalnızlığın kokularını, seslerini ve kurşuni rengini içime sindirirdim.



O seslerin içinde ezan da vardı.



Hep de orada kaldı sanırım.



Din, benim gibi mahcup bir sevgiyle uzaktan bakanlara bile huzur verici, insana hem yalnızlığını hem sonsuzluğunu anlatan bir tesirle dokunuyor yaklaştığınızda.



Çok sık olmasa da bazen geceleyin camiye giderim.



Işıklarının çoğu sönmüş, kandil misali birkaç lambayla aydınlanmış o büyük kubbenin altında yalnız başıma otururum.



Öyle otururum.



Her şey sonsuzluğun kuvvetli ışığı altında solgunlaşana kadar halıların üstünde bağdaş kurup beklerim.



Ve, o sonsuzluğu bir yalnızlık içinde hissetmekten hoşlanırım.



Tanrı, evinin kapılarını bazen açar, bazen açmaz bana.



O saatte camiye giremeyeceğimi bana bir hoca efendi ya da bir bekçi söylese de, ben onu tanrının söylediğini düşünürüm.



Kapılar açılmadıysa, “bir kırgınlık var” diye geçiririm içimden.



“Onu kıracak bir şey yaptım, onun için açmıyor kapısını.”



Hiç zorlamam.



“Peki” der ayrılırım.



Bilirim ki o kapılar yeniden açılacaktır.



Bir gece gittiğimde beni buyur edecektir.



Şefkatli bir ses “hadi açayım kapıları” diyecektir.



Bundan hiç kuşkulanmam.



Kendimden kuşkulanırım.



Bir dindar gibi gitmem oraya, ibadete, dua etmeye gitmem.



“Sana inanıyorum” demeye de gitmem.



Bir şey istemeye de gitmem.



O’ndan korkmam, ölümden korkmam, korktuğumdan gitmem oraya.



Hiçbir nedeni yoktur gitmemin.



Giderim sadece.



Kokusunu, ışığını, huzurunu, sonsuzluğunu sevdiğim için giderim.



Söylenmeyen bir ezan duyarım o sessizliğin içinde.



Kömür kokulu sokaklarda dolaşan bir hayali görürüm.



Hayatla ölüm iki küçük çocuk gibi oturur karşıma.



Ben onların başını okşarım.



O benim başımı okşar, öyle hissederim.



Öyle otururum.



Bir şey söylemem O’na.



Ne söyleyeyim?



Kim olduğumu biliyor, günahlarımı biliyor, her şeyi biliyor.



“Sen inançsız birisin, niye geldin evime” demiyor.



O demez.



Bazen kapılarını açıyor.



Bazen onu kıracak bir şey yaptıysam eğer kapılarını açmıyor bana.



Sessizce uzaklaşıyorum.



“Bir dahaki sefere” diyorum, “açacak kapılarını”.



Açmasa da açana kadar gideceğim.



İnançsız biri için tuhaf inançlarım var benim, en açılmayacak gibi görünen kapıların bile çok istersen, samimiyetle istersen, dürüstlükle istersen açılacağına inanırım.



Ve, ne dindarlara yapılan zulmü anlarım, ne de dindarların yaptığı zulmü.



Dinin yanında, çevresinde, içinde bir zulüm olmasın isterim.



İnan ya da inanma ama dine dokun.



Korkulacak bir şey yok.



Türbanlı çocukta da, oruç yiyende de korkulacak bir yan yok.



Korku dinden uzak bence.



Geceleri camiye gittiğimde, o loş ışıkta, sonsuz bir aydınlığın bütün hayatı solgunlaştırdığını gördüğümde korkmam ben.



Kimse korkmaz.



Hayat ve ölüm iki küçük çocuk gibi oturur yanıma.



Onlara gülümserim.



Belli belirsiz bir hüzün, neye olduğunu bilmediğim bir özlem, derin bir şefkat hissederim.



Bir şey söylemem.



Bir şey istemem.



“İnançsız” olduğumu içimden bile geçirmem, yapmam böyle bir kabalık, O da hatırlatmaz zaten.



Öyle otururum.



Bir konuğum ben orada.



Bazen kapısını açar, bazen açmaz.



Yakında gene gideceğim.



Bakalım açacak mı kapılarını.



Yoksa bir “kırgınlık” mı var aramızda...

AHMET ALTAN

zordur yetimlik ve fakirlik

Hz. İsa,şeytan ile karşılaşır.şeytanın elinde iki kova vardır.Hz.İsa,şeytana sorar.

-bu kovaların içinde ne var

şeytan cevap verir.

-birinde bal,diğerinde kül var.

Hz. İsa bunları ne yapacaksın der.

şeytan lanin cevap verir.

-bu balı gıybet yapanların ağızına süreceğim gıybet onlara bal gibi tatlı gelecek...

-bu külü de yetim ve yoksulların üzerine atacağım onları kimse göremeyecek.....
zordur yetim olmak bu toplumda hele şeytanın oynadığı bu oyunu bilmezse insan çok zoruna gider insanların ona yaptığı merhametsizlikler ,niye böyle oluyor neden bana bunu layık gördüler diye önmrünü yer durur ama hakikat budur şeytan oyununa gelmişler ve aldanmışlardır .sonra üzülür sevdikleri için onlar beni hor görselerde allah onları affetsin inaşallah der yetim çünkü o mahsundur kimseninde onun yaşadığı mahsunlukta kalmasıını istemez zira yatimlerin efendisinin dizi dibinde olunacağı gün ne mutlu ne sevinçli gündür istemezki kimse olmasın mahrum kimse kalmasın sevgiliden yetim bunun içindirki can incitmemeli boynu bükük mahsun etmemeli ki yetim kalmasın ahirette mahrum kalmasın sevgiliden .

2 Kasım 2008 Pazar

Korku dolu dakikalar

Bu gün bağa gittik ve çok güzel bir gün geçirdik ama gün sonunda tamda hava karardı bağdan çıkarken karanlıkta elimi birşeyin tutmaya çalıştığını farkettim arkamı döndüğümde bunun bir köpek olduğunu ve beni hammmmmmm yapmak üzere olduğunu gördüm şuanda ham falan diye şaka yapıyorum ama hiçde böyle bir tepki veremedim kovaldıkça üzerime geldi bağırdıkça havladı ve bende sinirler boşaldı bağırmaya başladım nekadar susumak istesemde engelleyemedim kendimi .Sonuç güzel bir günün ardından kabus bir durum yaşadım ısırmadı ama karanlıktaki o yaşadığım durum zordu elim kolum tutmadı korkudan aslında köpekleri severim ama kendi köpeklerimize güvenebilirim küçüklüğünden bilmem lazım bunun dışındaki arkadaşlarla 3 4 senedir aramız limoni:)

1 Kasım 2008 Cumartesi

Mutluluğun formülü 40 ayette saklı..

İsra 37: Kibirli olma, alçakgönüllü davran.
Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.
Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.
Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.
Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.
Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.
Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.
Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.
Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.
Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.
Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.
İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.
Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.
Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.
Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.
Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme.
Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.
Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.
Saff 2: Yalandan uzak dur.
Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.
Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.
Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.
En'am 50: Önyargılarla hayatı kendine zehir etme.
En'am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.
Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.
İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.
İsra 23: Anne ve babana 'off' bile deme.
Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.
Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.
Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.
Necm 3: İnanma duygunu diri tut.
Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme
Gürkan Çelebi, 'Vahiyden Kalbe' adlı kitabından...

30 Ekim 2008 Perşembe

Bu gün nasılsın?

1. Bu sabah hayat defterini nasıl açtın? Sana yeni bir gün lutfettiğini düşünerek Rabbine şükrettin mi? Bu yeni günde Rabbine kulluk ahdini yeniledin mi?

2. Cenâb-ı Hak seni seher vakitlerinde istiğfâra dâvet ederken, sen o vakitte coşup taşan ilâhî rahmet ve mağfiretten ne kadar nasiplenebildin? Yoksa yağmur damlalarının kayaların üzerinden boşa akıp gittiği gibi, o husûsî lutuf ânını zâyî mi ettin?

3. Seher vaktinin feyzini bütün gününe taşıyabildin mi? Bugün hayâtın ne kadar zikrullâh iklîminde geçti? Ne kadar Rabbini hatırlayabilmenin rûhâniyeti içinde oldun?

4. Müezzinin “Hayya ale’s-salâh!” dâvetine uyarak kaç vaktini cemaatle kılabildin? Namazlarında tekbirleri, kıyamları, kıraatları, rükû ve secdeleri Hakk’ın istediği kıvamda, yâni huşû içinde, rûh ve beden âhengiyle edâ edebildin mi?

5. Bugün, seni pençesine düşürmüş veya düşürebilecek tiryâkiliklere, karşı koyma irâdesini gösterebildin mi? Allâh’ın nehyettiği hâlde, sende bulunan kötü hâl ve tavırlardan vicdânen bir rahatsızlık duydun mu? Bunlar yüzünden nedâmet gözyaşları döktün mü?

6. Bugün dilini, boş ve lâubâlî konuşmalardan, yalan ve dedikodudan, gıybet ve münâkaşadan ve bir gönle diken batırmaktan koruyabildin mi?

7. Bugün, senin için yaratılan bu kâinattaki billur bir âvize teşkîl eden yıldızları, semânın sonsuzluğunu, yeryüzüne hayat veren güneş ve ayı, sermâyesi aynı toprak olan bitkilerin rengârenk yaprak ve çiçeklerini, renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuzluk arz eden meyvelerini, ancak bir-iki haftalık ömrü olduğu hâlde kelebeğin kanatlarındaki hârika desenleri, insanın yaratılışındaki ibretli safhaları tefekkür edip ilâhî tecellî ve kudret akışlarını ve bunların “lisân-ı hâl” denilen sırlı ve hikmetli beyanlarını idrâk ederek mahlûkâtı ve hâdiseleri gönül gözüyle seyredebildin mi? Kâinattaki ilâhî kudret tecellîlerinden ibret alıp duygu derinliği kazanabildin mi?

8. Bugün, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet ve muhabbet nazarıyla bakabildin mi?

9. Bugün Allâh’ın sana ihsân ettiği nîmetleri kimlerle ve ne kadar paylaşabildin?

10. Bugün bir mü’mini sevindirmenin kalbî hazzını tadabildin mi? Bir kederliyi tesellî edip ona tebessüm ettirebildin mi? Bir gönül kazanabildin mi?

11. Bugün bir yetimin başını okşadın mı?

12. Bugün hasta ziyâretinde ve cenâze teşyiinde bulundun mu?

13. Bugün komşularınla ve civârındaki muhtaçlarla alâkadar oldun mu? Aç yatan komşunun, soğukta titreyen gariplerin ıztırâbı yüreğini sızlattı mı?

14. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, mazlumların derdiyle dertlendin mi? Bugün mazlumların ve bîkeslerin yanıbaşında bulunup onların acısını paylaştın mı? Kalbin onlarla birlikte hislendi mi, gözün onların derdiyle yaşardı mı, onların ıztırâbı yüreğinde sancıya yol açtı mı?

15. Bugün açların doyması, hastaların şifâ bulması, borçları altında ezilenlerin feraha çıkması için gayret gösterip duâ ettin mi?

16. Bugün kul hakkına, hattâ hayvan hakkına dikkat ettin mi? Kapındaki aç kalan kedi ve köpekten mes’ûl olduğunu hiç düşündün mü?

17. Bugün hidâyete muhtaç insanlara dilinle, hâlinle ve kalbinle ne kadar yardım edebildin? Onlara emr-i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker’de bulunup hidâyetleri için duâ ettin mi? Onlara hâlinle de bir “müslüman kimliği” sergileyebildin mi?

18. Bugün annenin babanın, akrabâlarının hâlini hatırını sorup gönüllerini şâd ettin mi? Eğer onlar âhirete intikâl etmiş iseler, rûhları için bir Fâtiha okuyup onları hayırla yâd ettin mi? Onların eski dostlarına karşı ne kadar vefâkâr davrandın?

19. Bugün, tanıdığın tanımadığın herkese Allâh için selâm verdin mi? Tebessümü sadaka bilip mütebessim bir çehre ile dolaştın mı?



20. Bugün hiç dost kazanabildin mi? Kaç dostunla dostluğunu tâzeledin?

21. Bugün yoldan, insanlara ezâ verecek bir şeyi kaldırdın mı?

22. Bugün âile yuvanı gönül gözüyle seyredip oranın cennet bahçesi olduğu idrâkiyle dışarının menfî tesirlerinden kendini koruyabildin mi?

23. Allâh’ın sana emânet olarak ihsân ettiği evlâtlarına, bugün terbiye ve âdâb olarak ne öğrettin? Allâh ve Rasûlü’nün aşkını, enbiyâ ve evliyânın sevgisini kalblerine aşılayabildin mi? Onlara İslâm ahlâkıyla dokunmuş bir şahsiyet kazandırabilmek için çabaladın mı? Onların kıyâmet günü, senin için ya yüz akı veya yüz karası olacağını hiç düşündün mü?

24. Şâyet evin hanımı isen, beyini güleryüz ve muhabbetle uğurlayıp helâl rızık getirmesi için duâ ettin mi? Akşam yine onu tebessüm ve tatlı dille karşılayıp yorgunluğunu gidermeye, nezih ve örnek bir âile olmaya çalıştın mı?

25. Şâyet evinin beyi isen, hanımına ve evlâtlarına karşı ne kadar müşfik ve merhametli davrandın? Senin onlara bırakabileceğin en büyük mîrasın âhiret mîrâsı olduğunu düşünüp onlara kazandırabileceğin dünyâ ve âhiret saâdeti için, yâni onların rûhânî ve mânevî terakkîleri için ne kadar gayret gösterebildin?

26. “Târih hâfıza-yı millettir.” Yetiştirdiğin yavrular, vatanın istikbâlinin bir göstergesidir. Onlara dîninin, îmânının, vatanının bir emânet olduğu şuurunu verebildin mi? Bu cennet vatanı bizlere hediye eden ecdâdını ve bu uğurda canlarını fedâ eden şehîdlerini, onların îman heyecanlarını hatırlatabildin mi? Allâh’ın en büyük nîmeti olan Kur’ân’ın, semâlarımızda yankılanan ezanların ve hür bir şekilde dalgalanan bayrağımızın en büyük şeref ve haysiyetimiz olduğunu idrâk ettirebildin mi?

27. Bugün insanların pek çoğu nefsâniyet anaforunda kaybolurken, sen rûhâniyetini koruyabildin mi? Başta âile efrâdın olmak üzere mes’ûl olduğun insanları zamânın fitne ve şerlerinden korumak için hangi tedbîri aldın?

28. Bugün şahsî kusur ve zaaflarından kurtulmak için bir Hak dostuna başvurdun mu? Yine bugün bir Allâh dostuyla veya sâlih insanlarla berâber olmaya gayret ettin mi? Sana -nefsinin hoşuna gitmese bile- Hak rızâsı için dâimâ doğruları söyleyecek sâlih ve sâdık bir dost edindin mi? Fâsık ve fâcirlerle berâberlikten kalbini koruma endişesi taşıdın mı?

29. Bugün ilmini artıran, irfânını geliştiren herhangi bir hizmet veya faâliyet içinde bulundun mu? Rasûlullâh Efendimiz’in örnek hâl ve davranışlarına ittibâ ederek hikmet arayışına çıktın mı? Bu rûhâniyet ve güzellikleri yaşamak için gayret gösterdin mi?

30. Bugün kazancının, yediğinin, içtiğinin, giydiğinin helâl mi, şüpheli mi, haram mı olduğuna dikkat ettin mi? Haramlardan sakınma duygusu her davranışında seninle berâber oldu mu?

31. Bugün sana kötülük yapan, sert ve kaba davranan bir kişiyi affedip ona ihsanda (iyilikte) bulundun mu?

32. Bugün sana Allâh’ın en büyük nîmeti olan

Kur’ân-ı Kerîm’den kaç sayfa okudun? Orada sana verilen mesajları tefekkür ederek mûcibince amel ettin mi?

33. Bugün vefât edebileceğini, kefenlenip kabre konulabileceğini, bütün âile efrâdının ve yârânının seni mezara teslîm edip geri döneceklerini, mezarda sâdece îman ve amelinle başbaşa kalabileceğini hiç düşündün mü? Bu hayat kitabında gâfilâne ve boş geçen anların için ne kadar âh, vâh ve eyvâh çekeceğini aklına getirdin mi? İbâdetlerini ve davranışlarını bu düşüncelerle istikâmetlendirip tevbe-i nasûhta bulundun mu?

34. Bugün hayat defterini nasıl açtın, nasıl kapattın? Kirâmen Kâtibîn melekleri oraya neler yazdı? Büyük muhâsebe gününde bugünkü sayfanın hesâbını verebilecek misin?

35. Velhâsıl bugün, dâimî bir hayat kasedinin doldurulmakta olduğunu, her hâl ve hareketinin ilâhî bir kamera ile gözlendiği hiç düşündün mü? Geçirdiğin son yirmi dört saatin muhâsebesini yapıp nefsinle hesaplaştın mı?

*** HOCAMIZ