31 Temmuz 2008 Perşembe

Kıyamet Vaktinde




Sur'a üfürülmesinden hemen önce gerçekleşen olayların bir önceki günden herhangi bir farkı yoktur. Dünya yine aynı hızla dönmekte, Güneş yine Dünya'yı aydınlatmakta, yaşam devam etmekte ve insanların birçoğu neden, kim tarafından yaratıldıklarını ve sonlarını düşünmeden, bir alışkanlık içinde hayatlarına devam etmektedir. Kimi, akşam gelecek misafirine yapacağı yemeği, kimi yapacağı iş görüşmelerini düşünürken, kimi alışveriş yaparken, kimi uyurken ve büyük bir bölümü de Allah'ın varlığını inkar halindeyken bu sesi duyacak ve herşey bir anda başlayacak, herşey bir anda son bulacaktır.



İnsanın güçlü zannettiği, övünerek böbürlendiği bedeni hiç beklemediği bir anda dört bir yandan ölümle sarılıp kuşatılacaktır. Artık can derdinden başka hiçbir sorun ve dert kalmayacaktır. İnsanlar yaşadıkları korkunun şiddetinden, değer verdikleri, tutkuyla bağlandıkları, uğrunda her türlü fedakarlığı göze aldıkları şeyleri bir anda görmez olacaklardır.

Kıyametin meydana getirdiği bütün bu korku, dehşet ve şaşkınlık dünyada inkar içinde bir yaşam süren insanın gafletine bir karşılıktır. O gün başlayan bu dayanılmaz zorluklar sonsuza kadar inkarcıların peşini bırakmayacaktır. Birbiri ardına meydana gelen tüm bu olaylar onlardaki paniği, dehşeti daha da arttırır. Geçen her saniye yeni azap çeşitleri ve belaları getirmektedir. Karşılaştığı akıllara durgunluk veren bu olaylar o güne kadar inkar ettikleri Allah'ın büyüklüğünü sergiler. İnsan bu güç karşısında alabildiğine güçsüz ve çaresizdir. Pişmanlık, üzüntü ve korku dışında yapabileceği birşey yoktur. Saniyeler ilerledikçe Allah'ın ona ebedi hayatında sunacağı korkunç azabı daha iyi anlar. O gün karşılaştığı dehşet dolu dakikalar sonsuz hayatı boyunca yaşayacağı azabın sadece sınırlı kesitleridir. Kuran'da o gün insanların yaşayacakları olaylar karşısında duyacakları korku detaylı olarak anlatılmıştır.

İnsanların Yaşadıkları Korku

Allah birçok ayette insanların dünya hayatına tutkuyla bağlı olduklarını ve bu tutkunun onlara ahiret hayatında hiçbir faydası olmayacağını belirtmiştir. İnsanın dünya hayatında değer verdiği, önemsediği, uğruna pek çok şeyi göze aldığı değerler, eğer Allah rızası için ve Allah yolunda kullanılmıyorsa, insana kayıptan başka birşey kazandırmazlar. Bu değerlerin her biri insanları denemek için, özel olarak yaratılmıştır. Asıl yurt ise ahiret yurdudur. Dünyaya ait şeylerin hiçbir önemi olmadığı ise Kuran'da şu şekilde anlatılır:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)



Dünya hayatının ayette de anlatılan tüm bu "çekici" özelliklerine insan hırsla bağlanmakta, tüm ömrünü bunları elde edebilmek için harcayabilmektedir. Kuran'da dünya hayatıyla ilgili olarak şöyle buyrulur:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Dünya hayatının en büyük amaçlarından biri mallarla, oğullarla, kısaca sahip olunan tüm değerlerle övünmektir. Ancak Kuran'da özellikle vurgulanan ve tüm toplumlar için de geçerli olan bir gerçek, dünya hayatında sahip olunan en önemli tutkulardan birinin evlat olduğu gerçeğidir. Çocuk edinme isteği gençlik yıllarından itibaren insanlara öğretilir. Çocuk, insanlar arasında hem sebepsiz bir rekabet unsuru hem de geleceğe yönelik bir güvence anlamını taşımaktadır.

Bir diğer tutku da mala ve zenginliğe yönelik olandır. Bilindiği gibi insanların dünya hayatları süresince tüm hedefleri, planları, çabaları bu amaç üzerine kurulmuştur. Mal ve para tutkusu insanların gözünü bürüdüğü için tüm ahlaki değerler önemini kaybetmiş, insan karakterini şekillendiren tek ölçü maddiyat olmuştur. Kuran ahlakı, emir ve yasakları, insanların hayatındaki önceliğini kaybetmiş, mal yığıp, biriktirmek tek amaç olmuş, ilişkilerde çıkarlar ön plana çıkmıştır.

Oysa kıyamet günü geldiğinde herşey tersine döner. İnsanlar karşılaştıkları günün korkusundan değer verdikleri herşeyi bir anda unuturlar. Hırs haline getirdikleri şeylerin artık bir anlamı olmadığını anlarlar. Değer yargıları birkaç saniye içinde değişir. Artık malın hatta evladın bile bir değeri yoktur. Annelik veya babalık duyguları anlamını yitirmiştir. Dünyada en değer verdiği kişileri; kendi çocuğunu bile kıyamet gününün dehşeti karşısında unutacaktır. Kimse çocuğunun durumunu sormayacak, bunu aklına dahi getirmeyecektir. Kuşkusuz kıyametin vuku bulacağı bu gün, inanmayanlar için zorlu bir gündür:

Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. (Mearic Suresi, 8-14)

Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün; işte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. İnkar edenler için oldukça zorlu bir gündür. (Furkan Suresi, 25-26)

Henüz bebeklik çağında olan çocuklar bile o gün aileleri tarafından terk edilir. İnsanlar hiç beklemedikleri ve daha önce eşini benzerini görmedikleri bu olaylar karşısında ne yapacaklarını şaşırırlar. Korku öylesine ani ve şiddetli bir şekilde gelmiştir ki, hamile kadınlar bu şokun etkisiyle çocuklarını düşürürler. Kuran'da o zorlu günde yaşanacak olayların paniğiyle kadınların emzirdikleri çocukları dahi unuttukları şöyle bildirilmiştir:

Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. (Hac Suresi, 2)

Kıyamet günü, dünyadayken kendisine yapılan çağrılardan yüz çeviren, gerçek dost ve yaratıcısı olan Allah'ı unutanların birbirlerinden kaçıp kurtulmak istediği bir gündür. Herkes kendi derdindedir. O dehşetli günde insanlar arasında hiçbir bağ; ne soy, ne akrabalık, ne de arkadaşlık bağlarının kalmadığı Kuran'da şöyle bildirilir:

Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 34-37)

İnsanlar Sarhoş Gibidir

İnsanlar o gün gördükleri karşısında tüm soğukkanlılıklarını, kendilerine olan güvenlerini ve metanetlerini yitirirler. Ölümle karşılaşıldığı an herşey değerini yitirir, yüzlerdeki ifade, tavırlar, konuşmalar farklılaşır.

Ölüm karşısında insanların yaşadıkları korku ve dehşete filmlerde şahit oluruz. O anda verilen tepkiler insanların içinde bulundukları ruh halini çok iyi anlatır. Ama izlenilen görüntülerde insanların az da olsa kurtulma ümitleri vardır. Öleceklerine kesin kanaatleri gelse de, ölümden sonra olacakları tam olarak bilemezler ya da büyük bir kısmı ölümle birlikte yok olacağını düşünür. Oysa kıyamet gününde daha ölüm gelip çatmamış olsa bile, yaşanan olaylar insan için hiçbir kurtulma ihtimalinin olmadığını tüm açıklığıyla ortaya koyar. İnkar edenler kendilerine vaat edildiği halde inanmadıkları bir günü karşılarında bulurlar. O gün, evrendeki düzenin bir yaratıcısının ve koruyucusunun olduğunun, O dilediği anda da herşeyin yok olacağının bütün açıklığıyla gözler önüne serildiği bir gündür.

İnsanlar ölümün, o güne kadar düşündükleri gibi bir yokoluş olmadığını anlarlar. O ana kadar Allah'ın varlığına dolayısıyla ahirete inanmadıklarından, ölüm sonrasında gerçekleşecek olayları hiç düşünmemişlerdir. Ama Allah'ın varlığını ve gücünü ardı ardına gelen bu olaylar sonucunda apaçık görünce, kendilerini bekleyen sonun da farkına varmışlardır. Kurtulma umudu olmadığı gibi, kendilerini bekleyen yeni ve sonsuz bir yaşam olduğunu da anlamışlardır. Bu inkarcılar için zorlu bir yaşamdır. Sonsuza kadar çekecekleri azap ve sıkıntı, o gün yaşananlarla kıyaslanamayacak kadar şiddetli olacaktır. Ayetlerde inkar edenlerin böyle bir yaşamın yerine yok oluşu tercih edecekleri şöyle anlatılır:

Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" diyecek. (Nebe Suresi, 40)

İnsanların karşılaştıkları olaylardan dolayı şiddetli bir korku, panik ve şaşkınlık içinde, adeta sarhoş oldukları ise ayette şöyle bildirilir:

... İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 2)

İnsanın şiddetli korku anında vücudunda meydana gelen değişiklikler ve kontrolsüz hareketleri ile sarhoş insanların tavırları birbirine çok benzer. Şiddetli bir korku anında baş dönmesi, ağlama görülür, görüntü bulanıklaşabilir.

Buraya kadar anlatılan olaylardan da anlaşıldığı gibi, o zorlu gün insanlar çok büyük bir panik yaşayacaklardır. Allah insanların yaşadığı bu şiddetli korkuyu ve korkunun sonucunda oluşan fiziksel tepkileri sarhoşluğa benzetmektedir. O gün sarhoş gibi olan insanlar kontrolsüz tavırlar sergileyerek oradan oraya koşmaya başlarlar. Kuran'da yapılan benzetme, insanların bu durumlarını şöyle açıklamaktadır:

İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler gibi olacakları gün... (Kaaria Suresi, 4)

Gözlerdeki Dehşet İfadesi

Gerçek olan va'd yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler). (Enbiya Suresi, 97)

Göz, insanın yaşadığı korkunun şiddetini ilk ele veren organdır. O günün korkusunu yaşayacak olan insanların, karşılaştıkları dehşetten dolayı gözleri yerlerinden fırlayacaktır. Burada geçen "gözlerin yuvalarından fırlaması" benzetmesi, insanın yaşadığı korkunun şiddetini anlatır. Bu anda insanların göz bebekleri büyür, beyazı ortaya çıkar, donuklaşmaya başlar. Kıyametin gerçekleşeceği an "istisnasız insanların hepsi" bu korkuyu yaşayacaktır. Bu tüyler ürpertici olaylar karşısında kimsenin yapacak bir şeyi, başlarına gelenleri önlemek için getirecek çözümleri yoktur. Sadece korku duyarlar. Ayetteki benzetme bu korkuyu açıklıkla izah etmektedir.

Çocukların Saçlarının Beyazlaşması

Eğer inkar edecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız? (Müzemmil Suresi, 17)
Kıyamet gününün korkusu küçük çocukları da saracaktır. Bugünün gerçek mahiyetini bilmeyen, bunun sonsuz azabın ilk günü olduğunun bilincinde olmayan çocuklarda yetişkinlerden farklı bir korku vardır. İnsanlar geçici dünya hayatı boyunca yaptıkları ahlaksızlıkların pişmanlığı içindedirler. Çocuklar ne olduğunu dahi kavrayacak bir bilinçte değildirler. Buna rağmen gördükleri olayların şiddetinden dolayı saçları bembeyaz olur. Böyle bir fiziksel değişim, o zorlu günün büyüklüğünü anlamak açısından oldukça önemlidir. Çünkü o güne kadar dünyada çok çeşitli felaketler yaşanmıştır. Her biri insanlara çok şiddetli korku vermiş ve onları derinden etkilemiştir. Ama bu felaketlerin hiçbiri kıyamet günü meydana gelecek olaylarla kıyaslandığında çocukların saçlarını ağartacak kadar şiddetli değildir. O gün insanların dünya hayatı boyunca yaşadıkları en zorlu gündür. Öyle ki karşılaşılan olayların şiddeti, kısa yaşamlarında korkunun mahiyetini ve tehlikelerin getireceklerini tam olarak idrak edememiş olan çocukların dahi saçlarının korkudan bembeyaz olmasına neden olmaktadır.

Hayvanların Durumu

Gözünüzde vahşi hayvanları canlandırmaya çalışın, kaplan, aslan, kurt, çakal, ayı... Bu hayvanlar, kıyamet günü meydana gelen olayların etkisi ile artık birbirleri ile mücadele etmeyi bırakacak ve biraraya toplanacaklardır. Binlerce vahşi hayvanın meydana getirdiği bu görüntünün ürkütücülüğü ise çok açıktır. Allah kıyamet günü doğa ve insan üzerinde çok büyük değişiklikler olacağını pek çok ayette anlatmıştır. Aynı şekilde vahşi hayvanlar da o zorlu günden çok fazla etkileneceklerdir. Bu gerçek Kuran ayetlerinde şöyle bildirilir:

Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman, vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman. (Tekvir Suresi, 4-5)
Bu yazıyı bir blog da okudum hala kalbimdeki korkuyu yenemedim ogün de evladını anne babanı görmez gözün kendinden başka kimse gelmez aklına tabi benim gibi günahı çok olanlar sanırım böyle hisseder ne mutlu benim gibi korkuya kapılmayacak seccadesini kuranını eskitmiş ,sandığını güzel taze bir iman ve ibadet çeyizleriyle doldurmuş olanlara.Onlar bilecek vuslat gelmiştir o korunacaktır bu afetten sevgiliye yakınlık zamanıdır dünyaya dalmamış ve aldanmmamıştır .Her zaman hazırdır o bu tufana rabbim hazır olanlardan eylesin inşallah.

Bir Dakikanızı Ayırabilir Misiniz?

bir dakikanızı ayırabilir misiniz???

1 dakikada 5 defa Fatiha suresini seri bir şekilde okuyabilirsin.Fatiha suresini bir defa okumak 1400 sevaptır.5 defa okununca bir dakikada 7000 sevap elde edebilirsin.

- 1 dakikada on defa ihlas suresini okuyabilirsin 10defa ihlas suresi 3 kuran hatmine bedel sevap kazandırır. Hergün bir dakikanı ihlas suresine ayarsan ayda 300 defa senede 3600defa ihlas okumuş olursun. Bu da 1200 hatme bedel olur.

- Yüzüne bir dakikada Allahın kitabından bir sahife okuyabilirsin.
- 1 dakikada kısa bir hadis, kısa bır ayet ezberleyebilirsin.
- 1 dakikada 30 defa kelimeyi tevhid getirebilirsin.
- 1 dakikada 100 defa sübhanallahi ve bihamdihi dersin. Denizlerin köpüğü kadar günah da olsa bağışlanır.
- 1 dakikada 40 defa La havle dersin cennet hazinelerinden 40 hazine elde etmiş olursun.
- 1 dakikada 60 defa Esteğfirullah el azim dersin bağış ve affa nail olursun.
- 1 dakikada 25 defa salatu selam söylersin 250 sevabı, 250 bagış ve 250 dereceye nail olursun. Şefaati Mustafa'ya s.a.v nail olursun.
- 1 dakikada dua, tefekkür, tezekkür kalbini inceleyen taatlerle olursun. Kalbin 1 dakikada ameli yerine göre ömre bedel olur.

29 Temmuz 2008 Salı

MİRAÇ KANDİLİNZİ KUTLU OLSUN



• Yükü sevgi, özü saygı, gücü barış, süsü hoşgörü olan mübarek Miraç kandilinizi kutlarım Allah'a emanet olun. Güzel kandiller..

25 Temmuz 2008 Cuma

SAHNE

Aslında bir oyunmuş hayat.sahnede bizler gülen ,ağlayan,bir yerlerden düşüp dizlerini acıtan kabuk bağlamış yaralarını koparan kendi canını defalarca daha acıtan.Bazen başaran ama hep yalnız olduğunu ve böyle devam edeceğini düşünen ruhunu tamam edememiş yalnız bir ruhla acı çeken ne zaman ruhunun eşini düşünse hüzünlenen .Yardıma muhtaç ama yardım edeni olmayan .Ağlayarak geldiği dünyadan ağlayarak giden ,sahne ışıklarına aldanan ve boşa harcayan ışıkları birbir patladığında karanlıkları hesap edemeyen sahneden sonra neler olacağını düşünmeyen ve içini dolduramadığı bir sahnede tek kişilik oyunu bittiğinde alkışlanmayan hüzün kulisin de yapayalnız ve hüzünle bekliyecek olan kendini var eden büyük sanatkara kavuştuğu gün hesabı kolay alkışı bol oyunculardan olmak duasıyla.

24 Temmuz 2008 Perşembe

SİZİ HAYATINIZDA BU KADAR GÜZEL GÖZLER GÖRDÜNÜZMÜ?



işte bizim ailenin bal kovanı bunlar tatlıları ye ye bitmez :)üzüm gözlü güzellerimiz lütfen maşallah diyelim:)

KADİR EFE MİZİN MUTLU GÜNÜ


Bugün dayımın torunu kadir efe nin sünneti vardı .Yeğenimi ilk defa gördüm bir yaşında babsının kopyası bir karakuzumuz var.Tabii annesinin canayakınlığını aldığını söylemem gerek kısada olsa görüşme fırsatı bulduk sebeb oldu aile arasında bir yemek ve yasin-i- şerif okundu güzel birgündü mutluluk verici birleştirici günler yaşıyoruz pek evde duramıyor olsakta can sağlığı olsun .Kadirefe annen ve babanla bir ömür güzel bir hayat senin ve seni sevenlerin olsun .

23 TEMMUZ :) :(

Dün çok istememe rağmen fırsat bulup yazamadım yoğun bir gün dü hayrunnisanın doğumgünü vardı diş hediği de aynı gün yapıldı .kızımız biraz nazlı olduğundan 1 yaşında diş çıkardı :) kızımız için tepsi içinde hazırlanan makas ,kitap,kalem,ayna vs den kitaba uzanması bizi sevindirdi inaşallah kitabını tanıyan yaşamına aksttiren bir evlat olarak yetişir.Aile içinde kutlandı doğumgünü ama eksiklerimiz vardı ümmügülsüm nafipaşa mehmet ve hülya sena ahmet :(hayırlısı nasıl olsa gönüller bir kızımız çok güzel oldu pastası anne ve babasının tüm istediği detaylar hazırlanmıştı ve güzel mutlu bir gün geçirdik .YENİ YAŞIN SANA TÜM HAYATIN BOYUNCA HAYIR VE BEREKET GETİRSİN GÜZEL KIZIM İYİKİ DOĞDUN CENNET GÜLÜM:) geçen yıl 23 temmuz da hayatımıza girdi yeni bir enerji getirdi ailemize , güleryüzlü dünya güzeli bir kız hayrunnisa seni çok seviyoruz.ve:( 23 temmuz un benim için bir özelliği daha var biz 30 yıl önce babamı ,ablamı ,erkek kardeşimi kaybettiğimiz trafik kazasını 23 temmuz günü geçirdik yıllar geçtikçe ağırlaşan bir gün ama rabbim bugünün acısını mutlu bir günle aynı tarihte birleştirmiş bizim biraz olsun yüreğimideki sızıyı hafifletsin diye. şükürler olsun sana rabbim verdiklerin ve vermediklerin için

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Nereden Nereye






Bir sabah, müdürüm, elinde bir kitapla geldi ve “bu kitabı patronumuz sana gönderdi; bunu okuyacakmışsın” dedi. Kitap, çevre mevzûatına dâir seminer notlarıydı.

O anda içimi sevinçli bir telâş kapladı.

Önce, beni, bu kitabı okumaya ehil birisi olarak gördüğüne memnun oldum.

Sonra bir düşünce aldı beni...

Bu kitabı ne kadar sürede okuyacağımı, ne adına yâni ne kadar bir önemle okuyacağımı düşünüyordum.

Öyle ya, ya hemen ertesi gün kitabı geri isterse ve henüz ben bitirememiş isem. Ya da, okumuş olmak için okumuş olursam.

Eve gidiş gelişte serviste okumaya, evde de devam etmeye karar verdim.

Bu kitabı gönderen, eğer başka biri olsaydı, okuma şevkimin ve kitaba bakışımın daha farklı olacağını hissettim. Bu kitap, “kıymet verdiğim” patronumdan gelmişti...

Demek ki kitabın geldiği makam da önemliydi ve eylemleri etkiliyordu.

Kitabı okurken, “bu kitabı okusun!” demesinden murâdının ne olduğunu düşünerek notlar aldım.

Yarın, “eee Oğuz efendi, ben sana bir kitap göndermiştim, okudun mu, okuduysan eğer bu mevzûatın bizi ilgilendiren hükümleri nelerdir, biz bu hükümlere göre hangi durumdayız, buna göre işletmede ne gibi değişiklikler gerekiyor?” diye sorarsa...

Bu kitaptan “sorulacağımı” düşünerek bir çırpıda okumuştum ben de.

Sonra Rabbimiz geldi aklıma... Yalnız işimin değil, her şeyimin ve âlemlerin sahibi olan Allah (c.c.)

O, “kıymet verdiğim, sözünü dinleyeceğim” EN YÜCE VARLIK idi.

Bir KUTLU ELÇİ vasıtasıyla bana bir KİTAP göndermişti.

“İkra” diyerek beni muhatab kabul etmesinin, bu kitabı anlayıp uygulayacak bir halife olarak yaratmasının ve ehil kılmasının, kıymet vermesinin, “adam yerine koymasının” hazzını yaşadım.

Bu kitabı ne kadar zamanda öğrenmem gerekiyor diye bir telâş sardı beni...

Ecelin ne zaman geleceği, kitabın benden, benim de kitaptan alınacağım zaman bana göre meçhuldü.

Bu kitap; benim kendimi kontrol edebileceğim, kulluğun neresinde olduğumu sorgulayacağım, kendimi nasıl düzeltebileceğimi öğreneceğim bir kitaptı.

Kitabı okurken, bir taraftan da, “Bu kitaba uyup uymadığımdan sorgulanacağımı” bildiren âyet hep zihnimi meşgul ediyordu.

Rabbimizin, “oku” deyişindeki murâdını anlamak için yine O’nun gönderdiği Kitaba başvurdum.

Ve, âcizâne şu tesbitlerde bulundum:

Kur’an niçin indirilmişti; hâlen ve her an indirilmekteydi?

• Kur’an, dosdoğru yolu göstermek için. (Bakara 2, Mâide 16, Yusuf 111, İsrâ 9)

• Allah’ı (c.c.) tanımamız için. (İbrâhim 52)

• Düşünüp anlamamız için. (İsrâ 41)

• Doğru ile yanlışın ayrılması için. (Furkan 1)

• Kendisiyle hükmedilmesi için. (Nisâ 105, Mâide 49, En’am 114, Nahl 64, Ahzab 36)

• Cennetle müjdelemek için. (Kehf 2)

• Şerefimizi kazanmamız için. (Enbiyâ 10, Mü’minûn 71, Zuhruf 44)

• Kendisi vasıtasıyla cihad etmemiz için. (Furkan 33 – 52)

• Allah’ın azabına karşı uyarmak için. (Kehf 2, Yasin 70, Şûrâ 7, Ahkâf 12)

• Uygulamamız ve ona göre yaşamamız için. (Mâide 68, A’raf 3, Zuhruf 44, Furkan 30)

• Nasihat almamız için. (İbrâhim 52, Kâf 45, Kamer 17)

• Fert ve toplumların meselelerine çâre olması için. (Enfâl 24, İsrâ 82, Hadid 9)

• Hayırlara ulaşmamız için. (Nahl 30)

• İmanımızın ve Allah’a olan saygımızın artması için. (Tevbe 124, Nahl 102, İsrâ 109)

• Okuduğumuzda sevap almamız için indirilmişti. (İsrâ 106)

Oğuz Bakar

18 Temmuz 2008 Cuma

GERÇEK SEVENLER

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: 'Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?'diye. 'Bakın göstereyim' demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş 'Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz' diye bir de şart koymuş. 'Peki' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine 'Şimdi…' demiş ermiş. 'Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.' Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. 'Buyurun' deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
'İşte' demiş ermiş. 'Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktı r şüphesiz.
Şunu da unutmayın: Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman.





RABBİM GÖNLÜMÜN İSTEDİĞİNİ

HAKKIMDA HAYIRLI EYLE

HAKKIMDA HAYIRLI OLANA

GÖNLÜMÜ RAZI EYLE



AMİN...

17 Temmuz 2008 Perşembe

ÇÖZÜMLER KARŞILKLI ANLAYIŞLA BULUNUR:)

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş.

Bu durumu konuşmak için aile doktoruna danışmış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
'Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla'

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Cevap yok. Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?'
Gene cevap yok. Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş. 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Hala cevap yok. Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış
'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Gene cevap alamamış.Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş.

--'Hayatım bu akşam yemekte ne var?'

--'Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk'

Hikayenin ana fikri:
Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir.
Problemlerin sebebini birazda kendimizde aramalıyız

ALLAH'u Teâlâ'yı (Celle Celalühü) anmak (zikretmek)...

Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın Adıyla,

°"ALLAH'I ANMAK
ELBETTE EN BÜYÜK (İBADET) TİR." Ankebut/45

°
"Her kim zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır
ve onu kıyamet günü kör olarak haşr ederiz"
Taha/124

°"Siz Beni zikredin ki
Ben'de sizi zikredeyim" Bakara/152


°"O size nasıl hidayet etti ise
sizde O'nu öylece zikredin" Bakara/198

°Mevla
(Celle Celalühü) Kur'an-ı Kerimde münafıkları zemmetmek üzere
"Onlar pek az zikrederler" buyurdu.
Nisa/142

°"Zikrimle meşgul olup
Ben'den istemeye vakit bulamayanlara isteyenlerden daha çok
veririm." Hadis'i Kûdsi (Buhari)

°
"Sabah akşam ALLAH'ın C.C. adını dilinden düşürmemek, ALLAH
C.C. yolunda düşman ile vuruşurken kılıç kırmak ve malı cömertçe dağıtmaktan
daha faziletlidir" Hadis'i Şerif


°"Zikretmeyenle zikredenin hali ölü
ile dirinin hali gibidir." Rivayete göre ALLAH'ın C.C.
adını ananlardan başka herkes susuzluk içinde dünyadan
ayrılır.

°"Günahlarından rücû edip
ALLAH'ı C.C. zikirle yarışanlar yarışı kazanmışlardır, zikir onların günah
yüklerini sırtlarından attı ve hafif olarak mahşer yerine geldiler."
Hadis'i Şerif (Tirmizi, Ebû Hureyre'den)

°Yüce
ALLAH C.C. şöyle buyurur:"Beni andığı
sürece,dudakları benim Adıma kıpırdadıkça, 'Ben' kulum ile birlikteyim."


°Peygamberimiz'e (SAV) "En faziletli amel
nedir?" diye sordular. "ALLAH'ı C.C. anan
dilin kurumadan can vermendir"
buyurdular.

°"Gafiller
arasında ALLAH'ı C.C. anan kimse, kuru otlar arasında yeşil otlar
gibidir" Hadis'i Şerif

°"Gafiller arasında ALLAH'ı C.C. anan kimse, cephe kaçakları
arasındaki savaşçı gibidir" Hadis'i
Şerif

°"Zikrin Efdali
LAİLAHEİLLALLAH (1 kere söylediğinde 4000 derece yükselirsin ve defterinden 4000
büyük günah silinir), duanın makbulü ELHAMDÜLİLLAH'dır"
Hadis'i Şerif (Tirmizi)

° Her zikri ALLAH’
C.C. huzuruna
Melekler yükseltir “LÂ
İLAHE İLLALLAH” ise aracısız, engelsiz
ve direk olarak ALLAH’ı
C.C. huzuruna çıkar, ALLAH’
ın huzurunda
söyleyen kişinin mağfiret olunması için inler durur.
“LÂ İLAHE İLLALLAH”
ile ALLAH C.C. arasında perde yoktur. Cennet’in 8
kapısı üzerinde yazar. Yedi kat gökleri ve yerleri ve içindeki her şeyi ve
yaratılmış her şeyi, terazinin bir kefesine koysanız bir kefesine
“LÂ İLAHE İLLALLAH”
Kelime-i Tevhid’ini koysanız,
“LÂ İLAHE
İLLALLAH” ağır gelir. Seksen senelik
kafir’i bile bir kere kalp ve dille söylemesiyle tertemiz eder
BİİZNİLLAH.

°"ELHAMDÜLİLLAH
demenin katlı mükafatı gibi hiçbir zikrin mükafatı olamaz" Hadis'i Şerif. Yer
ile gök arasını doldurur. Bu hamd'de mizan'ı doldurur.

°Günde 100
kere İhlâs
Sûresi okuyana kâmil bir iman nasib olunur,1000 kere
okuyanın öldüğünde cesedi çürümez.

°Bir kere
"SÜBHANALLAHİ VEL HAMDÜLİLLAHİ VELA İLAHE İLLALLAHU VALLAHU
EKBER" diyen kimse için cennette bir ağaç dikilir ki,
bir atlı 500 sene gitse gölgesini bitiremez

°Cuma Namazından hemen sonra dünya
kelâmı konuşmadan 100 kere
“SÜBHANALLAHİL AZİYM VE Bİ HAMDİHİ”
diyen kimsenin 100 bin , anne ve babasının 24 bin günahı
mağfiret olunur.

°Neye sıkılırsanız sıkılın en
sıkıntılı anınızda , ne kadar günahkâr olursanız olun Yunus A.S.'ın balığın
karnında iken ettiği ve affedildiği şu duaya (Ayet'i Kerime'dir) devam edin.
"Lâ İlahe illa ente Sübhâneke inni küntü
minezzalimin" (Her sıkıntının def'i
için)

°Yatmadan Kâfirun Sûresini okuyan imanını şeytandan korumuş olur.
(ALLAH'ın izniyle)

°Kabir azabından korunmak için her gece yatsıdan sonra
Mülk(Tebâreke) Sûresini okuyunuz. Okuduğu gün ölenin şehid olacağı rivayeti
vardır.

°Sabah ve akşam namazlarından
sonra Haşr Sûresinin
son üç ayetini okuyan,
imanla göçer, o gün ölürse şehit gider, sabah okuyana akşama kadar, akşam
okuyana sabaha kadar 70.000 melek istiğfar ederler


°Farz namazın hemen
arkasından "Ayet'el Kûrsi" okuyanın cennetle arasındaki tek engel
ölümdür.(Hadisle bildirilmiştir.)

°Yatsıdan sonra
Tekâsür Sûresini
okuyan kimse nimetlerden sorguya çekilmez. (BİİZNİLLAH)

°Yatarken
3 kere "Estağfirullah el Aziym Ellezi La
İlahe İllahü El Hayyel Kayyumu ve Etübü İleyh" diyenin
deniz köpüğü kadar günahı olsa afvedilir. (tam bir pişmanlıkla
söylenmeli)

°Hergün 100 kere "Lâ
İlahe İllallahü Vahdehu Lâ Şerikeleh Lehül Mülkü ve Lehül Hamdü ve Hüve Âlâ
Külli Şey-ün Kadir" diyen kimse, 10 köle azad etmiş gibi
olur, kendisine 100 sevap yazılır, yüz günahı silinir, o gün akşama kadar
şeytanın şerrinden emin olur. Hiçbir kimse hiçbir ibadetle bu seviyeye ulaşamaz,
ancak ondan daha fazla yapan müstesna. Hadis'i Şerif (Buhari, Müslim) Gezdiği
sokakta bir kere söyleyenin bir milyon günahı bağışlanır, defterine bir milyon
sevap yazılır ve kendisi için cennette bir köşk inşa edilir. Hadis'i Şerif
(Ahmed İbn'i Hanbel)

°
"LAİLAHEİLLALLAH" bütün günahları mahveder,
mizana konulmaz çünkü onun karşısında bir şey durmaz.1 kere sadakatle
söylendiğinde, 4000 büyük günahı defterden sildirir ve 4000 derece
yükseltir.

°100 kere
"ESTAĞFİRULLAH" diyenin 1000 günahı mahvolur. 2
şey helâk edicidir: Sonra ederim diye tevbeyi geciktirmek ve tevbe ederim diye
günah işlemek. Doğru olan günah işlediğinde kalpte siyah leke oluşmadan tevbe
etmektir. Tevbe çok önemlidir, (Ulema buyurur ki tevbeyi tehir edene tevbe nasib
olmaz) günah unutkanlık yapar, kişi günah işlediğinde aklının bir parçası, geri
dönmemek üzere gider.


°Günde 100 kere
"SÜBHANALLAHİ VE BİHAMDİHİ" diyenin deniz köpüğü
kadar günahı olsa bağışlanır. 124.000 sevap yazılır. Bu kelime ALLAH'ın C.C. en
sevdiği hamdlerden biridir. Dilde hafif mizanda ağırdır.


°"ALLAH'u EKBER"
ve "SÜBHANALLAH"
yer ile gök arasını doldurur

°Günde 100 kere
"Lâ Hâvle ve Lâ Kuvvete İlla Billahil Aliyyil Aziym"

diyen kimsenin en hafifi fakirlik olmak üzere 70
çeşit bela ve musibet üzerinden kaldırılır. Efendimiz (SAV) bu kelime için
cennet hazinelerinden bir definedir buyurmuştur.

°Sabah namazına
kalkamayan "Kevser" Sûresini okuyup, dua edip yatarsa ALLAH'ın C.C. izniyle
kalkar

°Şaban ayında bu duayı okuyana bin sene ibadet etmiş sevabı
yazılır. Bin senelik günahı da olsa silinir. Kabrinden yüzü ayın ondördü gibi
çıkar ve ALLAH C.C. indinde sıddık olarak yazılır. "Lailaheillalahu velâ ne'büdü
illa iyyehü mühlisine lehüddine velev kerihel kâfirune"

°Bu duayı
sabah namazından sonra 3 kere okuyan akşama kadar ve akşam namazından sonra 3
kere okuyan sabaha kadar korunur. Bu duayı bu vakitlerde okuyan, korkmaya tek
layık olan yalnız ALLAH'tan C.C. korksun . Başta zalim devlet başkanı , şeytan,
cin ve insanların şerrinden, büyü ve efsunlardan hiçbirinden korkmasın ALLAH'ın
C.C. izniyle. Zehir verilse tesir etmez ALLAH'ın izniyle:

"Bismillahillezi Lâ Yedurrü meâs
mihi şey-ün fil-erdi ve lâ fissemai ve hüves semiül âliym


°Rivayete göre cennetin çorak olduğu
insanların yaptığı amellerle ve zikirlerle cennetlerini imar ettikleri
bildirilmiştir.Faideli zikir kalp huzuruyla kendini ve bütün fikriyatını ALLAH'a
C.C.vererek yani kalbinde ALLAH'tan başkası(dünyalık, çoluk çocuk, eş v.s.)
kalmadan yapılan zikirdir.

°"Teheccüd" nafile namazlar içinde en kıymetli
namazdır. Riya'dan uzaktır. (2 rekatta bir selam olmakla beraber, 2 rekattan 12
rekata kadar kılınabilir)

°"Askerde ve cihâd'da kılınan namaz", sivildeki
namazdan 2 milyon derece daha faziletlidir, "BEYTULLAH'da/Kabe'de kılınan namaz" ,
evinde kıldığın namazdan 100.000 kat faziletlidir. Cemaatle kılınan namaz tek
başına kılınan namazdan 27 derece faziletlidir.

°Akşamla Yatsı arası 6
rekat Evvabin namazı kılana 12 sene ibadet sevabı verilir.(Son iki rekatı Hıfz-ı
İman/imanı muhafaza namazıdır.) ALLAH'a dönenlerin namazıdır. Deniz köpüğü kadar
günahı olsa afvedilir.

°Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan
72 derece faziletlidir. (Cuma günü sarık sarana ALLAH (Celle Celalühü) ve
Melekleri Sâlât ederler)

°Evlinin namazı bekârın namazından 70
derece'den(bir rivayet 90 derece) daha faziletlidir.

°Pazar günü öğle ile
ikindi arası 4 rekat nafile namaz kılıp her rekatında Amener-Rasulü
okunursa, kılana yeryüzündeki hristiyanlar adedince sevap verilir.

°İki
rekât "İşrâk" namazı kılana bir Hac ve bir Umre sevabı vardır. (sabah
kerâhât vakti geçtikten sonra 1-2 saat civarında kılınmalı)

°Vücutta 300
yada daha fazla mafsal vardır.Bunlar için her gün sadaka verilmelidir. Bu
sadakayı veremeyen (sabah kerâhât vakti geçtikten sonra ile öğlen kerâhat vakti
girmeden arası) iki rekat "Kuşluk namazı" kıldı mı bu sadakaları vermiş
olur. (İbadetin efdali az da olsa devamlı olanıdır)

°Son nefeste imanı
kurtarma duası: "Ya Hayyu Ya Kayyumu, Ya
Zel Celâli Ve'l İkrâm, ELLAHÜMME inni es'elüke en tühyiye kalbi bi Nûri
ma'rifetike ebeden, Ya ALLAH, Ya ALLAH, Ya ALLAH Celle Celâlüh"
Sabah namazının sünnetiyle farzı arasında okunacak. Çok önemli bir
duadır...

°Sabah ve akşam namazının farzında selâm'dan hemen sonra 10
kere "LA İLAHE İLLALLAHU VAHDEHU LA
ŞERİKELEH LEHÜL MÜLKÜ VE LEHÜL HAMDÜ YUHYİ VE YUMİT VE HÜVE HAYYUL LÂ YEMÜT
BİYEDİHİL HAYR VE HÜVE ÂLA KÜLLİ ŞEY-İN KADİR" günahları
tertemiz eder, akşama/sabaha kadar günah yazılmaz


PEYGAMBER EFENDİMİZE(SAV) SALAT'Ü SELAM VE
FAZİLETLERİ:
°Muhakkak ALLAH ve Melekleri, Peygamber üzerine salat
ederler.Ey iman edenler,sizde ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam
verin.Ahzap/56

°1 kere salavat getirene: ALLAH C.C. 10 kere salat eder.
(Cebrail A.S. 10 salavat getirir)

°"İnsanların bana en yakını bana en çok
salavat getirenidir." Hadis'i Şerif(Tirmizi)

°
"Kişinin cimriliği için yanında anıldığım halde benim
üzerime salavat getirmemesi kâfidir." Hadis'i
Şerif(Nesei) "Bana getirilen Salavat sırat
köprüsü üzerinde ışıktır." Hadis'i
Şerif

°"Cuma günü üzerime 100 kere
salat'ü selâm getirenin 80 senelik günahı afvedilir."
Hadis'i Şerif

°"Adımın geçtiği
yerde salavat getirmeyenin burnu sürtülsün." Hadis'i
Şerif (Cebrail A.S.bu duaya amin dedi)

°En EFDÂL Salâvat'ı
Şerife:"ELLAHÜMME sâlli âla seyyidina
Muhammedin ve âla âlihi ve sahbihi efdâle salevatike ve adade me'lumatike ve
bârik ve sellim"

°
“Üzerime 100 defa salavat getirene ALLAH
C.C. 1000 defa Rahmet nazarıyla bakar”
Hadis-i Şerif

°“Cuma günü üzerime 100
defa salavat getiren kimse kıyamette öyle bir nur ile gelecek ki, eğer o nur
bütün mahşer halkına taksim edilse hepsine yeterdi”
Hadis-i Şerif

°“Üzerime bir günde 1000
defa salavat getiren kimseye Cennetteki makamı gösterilmedikçe
ölmez” Hadis-i Şerif


°Bir toplulukta oturupta bir kere bir salavat getirmeden kalkanlar leş
sofrasından kalkmış gibi olur.

°Peygamber Efendimiz'e Salât'u Selâm ALLAH'u Teala'yı Razı ve Hoşnud eder,
şeytanı uzaklaştırır, belaları çevirir, sadakadır, Ahiret ve dünya kurtuluşuna
vesiledir, Efendimiz'in (Sallallahüaleyhivesellem) Şefaatine vesiledir








SAFER AYI"


(Efendimiz SAV bu ayda ölüm hastalığına tutulmuştur)

DERVİŞ VE AŞK

Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında.
Yorgunluktan al almış kızın yanakları.
"Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?" diye sormuş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız.
"Sevdiğim çalışıyor orada.
Ona elma götürüyorum."

Kaç tane diye soruvermiş derviş baba.

Kız şaşkın; "İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?"

Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş…

Allah herkese Bu bereki nasip etsin ne diyelim

HALİL İBRAHİM BEREKETİ.....
Büyük din ve bilim adamlarından Ulu Arif Çelebi......anlatı yor :
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
Büyüğü Halil....
Küçüğü ise İbrâhim...
Halil, evli çocuklu.
İbrahim ise bekârmış...
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş..
Bununla geçinip giderlermiş.. .
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
İkiye ayırmışlar....
İş kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı
bekle.
Peki abi demiş İbrahim...
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .
O gidince, düşünmüş İbrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Böyle demiş ve,
Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıkagelmiş.
Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..
O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim bekâr.
O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,
Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasıl , biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet akşam olur.
Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....
Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce taşır iki kardeş , bitiremezler.
şaşarlar bu işe...
Aksine çoğalır buğdayları.
Dolar taşar ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı : Halil İbrahim bereketidir. ..
ALLAH HEPİNİZE HALİL İBRAHİM BEREKETİ VERSİN

:):)


Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar:
YEşiL demiş ki:
"Elbette en önemli renk benim.. Ben hayatın ve umudun rengiyim.. çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim.. şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı..."
MAVi hemen atılmış:
"Sen sadece yeryüzünün rengisin.. Ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir, ve huzur olmadan siz hiçbir ise yaramazsınız""
SARI söz almış:
"Siz dalga mi geçiyorsunuz? Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim.. Günesin rengiyim.. Ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz"
TURUNCU onun sözünü kesmiş:
"Ya ben?? Ben sağlık ve direncin rengiyim.. insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur.. Portakalı, havucu düşünün.. Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın"
KIRMIZI daha fazla dayanamamış:
" Ben hepinizden üstünüm!!! Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!! Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!!! Savaşın ve ateşin rengiyim!! Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!"
MOR ayağa kalkmış:
"Hepinizden üstün benim.. Ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir.. Ben otorite ve bilgeligin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz..dinler ve itaat ederler"
Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar...Her biri diğerini itip kakıyor "En büyük benim" diyormuş... Derken.. Bir anda şimşekler çakmış, ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış... Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar.. Ve YAğMUR´UN sesi duyulmuş...
"Sizi aptal renkler.. Bu kavganızın anlamı ne, bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz...simdi elele tutusun ve bana gelin"
Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar.. Elele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay seklini almışlar.. Yağmur onlara "bundan böyle..."demiş.." Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız, ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar.. insanlara yarınlar için umut olacaksınız... Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size Gökkuşağı diyecekler.. Anlaştık mı?"
işte bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde Gökkuşağı belirir..

Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız, ve hepimiz özeliz... Bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız...

HABİB BABA

Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır,fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.
Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir.Yolculuğ unun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.
Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.
'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...
'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker.Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...
'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'
Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.
Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır.. .
Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.'
Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. ..
Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...
Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:
'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.'
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.
Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.
'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;
'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...
'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...'
Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:
'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir.

Nasıl Bakmalı Hayata ..............

Amerika da ünlü bir avukatın kaybettiği tek dava....
*Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlaniyordu . Futbolcu yakalanmıştı.
Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi.
Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu.
Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:
´Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inaniyorum.
Buna az sonra sizler de inanacaksiniz.
Neden mi?
Bakın, şimdi 1´ den 10´ a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapidan içeri girecek...


1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10...´ Bütün jüri kapiya döndü. Kimse girmedi içeri .
Avukat bir savunma dahisiydi , öldürücü hamlesini yaptı:
´Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz.
Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapiya baktınız.
İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum.´
Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu sekilde sonuçlandi
.
Mahkeme çıkışında avukat , bayan jüri baskanina yaklasti:
´10´ a kadar saydigimda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız.
Neden böyle bir karara imza attınız?´
´Doğru´ dedi jüri başkanı ;
´Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu !.. ´

NOT: En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen
bakışları izleyen kişidir

DERVİŞ:)

Vaktiyle bir derviş, nefisle nefisle mücadele makamının sonuna
> gelir.
> Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten,
> gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
> Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir.
> Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. .
> Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş,
> usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
> - Vur usturayı berber efendi, der.
> Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş
> aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı
> tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı
> vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir
> kabadayı girer içeri.
> Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış
> kısmına okkalı bir tokat atarak:
> - Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye
> kükrer.
> Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek.
> Kaideyi bozmaz derviş.
> Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup,
> fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
> Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
> Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli
> aşağılar dervişi, alay eder:
> `Kabak aşağı, kabak yukarı.`
> Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz
> birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at
> arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
> Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken,
> iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri
> demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır,
> kalır.
> Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
> Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar,
> gayri ihtiyarî sorar:
> - Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
> Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
> - Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
> Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
> Hikâye böyle...
> Ama hayat da böyle...
> Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte
> kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu
> sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı
> yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına,
> makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklardı r

ERKEKLER ASLA YALAN SÖYLEMEZ:)

Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan
ağacın dallarını
keserken
baltasını suya düşürür.
'Aman tanrım' diye bağırdığında bir peri belirir ve 'Ne diye
bağırıyorsun
?'der.
Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını
sürdürebilmek için o baltaya
ihtiyacı olduğunu söyler.


Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir.
'Baltan
bumuydu ?' diye sorar. Ormanci 'hayır' diye cevaplar.



Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile
tekrar
belirir ve yine sorar. 'Baltan bu muydu ?'


Ormancı yine 'hayır' diye cevaplar.
Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile
tekrar
belirir ve yine sorar.
'Baltan bu muydu ?' Ormancı 'evet' der. Ormancının dürüstlüğü
perinin çok
hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir. Or mancı
mutlu bir
şekilde evinedöner.


Bir zaman sonra ormancı esiyle birlikte nehir boyunca yürürken
karisi suya
düşer.
Ormancı 'aman tanrım' diye bağırır. Peri yine belirir ve sorar:
'Ne diye
bağırıyorsun ?' Ormancı' karim suya düştü der.


Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner.'Senin
karin bu
mu?' diye sorar. Ormancı 'evet' der.
Peri sinirlenmiştir, 'Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil' der.

Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz
konusu.
Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine
Zeta-Jones ile
geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her
üçünü de bana
verecektin.


Ben fakir bir adamım ve üç karimin sorumluluğunu
taşıyabilecek durumda
değilim. Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur... Bu hikâyeden
alınacak
ders:
Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir
nedeni vardır
ve bu başkalarının yararı içindir.


Kendileri için bir şey istiyorsalar ekmek çarpsındır... :):):)
EĞER KİŞİ HEM AKILLI HEM ÇALIŞKAN İSE TAKDİR ET!
ÇALIŞKAN FAKAT AKILLI DEĞİLSE DİKKAT ET!
AKILLI FAKAT TEMBEL İSE İKAZ ET!
HEM AKILSIZ HEM TEMBEL İSE İMHA ET!

HERKES CENNETE GİRMEK İSTER AMA KİMSE ÖLMEK İSTEMEZ
ÂDEMOĞLU HİLEBAZDIR BİLEMEZSİN FENDİNİ
KİME İYİLİK YAPTINSA ONDAN SAKIN KENDİNİ

DÖRT ŞEY GERİ GELMEZ

1- ATILAN OK
2- KAÇIRILAN FIRSAT
3- SÖYLENEN SÖZ
4- GEÇEN ZAMAN


TARLAN VARSA; İÇİNDE OL
TEKNEN VARSA; KIÇINDA OL
İŞİN VARSA; BAŞINDA OL


ÜÇ ÇEŞİT İNSAN VARDIR

1- EKMEK GİBİDİR HERGÜN ARANIR

2- İLAÇ GİBİDİR LAZIM OLUNCA ARANIR

3- MİKROP GİBİDİR SİZ ARAMAYIN O SİZİ BULUR

Böyle hanımlar da yaşamış bu dünyada!

Geçmişte aile hayatına sabır ve tevekkül hâkimdi. Aile fertleri ne kadar imkana sahiplerse ona şükreder, sahip olmadıklarının hasret ve hırsı içinde çırpınmaz, mahrumiyet duygusuna kapılmazlardı. Rabb’imizin takdir buyurduğu kısmetimiz bu kadarmış, diyerek şükreder, huzur bulurlardı.
Zaman geçti, zenginler sahip olduklarını, sahip olmayanların gözleri önünde teşhirci bir görüntü içinde tüketmekten kaçınmaz oldular. Aynı imkana sahip olmayanlar ise onların israflı hayatlarına hasret ve imrenme ile bakmaya başladılar... Derken görenek belası hemen herkesi istila ve işgal eyledi, aileler halinden şikayete yöneldiler... Bu yüzden geçmiş toplumda sık görülen sabır ve şükür örneği mütevazı aileler yavaş yavaş toplumdan kaybolarak birer ibret levhası halinde tarihimizin derinliklerinde kaldılar... İsterseniz böyle tarihin derinliklerinde kalmış tevekkül ve teslimiyet örneği mütevazı aileden bir örnek arz edeyim sizlere. Bakalım geçmişte ne türlü bir tevekkül ve teslimiyet söz konusu olmuş bazı hanımlarda... Rabb’imiz de böylesine tevekkül ve teslimiyet sahibi hanımlara nasıl sebepler halk edip rızkını göndermiş, bir görelim.

Belh’in meşhur velisi Hatim-i Asam, (852 -H.237) hacca gidiyordu. Hanımına teklifte bulundu:

- Hanım, ne kadar nafaka bırakayım sana, ben gelinceye kadar? Tevekkül ve teslimiyet timsali hanımın cevabı ibretliydi: -Ne kadar yaşayacaksam o kadar!

- Hanım senin ne kadar yaşayacağını ben ne bileyim?..

- Öyle ise dedi, benim nafakamı ne kadar yaşayacağımı bilene bırak. O beni şimdiye kadar hiç nafakasız bırakmadı, şimdiden sonra da bırakmaz. Sen harçlığını yanında tut, gurbette sana lazım olabilir.

Hatim-i Asam yola çıktıktan sonra mahalle hanımları ziyarete geldiler.

- Allah kavuştursun beyiniz hacca gitti, dediler. Hemen arkasından da mahalli dille sormadan edemediler:

- Beyin sana ne kadar rızık bıraktı gelinceye kadar?..

- Benim beyim dedi, rızık veren değil rızık yiyendir. Rızık yiyen, rızık veremez. Ben rızkımı hep rızık verenden beklemişim şimdiye kadar. O beni hiç rızıksız bırakmamış, yine de bırakmayacağına inanıyorum.

Hanımlar bu cevaptan pek memnun olmadılar, dudaklarını büküp aleyhte konuşarak gittiler...

Aradan çok geçmedi Hatim’in evinin kapısında at kişnemeleri duyuldu. Dışarıya çıkan hanım, bir atlı kafilesiyle karşılaştı. Hacıları uğurlamaktan dönen Bağdat halifesi susamış, su içmek için uğramış buraya. Hanım hemen bir testi su ile bir bardak uzattı. Soğuk suyu kana kana içen halife yanındaki vezirine emir verdi:

- İçtiğimiz suyun bedelini bize yakışan şekilde öde!..

Toprak çanağın içini altınla dolduran vezir, bardağı kapının yanına bırakırken söylendi:

- Allah’a emanet olun bacım, soğuk suyunu içtik, hakkını helal et... Kafile uzaklaşırken Hatim’in hanımı bardağın içinde beyi hacdan dönünceye kadar yetip de artacak miktarda para bırakıldığını gördü. Her zaman yaptığı gibi yine seccadesine yönelip şükür secdesine kapandı:

- Rabb’im dedi, çocukken anam babamın eliyle gönderiyordun rızkımı. Evlenince beyim Hatim’le göndermeye başladın rızkımı... Şimdi ise beyim hacca gitti, bu defa da halifeyle gönderiyorsun rızkımı. Beni hayatım boyunca hiç rızıksız bırakmadın. Zaten ben de seni hep böyle bildim. Bu yüzden tevekkül ve teslimiyetim hiç azalmadı, hep arttı. Ancak çevremdekiler aynı değiller. Onlar tevekkülsüz ve teslimiyetsizler... Hemen hücuma geçiyor, tevekkülsüzlük telkin ediyorlar bizlere... Sen tevekkül ve teslimiyet duyguları nasip eyle bu aile bireylerine de, asıl rızkı verenin sen olduğunu onlar da anlasınlar, senin kimseyi rızıksız bırakmayacağını idrakte onlar da gaflete düşmesinler, huzurlu yaşasınlar...

BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?

Daima düşünceliydi.
Susması konuşmasından uzun sürerdi.
Luzumsuz yere konuşmazdı.
Konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı.
Dünya işleri için kızmazdı.
Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.
Kötü söz söylemezdi.
Affediciliği tabii idi, intikam almazdı.
Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.
Kimseyle çekişmezdi.
Çok konuşmazdı.
Boş şeylerle uğraşmazdı.
Umanı umutsuzluğa düşürmezdi.
Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.
Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı.
Kimsenin kusurunu araştırmazdı.
Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi.
Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.
Her zaman ağırbaşlıydı.
Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.
*Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.
Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü.
Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı.
Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilirdi.
Vakar ve sükunetle rahatça yürürdü.
Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Dostlarına şöyle derdi: “ Dünya da garip bir kimse, yahut bir yolcu gibi ol “
Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu.
Adet üzere sarfedilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı.
*Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilmezdi.
Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi.
Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: “ İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve
Saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve
Haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım “
*Sıradan değildi. Ama sıradan insanlar gibi yaşardı..

*** O, HZ. PEYGAMBERDİ. (SAV)***

BİLMELİSİN Kİ ...

Duvarda asılı diplomalar
insanı insan yapmaya yetmez.

Bilmelisin ki ...

Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa,
anlam yükü o kadar azalır.

Bilmelisin ki ...

Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak
arasında,
çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Bilmelisin ki ...

Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek aşkların da!

Bilmelisin ki ...

Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla
ilgisi yok,
ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Bilmelisin ki ...

Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan
ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.

Bilmelisin ki ...

Ne kadar yakın olursa olsunlar
en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.

Bilmelisin ki ...

Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.
Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Bilmelisin ki ...

Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Bilmelisin ki ...

Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş
olabilir.
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

Bilmelisin ki ...

İki kişi münakaşa ediyorsa,
bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Bilmelisin ki ...

Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.


Bilmelisin ki ...

Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,
pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

*Can YÜCEL

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Öyle yaşayalım, öyle konuşalım ki, bizim yüzümüzden kimse Cehenneme gitmesin.

Sorulan dini suallere verilen cevaplara dikkat etmeli, cevap vermek kolay değildir. Cevap verenler de ahirette hesaba çekileceklerdir. Cevap verirken, muteber kitaplardan nakli esas almak şarttır.

Mümin, mümine Allah için sevgiyle baksa, Cenab-ı Hak bütün günahlarını affeder.

Rabbine güvenen kula, Allahü teâlâ yardım eder. Paraya, mala mülke, şuna buna güveneni, güvendiğiyle baş başa bırakır.

Allah için olan işte sevgi vardır. Dünya için olan işte sevgi yoktur. Dünyanın tabiatında sevgi yoktur. Allahü teâlâ dünyayı yarattığından beri, bir defa olsun rahmet nazarıyla bakmamıştır. Dünya, nefs ve şeytanın azmasına yardımcı olmaktadır. İnsanın dünyalığı arttıkça nefsi azar, gurur, kibir artar, kontrolden çıkar. Ahireti bırakıp, hep dünyalığı artırmak için gece gündüz çalışmak, ızdırabı, sıkıntıyı, sevgisizliği artırmak, ahmaklık alametidir.

Bir kalbde iki sevgi olamaz. Bir kalbde dünya sevgisi varsa, o insanda Allah sevgisi olamaz. Olamayınca da her yerde, ailesinde, işinde sevgisizdir.

Bazıları çok sevilir, bazılarından kaçmaya bakılır. Araştırılırsa, muhakkak onun dibinde başka sevgi olduğu görülür.

Allah sevgisi olan kalbde ihlâs olur. İhlâs olan kalbde Allah sevgisi olur. İhlâsla dünya zıttır. Dünya, nefsin ve şeytanın tuzağıdır.

Varlıkta imtihan, darlıktan daha zordur; çünkü darlıkta hep Allah deniyor, varlıkta akla gelince söyleniyor. Bu çok tehlikelidir.

Ehl-i sünnet itikadında olmak, büyükleri yani Evliya zatları tanımak büyük nimettir. Tanıdıktan sonra ayrılmak da, büyük felakettir. Ayrılanlarla beraber olmak da, büyük felakettir. Ayrılanlarla beraber olmak, engerek yılanıyla beraber olmaktan daha tehlikelidir.

İman, Allahü teâlânın bizzat ihsanıdır; çünkü bir kimseye bir şeyler anlatılır; ama imanı Allah'tan başkası veremez.

Allahü teâlâ bir kuluna iman vermişse, ihsanlardan en büyüğünü vermiş demektir. Artık o kulun kalkıp bir kuruşun hesabını yapması, mümin kardeşinin gıybetini, dedikodusunu yapması çok çirkindir.

Fasık bile olsa, ehl-i sünnet itikadında olan bir müminin kalbindeki nuru dünyaya çıkarsalar, imanının nuru güneşin ziyasını kapatır. Mümin o kadar kıymetlidir.

Birbirimizi sevelim. Kendimizi bir şey zannetmeyelim. Hiçbir Müslümanı hakir görmeyelim. Çok sarhoşlar imanlı gitmiştir. Nice âlim veya şeyh geçinenler de imansız gitmiştir.

Mehmet Ali Demirtaş

İNSAN

Bir bilgeye ' Nasıl insan oluruz ?' diye sormuşlar ya.
'Üç adım atlama' gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,
İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun

16 Temmuz 2008 Çarşamba

Ben bugün teyze oldum :)


Biraz önce çok güzel bir haber aldım canım kardeşim dayımın kızı esinim oğlunu kucağına almış hastenede beni düşünüp aramış canım benim rabbim evladı ve eşiyle huzurlu bir yaşam nasip etsin güzel yürekli kardeşime onu çok seviyorum belki kardeş duygusu tadmadan büyüdüm ama olsa bukadar sevilirdi o benim canım iyi olmasına sevindim hele yıllarca beklediği güzel yavrusunu kucağına almasına anlatamam sevincimi rabbim olmayan herkese nasip etsin ana baba olmayı .Ben çok şanslıyım ne kadar da tersi gibi gözüksede beni seven ve sevdiklerim var teyze ve hala olma ihtimalim olmadığı için kardeş gibi sevdiklerim çocuklarına hep teyze diye hitab ettiriyo ümmüm,tülayım esinim de sıra hepinizi çok seviyorum :)

15 Temmuz 2008 Salı

ESKİDEN TANIDIĞIMI SANDIĞIM KENDİNİ MİLLET İÇİNDE MEVKİSİNİ YÜKSEK GÖREN TAKVA SAHİBLERİNE SLM OLSUN


Namazın Bozuldu



"Dört Hintli mescide gidip namaza durmuş. O sırada müezzin içeri girince Hintlilerden biri namazda olduğunu unutarak;

- Ezan okundu mu, diye sormuş. Diğeri onu dürtmüş:

- Konuştun, namazın bozuldu. Üçüncüsü ise o uyaran arkadaşına;

- Zavallı, ona bakacağına sen kendi namazınla meşgul olsana, diye çıkışmış.

Sonuncu Hintli sevinerek yüksek sesle;

- Elhamdulillah, ben şu akılsızlara uyup namazımı bozmadım, demiş. Böylece dördünün de namazı heba olmuş. (2/110)"

Şimdi de hikâyeden çıkan ilginç sonuca bakalım: Başkasının namazdaki ayıbını görmek bizim de namazımızı bozmakta. Zararı görmek bize de zarar vermekte. Oysa o kusuru görmesek bize hiçbir zararı olmayacak. Aslında bu hikâyenin mesajını namazla sınırlamak mesaja haksızlık olur. Zira namaz, namaz dışında nasıl davranacağımızı öğreten bir ders saatine benzer. Bu bakımdan Mevlânâ'ya göre Allah'ın huzurunda olduğunu müdrik bir kul için hayatın tamamı daimi bir namaz hükmündedir. Öyleyse namazda olalım veya olmayalım dikkatimiz kendi aybımızda olacak, başkasında değil. Şu hadis-i şerif böyle davranabilenler için bir aferinname hükmünde: "Ne mutlu o kişiye ki kendi aybıyla meşgul olmak onu başkalarının ayıplarını görmekten alıkor." Hz. Mevlânâ da şu veciz beytiyle bu hadis-i şerife tercüman oluyor:

Ayb bâşed k'u nebined cüz ki ayb

Ayb key bined revân-ı pâk-ı gayb (1/2074)

Yani: Ayıp olan daima her şeyde ayıbı görmektir. Ruhu gayb aleminde dolaşan gayb eri hiç halkın kusurunu görebilir mi?

HAYATI ERTELEMEK


Siz siz olun hayatı ertelemyin çünkü insan ertelerken birşeyleri kendini ertelemiş oluyor yaşamamış ve en kötüsü hayatı kaçırmış oluyor.vakit varken bir yerinden yakalamalı hayatı yoksa yetişmek mümkün değil hadi koştun diyelim ardından bu kadar yorgunluğa değermi acaba. En iyisi siz hiç kaçmadan yakalayın kaldığınız yerden tadını çıkarın görevler üstüste birikip bir dağ oluşturmadan üzerinize yıkılmadan hemen kalkın neyse hayaliniz o çok anlam kazanmadan gerçek değerinde yaşayın çünkü erteledikçe analamınıda gözünüzde büyütmüş olabilirsiniz yaşayın gitsin .Mesela kendine bir terlik beğendin dursun sonra alırım mı dedin git al kullanıp yıpransın .Yıpransınki alamadığın o basit terlik hayallerini ve kafanı meşgul etmesin yolunu tıkamasın alt tarafı bir terlik olarak kalsın .Hayatı trene benzetirsek vagonlar kalbalıklaşmadan ve uzaklaşmadan yakalayıp binsek iyi olur .Benim kaçırdığım vagonların sayısını hatırlamaya uğraşırken yaşadığım yorgunluğumu yaşamayın mutlu olmak için ilerlemek lazım yerimizde sayar kafamızın içini dinlersek olmaaaaaaaaaaaaaaz:)hemen kalkın harketlenin listelerinizi üstüste koyun en kolay madeden başlayın hergün çok güzeldir yenidir yenilik getirir yenilikler için eski defterleri ya kaldırın ya bitirin mutlu ve listelerin mutluluk maddeleriyle dolduğu günler dilerim:)

13 Temmuz 2008 Pazar

ÇORUM HANCILAR RESTORANT







Aklıma gelmişken geçen pazar günümüz çok güzel di çünkü ailece çoruma gezmeye gittik dönüşte eşim bizi hancılar diye biryere götürdü güzel sürprizleri olan bir asırdır hizmet veren bir lokanta hayrat çeşmesi ve resimdeki bütün güzellikleri size sunan hoş bir aile yeri herkese tavsiye ederim mutlaka birgününüzü ailenizle orda geçirmelisiniz:)ahhhhhhh her pazr böyle geçse anladım ben gizlibir gezme delisiyim güya ben hiiiiç sevmem gezmeyi:)

KLASİK BİR PAZAR:(


Ve sıkıcı bir pazar günü daha geçip gitmekte ev üzerime çöküyo belli belirsiz karışık bir sürü düşünce ve birde pazarın sıkıcılığı yakamı bırakmıyo :( hiçbirşey düşünmeden sevdiğim bir işe yoğunlaşıp uğraşmak istiyorum.Hergün aynı geçip gitmekte yani aldanmaktayım 2 günü birbirine denk geçen aldanmaktadır sözünü yeniden yeniden yaşamakta ve yaşalmaktayım hayatın beni tükettiğini bile bile elimden birşey gelmeme acizliğinde boynumu bükmekteyim.monotonluk hayatın oturması sıkar hep beni birşey olmalı hareket etmeliyim tekdüze alışılmış benim nefes almamı zor hale getiriyor sanırım derdim bu hareket alanımın kısıtlı olduğunu düşünmek boğuyor imdaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaat:) en iyisi oğlum alıp dolaşmalı biraz içimiz açılır aslında uzun bir yürüyüş iyi olur.

APARTMANDA DÜĞÜN VAAAAAR:)


Bu gece apartmanda kına gecesi yapıldı gelinimiz başka bir memleketten olduğu için orda düğünü yapılıp burda ikinci kına gecesi yapıldı.Karşı komşum ve alt kat komşularım hepsi dünya tatlısı insanlar beraber olma fırsatı buldum.karşı komşum ayşe ablamla birbirimize bir söz verdik bu bir sürpriz pazartesi buluşmamızdan sonra anlatmak üzre .yarın 3 4 düğün birden var RABBİM BÜTÜN ÇİFTLERE MUTLULUK VERSİN HUZURLU BİR YAŞAM ONLARIN VEEEEEE BİZLERİN OLSUN :) AMİİİİİİİİİİİN :)

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Fırtına çıktığında uyuyabilir misiniz?





Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde
çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın haline bakıp ´çiftlik işlerinden anlar mısın?´ diye sormadan edemedi çiflik sahibi. ´Sayılır´ dedi adam, ´fırtına çıktığında uyuyabilirim´. Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boşverip çaresiz adamı işe aldı. Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar:
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: ´Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Herşeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.´ Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: ´Boşverin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.´ Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: A-aa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini
kapatırken mırıldandı: ´Fırtına çıktığında uyuyabilirim´
Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), mânen (dua), maddeten (tedbir) hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz. Hayatınız boyunca.

Kızgınlıkla karar almayın, mutluluktan uçtuğunuzda söz vermeyin. İkisi de sarhoşluk ânıdır, akıl başta değildir


ALINTIDIR..
Yusuf PEHLİVAN
Erzurum-94

11 Temmuz 2008 Cuma

Şeytan bize uzak mı?





Dr. Senai Demirci

Şeytan'ı pek fazla yanımızda hissetmiyoruz; uzaklarda, tuhaf biçimli, anlaşılmaz hileler hazırlamakla meşgul garip biri şeytan. Herşeyi güncelleştirip yenilediğimiz şu zamanda şeytan imajımız oldukça demode duruyor. Şeytanın hipermarketteki hileleri gündemde değil mesela.. Şeytan otoyola çıkmıyor, sürat yapmıyor, cep telefonuna cevap vermiyor. Bilgisayar kullanmıyor, CD ile aldatmıyor, politikaya karışmıyor, Ankara'ya uğramıyor, İstanbul'da boğaz turu atmıyor, blucin giymiyor, Bodrum'da güneşlenmiyor, borsada oynamıyor. Şeytan, ta Mekke'lerde hacıların hınçla taşladıkları hantal yürüyüşlü, kalın kafalı biri. Hatta giyinmesini de bilmez, görseniz dilenci sanırsınız. Kravatlı adamlar arasında dolaşamaz, şık giyimli kadınlar arasında aranmaz. Parfüm kullanmak aklına gelmez, renk uyumundan anlamaz.. Şeytan dediğin karanlık köşelerde, küflü kuytularda oturur. Puslu mekanlarda, dipsiz kuyularda, örümcek ağları arasında tozlu hayaller kurar. Ayakkabısını boyatmaz, saçlarını yıkamaz.

Şeytan bizden uzak, biz şeytandan uzağız, öyle mi? Ne kadar da şeytani bir yanılgı... Hatırlayalım, şeytanın ilk eylemi Adem'e [as] secde etmemesiydi. Rabbi emrettiği halde secde etmedi şeytan. Bize, bu zamanın insanlarına oldukça tanıdık gelen bir gerekçeyle secde emrine karşı durdu. "Ben," dedi, "ateşten yaratıldım, Adem ise topraktan." Ateşi topraktan üstün gördüğü için kul olmaktan çıktı şeytan. Yoldan saptı, istikameti kaybetti. Oysa, şeytan aynı gerekçeyle secde edebilirdi de.. Mesela, toprağı ateşten üstün gördüğü için Adem'e [as] secde ediyor olabilirdi. Ya da faraza kendisi topraktan, Adem [as] ateşten yaratılmış olsaydı, ateşi topraktan üstün gördüğü için secdeyi tercih edebilirdi. O zaman da, Rabbine karşı gelmekten kurtulmuş olur muydu şeytan? Oysa, kulluk Rabbin emrine gerekçe aramaksızın, bahane bulmaksızın, açıklama aramaksızın itaat etmeyi, teslim olmayı gerektirir. Şeytan Adem'e [as] ateşten yaratıldığı için secde ediyor olsaydı da, Rabbinin emrine karşı gelenlerden olmaya devam edecekti. Çünkü, bu durumda, hakikaten değil, siyaseten secde etmiş olacaktı. Kulluk icabı değil, konjunktur icabı secde edecekti. Rabbine değil, modaya uymuş olacaktı.

Allah'tan, şeytanın siyaseti hakikatle benzeşmedi de, kulluğun icabı konjunkturun icabıyla çakışmadı da, net bir şeytan tablosu çıktı karşımıza. Şeytanın tekebbür ettiğini ayan beyan anladık, yoldan çıktığını ulu-orta görebildik. Öbür türlü, hiç olmazsa görüntüyü kurtarabilirdi. Ama görüntünün altında sahih olmayan bir gerekçe saklıydı, davranışını sahici olmayan bir muhakemeye dayandırıyordu. Çünkü, başından yanlış bir referans düzlemi seçmiştir şeytan. Kul olmaya göre değil, bir maddenin diğerine üstünlüğüne, birinin soyunun diğerinden asil oluşuna göre muhakeme yürütmeye başlamıştır. Bu noktadan sonra isabet etse de, isabet edemez, doğru görüntü verse de, yanlış duruşdan kurtulamaz.

Böyle düşününce şeytanın bize epey yakın durduğunu anlıyor insan. Şeytan birden geçmiş asırların pusundan sıyrılıp, gün gibi ortaya çıkıyor, caddelerimizi, evlerimizi adımlamaya başlıyor. İnsanın verdiği görüntü doğru, sahih ve sahici olabilir, ama gerekçe sahih ve ihlaslı olmayabilir, doğru bir gerekçeye dayanmıyor olabilir. Doğru, sahih davrandığımız yerde, sadece kul olma ve Rabbimize teslim olma saiki yetmeyebiliyor, yanımıza insanların beğenisini, çağın gereklerini, modanın icabını da almak istiyoruz. Veya kendimizce meşru, mühim, vazgeçilmez bir hedefe varmak uğruna "şimdilik", "daha sonra düzeltirim" ve " iyi ama ne yapabiliriz ki..."gibi gerekçelerle yolumuzdan sapıyoruz. Görüntüyü kurtarırkan sahici olmayan gerekçeler icad edebiliyoruz. Veya sahici olduğunu düşündüğümüz gayeler uğruna yalan-yanlış görüntüler veriyoruz. Tam da şeytanın saptığı yerden sapıyoruz.

Yalın bir mü'min olma cesaretini ve kararlılığını gösteremiyoruz. Bunun sebebinin sırf başkalarından korkmak olduğunu sanmıyorum. Sorun, nefsimizin iğvalarını aşamamaktır. 'İslam garip geldi, garip gidecek' mealli hadisin konusu olmak istemediğimiz ortada... 'Takiyye' sınıfından bütün numaraların altında 'garip'liğe razı olamamak ya da 'garip'liği göze alamamak var gibi. Garip ki, bu da bizi ayrı bir garipliğe götürüyor....

Yalın bir mümin olma cesaretini kendimizde göremiyoruz, bu da başkalarından korkmaktan çok kendi nefsimizin iğvalarını aşamamaktan kaynaklanıyor. Kendi kalbimizi nefsimizin salvosundan korumak uğruna, idmansız, donuk ve kalıpla hareket eden bir kalbin sahibi oluyoruz. Aklımızı, vehmimizin ve nefsimizin labirentlerine dokundurmaktan korktuğumuz için, kalıpla düşünen, donuk cevaplarla idare eden bir aklın sahibi oluyoruz. Duygularımızı acıların ortasına salmaktan korktuğumuzdan, acının ortasından geçmiş, pişmiş, yanmış, maya tutmuş, tavında döğülmüş bir kişilik sunmaktan geri kalıyoruz. Sadece taraftarlığa indirmişiz müslümanlığımızı, İslamın anlamını yani 'teslim olma'yı bilmiyoruz? Enfüsümüzdeki diyalektik yoksunluğunu da sahte ve sahici düşmanlar icad ederek telafi etmeye çalışıyoruz. Yalın ve yalnız olarak kendini tanımlayamayanların yaptıkları gibi başkalarına sadece başkalarına karşı taktikler yürütmekle vakit harcıyoruz. Böylesi ancak heyecanlı oluyor.. Şeytanı bizden biraz uzakmış gibi gösteriyor.

Oysa şeytan uzak durmakla sokuluyor yanımıza.

10 Temmuz 2008 Perşembe

şeytanın toplantısı


ŞEYTAN VE DOSTLARI
Bir gün Şeytan, dünya çapında konvansiyonel bir toplantı için tüm dostlarını çağırmış. Açılış konuşmasında demiş ki:
Müslümanların Camilere gitmesini engelleyemiyoruz. Kur'an okumalarını ve gerçekleri öğrenmelerini de engelleyemiyoruz. Allah ve elçisi ile sağlam ilişkiler kurmalarını da engelleyemiyoruz. Allah ile bir kere bağlantı kurduklarında üzerlerindeki gücümüz kırılıyor.
Dostları demiş ki:
Gerçekten zor bir durum, peki ne yapalım?
Şeytan demiş ki:
Bırakın Camilere gitsinler. Fakat zamanlarını çalın, böylece Allah ve elçisi ile bağlantı kuramasınlar.. Sizden isteğim budur.
Şeytan devam etmiş:
Dikkatlerini dağıtın, böylece gün boyunca Allah ile hayati öneme sahip bağlantıyı kuramasınlar.
Dostları şaşırmış:
Bunu nasıl başaracağız?
Şeytan:
Hayatın önemsiz ayrıntılarıyla zihinlerini sürekli meşgul et! Müslümanların kulaklarına şunu fısılda:
Harca, harca, harca.. Borç al, borç al, borç al..'
Kadınlarını işe girip uzun saatler boyunca çalışmaları için ikna et ! Erkeklerin haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat
çalışmalarını ve böylece hayatlarında boşluk kalmaması için planlar yap! Çocukları ile zaman geçirmelerini engelle!
Evleri ferahladıkları bir yer olmaktan çıkacaktır! Zihinlerini o kadar meşgul et ki kendi iç seslerini (oto kritik, nefis
muhasebesi) dinleyemesinler!
Böylece kafaları karışacak, Allah ve elçisi ile zihinsel beraberlikleri kopacaktır.
Bravooo, mükemmel fikir, diye alkışlamış dostları. Durun, daha bitmedi, diye devam etmiş Şeytan:
Kahvehanelerde, doktor muayenehanelerinde, kafe'lerde masaları gazete ve dergilerle doldur! Zihinlerini 24 saat haber bombarıdmanına tut! Araba kullanma esnasında tefekkür etmelerini, İnternete girenlerinin mailboxlarını,
junk maillerle, sipariş katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile ve boş umutlarla doldur!
Gazete ve TV'leri ince yapılı güzel modellerle doldur ki kocaları dış güzelliğin önemli olduğuna inansınlar
ve hanımlarından hoşlanmasınlar!
Kadınların, akşamları kocalarıyla ilgilenemeyecek kadar çok yorulmasını sağla!
Eğer kadınlar, erkeklerin ihtiyacı olan sevgiyi veremezlerse,erkekler bu sevgiyi başka yerlerde
arayacaklardır!
Çocuklarına namazın önemini anlatmalarını engellemek için hikaye kitaplarını tavsiye et!
Doğaya çıkıp Allahın yaratma sıfatını görmelerini engellemek için onları çok meşgul et, eğlence parklarına, kavga çıkarıp
birbirlerini vurmaları sağla! Bizim işimiz fitne çıkarmaktır, fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara,konserlere, sinemalara vs götür! Oralarda bunu unutma! İslami dostluklar ve sohbetler yerine, taraftar-parti dostluklarını ve dedikoduları teşvik et!
İşte plan bu! Futbol, hayatlarının odağı olsun. Futbolcuların isimlerini çocuklarına ezberletmeyi marifet
saysınlar! Ancak İslamın şartlarını merak bile etmesinler! Kurnazca plan için dostları şeytanı çılgınca alkışlamışlar ve ülkelere dağılırken Müslümanları daha fazla meşgul edeceklerine, telaş içinde oraya buraya koşuşturacaklarına, Allah'a, Elçisine ve ailelerine daha az zaman ayırtacaklarına söz vermişler.

Sence bu plan başarılı mı?
Eğer MEŞGUL değilsen bu yazıyı başkalarınada gönderirmisin?

Bülbül ile bağban

Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu, sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün!.. Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu:
- A insafsız adam!.. Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!.. Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle, neden bu kafesi bana reva gördün?

Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti:

- Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?.. Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!..

Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:

- Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.

Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu:

- Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin?

- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun kazaya karşı kördür.

İSKENDER PALA

8 Temmuz 2008 Salı

VEDA ZAMANIDIR BUGÜN:(

Bu gün kardeşlerimiz ve onların biricik kuzuları nafi paşayı yolcu ettik nasıl geçti uzun yaz günleri doyamadan karakuzumuza anlamadık .En yakın zaman da tekrarını yaşamaktır dileğimiz yolunuz açık olsun canlarım.onları evlerinde gurbet olmasına rağmen anne baba sıcaklığında karşılayacak ev sahipleri hanife teyze ve ali amcaya selam olsun ve tabiki dünya yakışıklısı oğulları zülfikar iyiki varsınız.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

DİNLEYİN BENİ DAĞLAR

23 TEMMUZ 1979 Evet ben babamı kaybedeli çok yıllar oldu .Anneme nasıl olduğunu defalarca anlattırdım nasıl olduda 2 evlat ve eşinin acısına bir anda dayanabildin diye rabbim öyle büyükki verdiği sabırda öyle oluyor der ama yüreğininin acısı gözlerinden okunur ve hep şükreder sen vardın bana armağan diye .Ben onu üzdüğüm zamanları hemen unutur siler ama ben hatırlayınca bile üzülürüm okadar çok kalbini kırdımki .Ama o hiç vazgeçmedi annem olmaktan beni korumaktan şimdi bende evladıma karşı böylyim sanırım ne görürsen onu yapıyorsun o duygularla anne yada bab oluyorsun bu yüzdende çocuklarımızı iyi olan bütün duygularla sevmeli ve korumalıyızki rengarenk olsun huzur bulsun huzur versin .
Sizin hiç babanız oldumu varlığı dağ gibi arkanızda duran
Siz kendinizi dünyanın en güvenilir limanında hisettinizmi varlığından dolayı
Siz her düşündüğünüzde boğazınızda bir düğümle başladınızmı? Hayata ve söze
Siz en kıymetlisi olacağınızı düşündünüzmü hayaller kurararak bir adamın
Ben bunların çoğunu ve daha fazlasını yüreğimde hissttim yada yaşayamadım ve dolayısıylada yaşatamadım ben hep bir yanımın boş ve yarım olduğunu hissettim sanki hiç dolmayacak .....

3 Temmuz 2008 Perşembe

SİZ HİÇ BÖYLE NAMAZ KILDINIZMI?




Şüphesiz ‘NAMAZ’ dinimizin direği ve Rabbimizin huzurunda olduğumuz ‘an’, Peki Namazımızı Rabbimize layık bir şekilde mi eda ediyoruz? Yani huşû ile namazımızı kılabiliyormuyuz? Eğer bu soruların cevabı hayır ise yada Rabbimize layık daha da güzel bir NAMAZ kılmak için lütfen bu yazımızdaki maddeleri o ‘an’da uygulayın ve bundan önceki kıldığınız namazlar ile bu son namazınızı bir kıyaslayın.



Ama önce huşû kavramını ve ayetler ile nasıl Rabbimize layık bir namaz kılabiliriz onları dile getirelim. Huşû kelimesi; tevazu, alçak gönüllülük, Hakk’a boyun eğmek, korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal anlamlarına gelmektedir.



ALLAH’ın (c.c) sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu bilen bir insan, O’nun her şeyden haberdar olduğunu bilir. Her nerede olursa olsun Rabbına karşı derinden saygı duyar. İşte huşu, bu derin anlayışın bir sonucudur.



Yüce Rabbimiz ALLAH, Kuran-ı Kerim’de namazın sadece şekilden ibaret olmadığı ve onun ruhunun kavranması gerektiği belirtilirken:

‘Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.’ (Mü’minûn Sûresi, 2) demiştir.



Yine Yüce ve Aziz olan Rabbimiz, bizlere namazın manevi boyutuna inmeyerek, yani O’nu görmüyormuş gibi namaz kılanlar, gösteriş ve desinler diye namaz kılanlar ile kıldığı namazı O’na layık olarak kılmaya çalışmayanlar için ‘Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.’ (Maûn Sûresi, 4-5) buyurmuşlardır.



Peki kıldığımız namazlarda nasıl huşû ile kılabiliriz? Bu sorunun cevabı tıpkı 5 vakit namaz gibi aşağıdaki 5 maddede saklı! Tabi bu 5 maddeyi uygulamadan hem maddi hemde manevi namazın tüm şartlarını yerine getirdiğinizi varsayıyorum.



Kuşkusuz kıldığımız namazlarda şeytan bize her türlü vesveseyi vermek için çalışır ve kıldığımız namazlarda hiç bir şekilde sevap kazanmadan ibadetimizi engellemeye çalışır. Bu nedenden dolayı namazdan önce:


Bu engeli kaldırmak için ihlas-felak-nas sürelerini anlamlarını düşünerek okumalıyız, hatta ayetel kürsi’yide okumakta fayda vardır. Çünkü bu 3 sure bizleri şeytandan koruyan surelerdir. Kişinin ihtiyacına göre 2 veya 3 defa okunmalıdır.





ALLAH’ın verdiği nimetler karşısında, kendi hata, kusur ve günahlarımızı hatırlamak. Bugüne kadar yapmış olduğumuz günahları düşünürsek hesap günü geldiğinde göreceğimiz muameleyi anlarız.




ve en önemlisi Namaza başlamadan önce (yani tekbir almadan önce) ölümü hatırlayıp, son namazımız gibi kılmalıyız. Yani artık ölüm meleği Azrail(a.s) gelmiş arkamızda bizim son namazımızı kılmamızı beklediğini düşünün!!!




ALLAH’a onu gözlerin ile görüyormuşsun gibi ibadet et! Eğer bunu yapamıyorsan en azından şunu bilki O, seni görmektedir!


5. Elimizden geldiğince okuduğumuz surelerin anlamlarını bilerek kalpten okumak. En önemliside Fatiha Suresi’ni anlamını bilerek kalpten okumak!



Çünkü denilir ki:’Kalpten çıkan söz, kalbe girer ama dilden çıkan söz kulağı aşmaz.’





Şimdi gelin hadi bu 5 maddeyi uygulayarak namazımızı eda edin ve hiç böyle namaz kılmadığınızı görün...



Herşeyin en doğrusunu şüphesiz ALLAH bilir, Rabbim yar ve yardımcımız olsun!



Yayına Hazırlayan

www.1hafta1ayet.com




İBADET



Nasıl ibadet?

- Cenab-ı Allah’a kulluk ve ibadet devamlı olur. Allah’a itaat ve kullukta kulun yapamayacağı bir emir yoktur. Yapıp da faydasını göremeyip, zarar göreceği bir emir de yoktur. Allah ibadetler için her türlü kolaylığı göstermiştir.

Ayrıca Allah, kulun iyi davranışlarını ibadet saymıştır. Meselâ susmak ve güzel ahlâk sahibi olmak en kolay ve en hafif ibadet sayılmıştır. Yolda başkalarına zarar veren ufak bir şeyin kaldırılması ibadettir. İbadet sevabı vardır.

İbadete Allah’ın değil, kulun ihtiyacı vardır. Kulun huzuru ve kurtuluşu söz konusudur. İnsanın korunması ve arınması için emredilmiştir. İbadete devam edenler maddi ve manevi faydalar elde ederler.

Belçikalı Prof. Dr. De Muynck şöyle diyor: “Dindarlık ömrü uzatıyor. Dindar müslüman uzun yaşıyor. Allah’a olan inanç ve ibadet ruh hastalıklarını azaltıyor...” (09.08.2000- Yenişafak)

ABD’de öğrencilere suç işlememeleri için üzerinde dini tavsiyeler bulunan kitap, defter kılıfı dağıtılmıştır. (18.08.2000- Zaman)

Müslüman her zaman, her yerde müslümandır. Her zaman Allah’ın kuludur. İbadette devamlılık esastır. İbadetin her çeşidini devamlı yapmakla sorumluyuz.

Şeytan peygamberimize şöyle der: “Son anda kelime-i şahadeti getir, ben de kurtulanlardan olurum.” Peygamberimiz üzülür. Allah şöyle vahyeder: “Biz son anda ona şahadet getirmesini unuttururuz.”

İbadetleri geciktirmek günahtır, tevbe istiğfar gerektirir. Terk ise isyandır. “Daha var, ilerde yaparsın” telkini şeytanın telkinidir.

Nahl sûresinin 92.ayetine göre; ibadet, yapılıp yapılıp da bırakılıverilmeyecektir.

Hıcır sûresinin 99.ayetinde: “Ölüm gelinceye kadar ibadet et!” emri vardır.

Al-i İmran sûresinin 102.ayetinde:”Allah’tan korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” buyrulmuştur.

Nasıl müslüman olarak ölünür? Müslüman olarak yaşanırsa, ancak müslüman olarak ölünür. Bir hadislerinde peygamberimiz: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursu-nuz.”buyurmuş, müslüman olarak ölebilmenin yolunu göstermiştir.

Hz. Peygamber birine şöyle diyor:

“Falan kimse gibi olma; geceleri ibadet ederken bırakıverdi.” (Riyaz-üs.Salihin: 192/154)

iman, ibadet, mutluluğun kaynağıdır. Duke Üniversitesinden Dr. Koenig, uyguladıkları tedaviden en fazla istifade edenlerin, dini kitap okuyan, ibadet eden ve inancını yaşayanlar olduğunu belirtmiştir.

İbadet edenlerin, dua edenlerin, dini hizmetlere katılanların daha çabuk iyileştiklerini, dindar gençlerin uyuşturucu, alkol kullanmalarının zor olduğunu, cinsi suçlar işlemediklerini bildirmiştir.

Ayrıca dindar insanların hayat tarzları daha sağlıklıdır. İbadet ve dualar pozitif hislere sebep olur, demiştir. (27.08.2003 Yeni Asya)



- İbadeti terk yanlıştır. Rabbimizin ikramı, ihsanı devamlı iken bizim O’na kulluğumuz devamlı olmazsa, yediğimiz, içtiğimiz nimet olmaktan çıkar. O zaman Allah kahrından vermeye başlar.

- Bir kutsi hadiste Cenab-ı Allah:

“Bana ibadet et ki, seni ihtiyaçtan kurtarayım, vücuduna rahatlık vereyim. Bana ibadet etmezsen, seni ihtiyaç içinde bırakırım. Vücuduna zahmet veririm, kalbine sıkıntı bırakırım.”buyuruyor. (40 Kutsi Hadis: 20- H.H. Erdem)

İslâm’da ibadetler insan yararınadır. İnsan fıtratını zorlayan bir emir de yoktur, yasak da yoktur. Ayrıca ibadetler için her türlü kolaylık sağlanmıştır. Bütün bunlara rağmen hayatını Allah’a kullukla şekillendirmeyen, Allah’ın korumasından çıkar, boş ve manasız şeylerle uğraşmaya başlar.

Kur’an-da şöyle buyrulur:

“Bana dua edin kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar, aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min sûresi: 60)

“Bana kulluk et” diyor Allah. (Taha: 14)

İbadet, terk edilmediği gibi gecikmez. İbadetin gecikmesi bile suçtur, tevbe istiğfar gerekir.

Biri arkadaşına demiş ki:

- Hayat kırkından sonra başlar. O da cevap vermiş:

- Tabi ki otuz beşinde “ölmezsen.”

Delice, sorumsuzca hayat yaşanmaz. Şeytan insanı “daha var, daha gençsin” diye aldatır.

İnsan her yaşta ölebilir. Öyle bir an gelir ki, insanda ibadet edecek hal kalmaz, yıllarca şeytanın hakimiyetinde yaşanırsa, şeytan onu bırakıvermez ki, ibadet etsin.

Ben şunu şunu yapıyorum diye insan hem yaptığını yeterli görmemeli hem de kendini aldatmamalıdır. Öğrencinin başarılı olup, kurtulması için bütün derslerden başarılı olması lâzımdır. Bir dersten bile başarılı olamazsa mezun olamaz, diploma alamaz. İbadetlerde, kulluk görevleri de böyledir.

Peygamberimize soruyorlar:

- Allah yanında hangi ibadet sevimli ve makbuldur?

- “Az da olsa devamlı olanı” buyuruyorlar. (Buhar İman: 32)

Cenab-ı Allah Kur’an-da:

- “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hıcr: 99) buyuruyor.

Sevgili Peygamberimiz: “Namaz gözümün nurudur.”demiştir.

Yeni müslüman olan Sakif Kabilesi, şart koşmuş, “Bizden öşür alınmasın. Biz cihada çağrılmayalım. Namaz bize farz olmasın.”demişlerdi. peygamberimiz şöyle dedi: “Sizden öşür alınmasın, siz cihada çağrılmayın. Ama namazsız dinde hayır yoktur.” (Ebu Davut Haraç: 25)

Ebu Derda peygamber bana şöyle dedi der:

“Paramparca edilsen, ateşte yakılsan da namazı terk etme, bile bile namazı terk eden Allah’ın korumasından mahrum kalır.” (İbn-i mace Fiten: 23)

Peygamber Efendimiz biraz daralırsa Bilâl’e şöyle dermiş:

- Bilâl kalk ezan oku, namaz kılalım da rahatlayalım.

Bir sahabe gazaya gidecekti. Peygamberimizden tavsiye istedi. Allah Rasülü ona: “Sen az seçde edilen yere gidiyorsun, secde ve namazları çoğalt.”buyurdular.

Hz. Ömer: “Namazı terk edenin İslam’da nasibi yoktur” demiştir.

Kur’an-da: “Secde et Allah’a yaklaş.”(Alak: 19) “Namaz Allah’tan korkandan başkasına ağır gelir.” (Bakara: 45) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (Maûn: 4-5)

Peygamberimiz şöyle buyurur.

* “Sabah namazını kılanın ölümü kolay olur. Öğle namazını kılanın mizanı ağır olur. İkindi namazını kılan sıratı kolay geçer. Akşam namazını kalanın kabri geniş olur. Yatsı namazını kılanın suali kolay olur.”

* “Namazda gevşeklik gösteren, ölürken kelime-i şahadeti zor getirir.”

* “Sabah namazını terk edene melek: “Ey Fâcir!(büyük günah işleyen)” der.”

Öğle namazını terk edene ey haşir! (Hüsrana uğrayan) der.

İkindi namazını terk edene ey Âsi!(isyan eden) der.

Akşam namazını terk edene ey nankör! (Nimetin kıymetini bilmeyen) der.

Yatsı namazını terk edene ey kaybeden! der.

* “Namazda yedi şey şeytandandır:

- Burun kanaması,

- Uyuklama,

- Vesvese,

- Esneme,

- Kaşınma,

- Sağa sola bakma,

- Bir şeylerle meşgul olma.”



Dikkat edilirse namaz işlenilen günahlara keffaret olur. Kur’an-da: “İyilikler günahları giderir.” (Hud: 114), “Allah kötülükleri iyiliklere çevirir.” (Furkan: 70) buyrul-muştur.

Bütün bunlar ibadetin, itaatin önemini gösteriyor.



Kur’an-da Allah şöyle emrediyor:

- “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et!” (Taha: 132)

Hayatının sonuna doğru bir adam İbrahim Ethem Hazretlerine gelir “Senden beni aydınlatacak öğüt istiyorum” der.

1. İçinden Allah’a karşı gelmek fikri geçtikçe, Allah’ın nimetlerini yiyip içmemeye başla. Adam irkilir ve:

- Peki nasıl yaşarım?

- O halde seni yaşatın, rızıklandıran Allah’a isyan etmen doğru mu?

Adam:

- 2. öğüdün nedir?

- Allah’a isyan edeceksen onun mülkünde oturma.

- Bu da mümkün değil, nereye giderim?

- Öyleyse hem mülkünde oturacaksın hem de rızkını yiyeceksin, sonra da Allah’a isyan edeceksin, bu olur mu? Adam:

- 3. öğüdün nedir?

- Allah’a isyan edeceksen dikkat et seni görmesin. Görmeyeceği yerde isyan et!

- Bu olur mu? Allah her şeyi görür, bilir. Bunu nasıl yaparım? İbrahim Ethem der ki:

- O halde rızkını yediğin yurdunda barındığın Allah’ın gözünün önünde O’na isyan etme! Adam:

- Dördüncü öğüdünü de söyle, der. İbrahim Ethem:

- Son nefesini vereceğin anda Azraili kov. Hazır değilim de. Adam:

- Kovamam, deyince İbrahim Ethem:

- Bunları bildiğin halde bunca isyan niye? Bunca günah neden? der.

Hepimiz bu öğütlere ibret nazarıyla bakmalı, gereken dersi çıkarmalıyız ve Allah’a hiçbir şekilde isyan etmemeliyiz. İçimizden isyan etmek geldiği zaman bizi teşvik eden şeytandan uzaklaşmalıyız. “Defol kör şeytan” deyip kovmalıyız.

- Nasıl ibadet etmeliyiz?

Yapacağımız ibadete nefis, şeytan engel olmamalıdır. Vesvesesiz ibadet etmeliyiz. İbadete riya karıştırmamalıyız. Zevkine, hazzına varabileceğimiz bir ibadet etmeliyiz. Samimi, içten, sırf Allah rızası için ibadet etmeliyiz. Yani faydasını görebileceğimiz ibadet etmeliyiz.

İnsan vücudu ibadete muhtaç bir şekilde yaratılmıştır. Beden ve zihnin zindeliği ibadetle sağlanır. İbadet olmazsa erken bunama, hafıza kaybı, bedenin erken yıpranıp çökmesi gibi sonuçlar çabuk görülür.

- Dinin direği namazdır:

İnsan hayatında maddi ve manevi yönden en etkili ibadet namazdır. Namaz, insanın ölü hayatını diriltir. İnsanın hayatına hayat katar, insanı hayata bağlar.

Peygamberimiz: “Namaz mü’minin miracıdır.” bu-yurarak, müslümanın namazla Allah’a yaklaşabileceği ve derecesinin namazla yükseleceğini bildirmiştir.

Kur’an-da: “Namaz hayasızlıklardan ve kötülüklerden alıkor.” (Ankebut: 45)

* “Huşu ile namaz kılanların kurtulacağı bildirilmiştir. (Mü’minun: 1-2)”

* “Cennettekiler cehennemdekilere sorarlar:”

- Sizi cehenneme sokan nedir? derler. Onlar da:

- Biz namaz kılanlardan değildik, diye cevap verirler. (Müddesir: 40-43) Böyle diyenlerden olmamak için kıble adamı olmamak lâzım.

Hz. Peygamber şöyle bildirmiştir:

“Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği namazdır. Namaz tamamsa, “Tamam” diye yazılır. Tamam değilse, Allah meleklere şöyle der:

- Bakın bakalım kulumun farz eksikliğini tamamlayacak nafileleri var mı? (Ramuz el-Ehadis: 158/6) Böylece namaz müslümanın nuru olacaktır. Bir hadiste de: “Namaz sebebiyle Allah hataları affeder” buyrulmuştur. (Age: 219/4)

Namazı kılmamak büyük hatadır. İhmal nedeniyle namaz borcu olanlar, bir an önce ödemeye başlamalıdır.

Hz. Ali’nin naklettiğine göre Peygamberimizin son sözü: “Namaza, namaza dikkat edin. İdareniz altında bulunanlar için Allah’tan korkun.” (Age: 562/10) olmuştur.

Namazın insan ile şirk ve küfür arasında bir perde olduğu, namazı terk edenin bu perdeyi kaldırmış olacağı bildirilmiştir. Hatta namazı terk edenin kâfirlere benzeyeceği haber verilmiştir. (Riyaz üs’Salihin 2/1082-1083)

Bir Allah dostuna “Namaz kılmayan kâfir olur mu?” diye sormuşlar. O da: “Olmaz ama, kâfir de namaz kılmaz” demiş.

Cenab-ı Allah bir kutsi hadiste: “Beş vakit namazı farz kıldım. Kim vaktinde kılarsa onu cennete koyarım. Kim de terk ederse, onunla bir anlaşmam yoktur” buyurur. (Kutsi Hadisler, Terc. A. Varol: 1/235)

Namazın maddi manevi ve dünya ahirette faydaları çoktur. Namaz kılan abdestsiz gezmez. Abdest, mü’minin silahıdır. Musa Peygambere “Abdestsiz olduğun halde başına bir belâ gelirse, kendinden bil” denmiştir. Peygamberimizin bildirdiğine göre “Abdestli yatanı melekler sabaha kadar korur.”

Hz. Peygambere biri:

- Bana öğüt ver Ey Allah’ın Rasülü! demiş. O da:

- Namazın, hayata veda eder gibi kıl. Yani son namazmış gibi kıl” cevabını vermiştir.

Beş vakit ezan her müslümanı namaza ve kurtuluşa çağırır. Sabah “Namaz uykudan hayırlıdır” denilerek müslümanın kalkması ve Allah’ın huzuruna çıkması istenir.

Oruç ibadetine gelince; Oruç, kıyamet günü ve sıratta şefaatçi olacak olan ibadetlerdendir. Peygamberimiz: “Her şeyin zekâtı vardır, bedenin zekatı da oruçtur.” demiştir. (1.Canan Hadis Ars: 17/551)

Orucu bütün organlarla tutmak lâzım. Bunun için de günahlardan uzak oruç tutulmalıdır. Oruca niyetlenip de aç kalanlardan olunmamalıdır.



Zekat da malla yapılan bir ibadettir. Zekatı verilmemiş mal, yılan olup sahibinin boynuna dolanacak ve onu sokacaktır. Mal da Allah’ın ve kulun hakkı vardır. Verilmediği zaman telef olur. Vermeyen de salebe örneğinde olduğu gibi kendine yazık etmiş olur.

Peygamber(SAV):”Malının zekatını verdiğinde, onun şerrini kendinden gidermiş olursun” demiştir. (Ramuz el-Ehadis: 26/4) “Zekatı vermeyen rahmetten mahrum olur.” (Age: 351/10) Bir de malların zekatla korunabileceği bildirilmiştir. (Age: 374/2)



Hac ibadeti de önemlidir:

Hz. Peygamber: “Hac yapmak isteyen acele davransın” diyor. (Ebu Davut: Menâ’sik: 6)

Hac, yerine başka ibadet olmayan İslâm’ın temel şartlarından biridir.

“Ya orada ölürsem, daha gencim, gelince günah eşlersem” gibi gerekçeler şeytandan gelen vesveselerdir.

Hz. Peygamber: “Hac murad eden acele etsin. Zira hastalanabilir. Bir sapık onu saptırabilir. Bir hacet onu yolundan alıkoyabilir.” der. (Ramuz el Ehadis: 400/13) demiştir.

Hac Allah’ın bir hakkıdır. (Al-i İmran: 97) Hacca herkes hazırlanmalı, hac nasip etmesi için Allah’a dua etmelidir. Faiz parasıyla ve hak hukukla gidilirse, bir turistik seyahat yapılmış olur. Hac defterine değil de seyyah defterine yazılır.

- Her günahtan sonra tevbe edilmelidir.

Tevbe, günahları terk ederek, Allah’a hicrettir. Tevbe etmemek, tevbe ederim diye günah işlemek ve tevbeyi geciktirmek insanı mahveder.

“Günahsız kul olmaz”, “Düşmez kalkmaz bir Allah” derler. Tevbe her kula vaciptir. Şeytanı ümit kestirinceye kadar tevbe edilmelidir.

Kur’an: “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter.”buyurarak müslümanları tevbe etmeye davet eder. (Tahrim: 8)

* “Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe edin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nur: 31) Ayeti ile de müslümanlar kurtuluşa davet edilmektedir.

Peygamberimiz de * “Her günahın ardından mutlaka tevbe edin.”demiştir. (Ramuz el Ehadis: 25/11)

* “Kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer tevbe ederse o leke kaybolur. Günah işlemeye devam ederse tevbe etmezse, o siyahlık büyür ve kalbi karartır.” (Age:26/9)

* “Günahların küçüklerinden sakınınız.” (Age: 173/9)

* “Kim günahtan sonra pişman olur, iki rekât namaz kılar ve Allah’a tevbe ederse, Allah da onu affeder.” (Age: 384/6) Böylece peygamberimiz bizi günahlarda ısrar etmeyip tevbe ederek kurtulmaya davet etmiştir.



- Duayı da elden bırakmamak gerek:

Duanın kabul olması için helâlden yiyip içmek ve bilerek günah işlememek gerekir.

Allah Rasülünün bildirdiğine göre; Dua ibadettir. Dua belâ ateşini söndürür. Dua mü’minin silahıdır. (Hadis Ans: 11/136) Dua edenin günahı affolur, sevap kazanır ve hayrı çoğalır. (Ramuz el Ehadis: 104/8)

Kur’an-da: “Yalvarmanız olmasa Rabbin size ne diye değer versin?” (Furkan: 77) buyrularak dua etmenin önemi belirtilmiştir.

İsm-i Azam ile Esmâ’ul Hüsnâ ile dua edilmelidir. Kul her bir ismi andığında Allah: “Buyur kulum!”der, duasını kabul eder.

Peygamberimizin ve büyüklerin hürmetine, onların yüzü suyu hürmetine diye yalvarılmalıdır.

Bir de bedduadan kaçınılmalıdır. Beddua edilmediği gibi beddua almaktan da kaçınılmalıdır. Haksız yapılan beddualardan da Allah’a sığınılmalıdır.



Müslüman sık sık Kur’an okumalı ve Kur’an-a her zaman uymalıdır.

- Kur’an, okuyanlar ve kendisine uyanlar için şefaatçidir.

Kur’an, okunması ve amel edilmesi için inmiştir. O, Allah’tan gelen mesajdır. Kur’an okuyan Allah’la konuşur, Kur’an okuyan Allah’la olur.

Kur’an şefaatçidir. Evler, Kur’an okuyarak nurlandırılmalıdır. Kur’an-dan yüz çevirenlerin sıkıntılı bir hayatı olur. Peygamberimizin bildirdiğine göre “Kur’an-a uyanları Allah yüceltir, uymayanları da alçaltır.” (Müslim: 2/817)

“Kalbinde Kur’an-dan bir şey bulunmayan kişi, harap bir ev gibidir.” (Tirmiz: 5/3079) “Kur’an okunmayan evde hayır az, şer çok olur. O ev sahibini sıkar.” (Ramuz: 80/10) “Kur’an okunan evde melekler hazır olur, şeytanlar çekip gider. Kur’an okunmayan evde şeytanlar hazır olur, melekler bulunmaz ve evde darlık olur.” (Age: 196/2) “En hayırlınız, Kur’an-ı öğrenen ve öğreteninizdir.” (R. Salihiniz: 997) “Kur’an okuyan meleklerle olur. Kur’an-ı kekeleyip zorlukla okuyana iki kat ecir vardır.” (Age: 2/998) Yanlışınızı melekler düzeltir.

“Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (A’raf: 204)

“Kur’an şifadır. Müslümanlar için hidayet ve rahmettir.” (Yunus: 57)

Kur’an nasıl okunacak? Hz. Peygamber Salih Merri’ye:

- “Kur’an oku” der. O da:

- “Kur’an sana indi Ya Rasülellah” diyor. Peygamber:

- “Sen oku oku” diyor ve gözleri yaşarıyor. Salih Merri’ye bakıp: “Hani gözyaşın?”diyor. Kur’an okunurken ağlayın. Ağlayamazsanız ağlar gibi yapınız.”buyuruyor. (R. Salihin: 2/1188-1189)

Evimizin su ve elektrik ücretini yatırmayınca nasıl evimiz kuru ve karanlık kalıyorsa, ibadetler yapılmayınca da ev ve ev halkı rahmetten mahrum olur.

İnsan niçin ibadet eder?

- İman zayıflığından, bilmemekten dolayı ibadet edemez.

- İsyankârlıktan ve şeytanın hakimiyetinden,

- Haram yemek ve günah işlemekten,

- Hidayet nasip olmadığı, kulluk defterinden silinip cezalandırıldığı için ibadet edemez.

Bir insan, hem şeytanı hem de Allah’ı memnun edemez