29 Nisan 2009 Çarşamba

20 KURUŞ

Londra'daki camii'ye yeni bir imam gönderilmiş. Adam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman da aynı söföre rastlıyormuş.Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine "20 kuruşu geri versem mi şöföre?" diye düşünüyormuş. Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil. Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten... Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz." Bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş, Allahtan gelen bir hediye gibi...İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki: "Paranın üstünü fazla verdiniz." Şöför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum, islamı öğrenmek için. Bu yüzden bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim."İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış. Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki:
"Allahım az daha İslamı 20 kuruşa satıyordum!. .."

23 Nisan 2009 Perşembe

selamlar:)

Hanımlar selamlar merak edenler için geldim hepinize teşekkür ederim meraklanmayın iyiyim oğlumun dersleri için neti kapattırdım kısa bir süre sonra görüşmek üzre hepinize svgiler şuanda boğucu bir internet cafedeyim herşey sizin için :)hepinize sevgiler.rabbime emanet olun sevgiler.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.

"Enerjinizi kullanmayı öğrenin"Prof. Yıldız BatırbaygilBeyin öyle bir güçtür ki..Kafadan geçen her düşüncenin Allah katında bir talep olduğuna inanıyorum.İyi şey ister, güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir. Ama hepkorku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuylayola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerjiyayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanızve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın...Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler oluryani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zamansiz şunu düşünürsünüz -onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeylergeliyor - Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa tavukmu)'yu andırmıyor mu?Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir arayageldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyimdemeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyinkötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan veölümlerden bahsediyoruz yni dostlarla da sohbetin güzelliği , keyfikalmadı.Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden paraisteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeyedevam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek herşeyin bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızıda kaçırdığınızı fark edeceksiniz.Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsünhangi hastalıktan korkup çağırıyorsanız size onu getirir.Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar kibir gün gelir bir de bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş aniçıkan, hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanmasıgereken miktarlarda olabilir.Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işebaşlayın.......Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zamanbulamıyoruz.Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi değildir.Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisinesevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzelbir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size g! eridönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğesahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak teninedeğdirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasınıistiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif bir ortamda büyütmeyeçalışın.Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizigösterin. Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilin kiçok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri haldebunu ifade edemez ve gösteremezler. Neden ? Ne zaman göstereceksiniz?Tanrı'nın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükürve teşekkür değil mi ?Beyin öyle bir güçtür ki , in! san beyin gücünü kullanarak isterse kendinifelç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir. Yeter ki beyninişartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresivardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır.Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynıanda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk birenerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacınıkarşılayacak güce sahiptir.Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum:Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyondaduruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonutemizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor.Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak sonra et almak üzere biristasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinindonarak öldüğü görülüyor. Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normalısıda yani dondurucuya geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği,donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak,donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor.Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin .Bazı insanlar ! vardır, hepkonuşurken daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunutekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler. Ben bulaftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle birşartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler.Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsunki uzun yaşayabilesiniz. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru birlaf değil mi?Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .Ama şu anımı biliyorum,ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımdaçocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı dabilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekildedeğerlendiririm.Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün.Dün, bugün,yarın diye...Biz ani stresleri çok severiz.Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza,algılama, enerji süper olur.Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır. Ama siz bu stresikısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunudüşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsakşikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudunmuhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon ,kalple ilgilişikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızıdağıtın.Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi azalsın veyasevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistiketki onların pozitiflenmesini sağlar.Ben evde sokakta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim.
Mücahide kava

"Enerjinizi kullanmayı öğrenin"

Beyin öyle bir güçtür ki..Kafadan geçen her düşüncenin Allah katında bir talep olduğuna inanıyorum.İyi şey ister, güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir. Ama hepkorku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuylayola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerjiyayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanızve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın...Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler oluryani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zamansiz şunu düşünürsünüz -onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeylergeliyor - Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa tavukmu)'yu andırmıyor mu?Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir arayageldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyimdemeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyinkötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan veölümlerden bahsediyoruz yni dostlarla da sohbetin güzelliği , keyfikalmadı.Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden paraisteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeyedevam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek herşeyin bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızıda kaçırdığınızı fark edeceksiniz.Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsünhangi hastalıktan korkup çağırıyorsanız size onu getirir.Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar kibir gün gelir bir de bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş aniçıkan, hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanmasıgereken miktarlarda olabilir.Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işebaşlayın.......Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zamanbulamıyoruz.Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi değildir.Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisinesevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzelbir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size g! eridönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğesahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak teninedeğdirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasınıistiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif bir ortamda büyütmeyeçalışın.Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizigösterin. Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilin kiçok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri haldebunu ifade edemez ve gösteremezler. Neden ? Ne zaman göstereceksiniz?Tanrı'nın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükürve teşekkür değil mi ?Beyin öyle bir güçtür ki , in! san beyin gücünü kullanarak isterse kendinifelç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir. Yeter ki beyninişartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresivardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır.Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynıanda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk birenerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacınıkarşılayacak güce sahiptir.Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum:Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyondaduruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonutemizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor.Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak sonra et almak üzere biristasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinindonarak öldüğü görülüyor. Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normalısıda yani dondurucuya geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği,donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak,donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor.Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin .Bazı insanlar ! vardır, hepkonuşurken daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunutekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler. Ben bulaftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle birşartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler.Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsunki uzun yaşayabilesiniz. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru birlaf değil mi?Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .Ama şu anımı biliyorum,ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımdaçocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı dabilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekildedeğerlendiririm.Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün.Dün, bugün,yarın diye...Biz ani stresleri çok severiz.Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza,algılama, enerji süper olur.Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır. Ama siz bu stresikısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunudüşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsakşikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudunmuhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon ,kalple ilgilişikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızıdağıtın.Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi azalsın veyasevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistiketki onların pozitiflenmesini sağlar.Ben evde sokakta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim.
Prof. Yıldız Batırbaygil

Öylesine :)

Herkse slm cumartesi günü hülya geldi umreden geldiğinden beri bir yere çıkamadı diye ben aldım geldim bir kahve molası verdik o giderken evde inşaat başlamamıştı çok beğendi pazar günü arkadaşım derya geldi kızı meryemin ısrarı üzerine neymiş küçük hanım teyzesinin evini merak etmiş :)derya diyorki -ben de görmek istiyorum diye beni çekiştire çekiştire getirdi bende -bunlar yeni nesil bizim anneler olsa gözleriyle yerlerdi ne mümkün böyle isteklerde bulunmak dedim -ay seninkide mi öyleydi dedi güldük :)-bak annecim bu mutfak çok güzel önceki çok kötüydü -bizim mutfak nasıl kzıım oda kötü yeni evinki böyle olsun :) hayır hem özgüvenli hem zevkleri var tercihleri var bu yeni nesil hani derlerya büyümüşte küçülmüşler:) bunu ayşene söylediğimde bana ruhların hepsi aynı anda yaratıldı dolayısıyle ruhları yaşlı çocukların dedi çok ilginç neler var bilmediğimiz .Deryayla mobilyalar üzerine sohbet ettik onun evide ağustosta bitiyormuş mobilya alması ve yaptırması gerekiyor aynı koltuk takımını beğenmişiz :)kesin al canım dedim çok şık bir takım arkadaşımda çok zevkli ve şık bir hanımdır .öğle sonuda eltikuşum ve fatih beni aldılar bağa gittik ah keşke 1 oda yaptırabilsekte bizde bağa birşeyler ekebilsek böyle herzaman ona yük olduğumu düşünüyorum öylede oluyor onun yerine ben bunalıyorum kendi düzenine göre yapar eder engel oluyomuşuz gibi geliyor .Sabah komşum geldi çoruma gimişti takı ısmarlamıştık onu getirdi alt komşumda samsuna gitti onada şalvar pantolon ısmarladım ikiside geldi sabah ayşe ablada buluştuk herkes aldıklarını gösterdi kudurduk resmen :)bide sanki alışverişe çıkmış gibi herkes birbirine alışveriş yapıyor :)isteklerini en güzel şekilde alıp getiriyorlar en yakın zamanda onları kahvaltıya almak istiyorum haklarını ödeyemem .

9 Nisan 2009 Perşembe

Medineyi ağlatan ezan

Allah Resûlü hasta yatağında soğuk terler döküyor. Hazreti Aişe'nin gözü yaşlı, Hazreti Ebu Bekir'in başı yerde, Kainatın Efendisi ebedi yolculuğun eşiğinde son nefeslerini sayıyor. Medine soluk almadan bekliyor. Buruk yürekler, endişeli bakışlar ve köşelerde sessiz sessiz akıtılan göz yaşları. Tek istenilen şey, bir haber. Habibin sıhhat haberi. Fakat Alemlerin Rabbi daha fazla uzatmayacaktır dünya gurbetini Habibinin. Ahmedi'nin yüreğini daha üzmeyecektir bu çöllerde. İşte son an son nefes ve Habibin dudaklarından dökülen son söz: ''Er'rafiku-l ar'la! Er'rafiku-l ar'la!'' ''Yüce dost! Yüce dost!'' Kainatın Sevgilisi ulaşıyor dostuna. Ezan vaktidir. Resûlullah'ın yokluğundaki ilk gecenin sabahı. Bilal elini kulağına götürmek için hazırlanıyor. Mukaddes daveti duyuracak. Lakin yüreği yanıyor. Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten hüzne bürünmüş başlıyor ezan-ı Muhammedi. Ve tam ''Eşhedü enne Muhammederrasûlullah'' derken bir hıçkırık kopuveriyor Bilal'in ciğerlerinden. Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. Dalga dalga hüznüyle yayılıyor gülbang-ı Ahmedî. Peygamber müezzini ezanı güçlükle bitirebiliyor. Medine Peygamber şehri. Hiç böyle görmemişti bu şehri Bilal. Her bir taşından göz yaşı damlıyordu sanki. İşte bu sokaklardan yürümüştü Allah Resûlü. Bu mescitte oturmuştu. Şu kütüktü yaslanıp da hutbe okuduğu. Mübarek ayaklarının değdiği toprak bu topraktı. O'nun gül kokusu sinmişti bu yerlere. Medine O'nu bulduğu gün can bulmuştu. Ama şimdi o yoktu bu şehirde. Her zerresine hasretini nakşedip göçüp gitmişti işte. Bilal Medine'de duramazdı artık. Baktığı her yönde O'nun hatırasının canlandığı, yüreğine hicran ateşleri yağdıran bu şehirde kalamazdı. Hasretini bağrına basıp Şamr17;a gitti. Aradan seneler geçti. Medine peygambersiz, ezanlar Bilalsiz seneler geçti. Halife defalarca Bilal'i Medine'ye çağırdı. Tüm ısrarlara rağmen peygamber müezzini kabul etmedi bu davetleri. Fakat bir gece Efendimiz (sav) rüyasına geldi Hazret-i Bilal'in. Allah Resûlü (sav) nurlar içinde ona bakıyor, sitemvâri bir tavırla: ''Ne zamandır beldemize uğramaz oldun Ya Bilal'' diyordu. Ertesi sabah Bilal, emri alan asker gibi fırladı. Derhal Medine yollarına koyuldu. Bilal'in ne sıcakta pişen vücudu ne uzayan yollara bakan gözleri vardı. Hissettiği tek şey kalbindeki tarifsiz sızıydı. Özleten, ağlatan, yandıran bir sızı. Günlerce süren yolculuğun ardından Bilal, sevgilisini gömdüğü hicran şehrine ayaklarını basıyordu işte. Ve o gün Medine bir zamanlar çok iyi tanıdığı bir sesle açıyordu gözlerini sabaha. Sesi duyan daha iyi işitebilmek için kapılara koşuyordu. Sokaklara dökülen insanlar heyecan içinde birbirlerine tek bir şeyi haber veriyordu. ''Bilal gelmiş! Seneler sonra Bilal Medine'ye dönmüş.'' Kalpler sanki yerinden çıkacaktı. Sokaklarda kadınlar, çocuklar Medine böyle bir şey görmemişti. Bütün şehir mescide akıyordu. Onlar bu sesi hep peygamber hayattayken duymuşlardı. Bu sesi işitip de gittiklerinde mescide Allah Resûlü'nün o mübarek yüzünü görmüşlerdi yıllarca. Peki ya şimdi? İşte bu ses Bilal'in sesiydi. Yoksa Muhammet Mustafa (sav) , kainatın biricik sevgilisi şimdi de mescitte miydi? Birisi deseydi ki: ''Evet, Peygamberimiz (sav) mescitte, müminleri namaza bekliyor.'' Şüphesiz buna inanmayan kalmayacaktı. Bir anda çağlayan hisler o koskoca hakikati unutturuvermişti. Allah Resûlü artık aralarında yoktu ve dönmesi de mümkün değildi. İşte o dem herkes koyuverdi kendini. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk herkes herkes ağlıyordu. Her şey ortadaydı. Bu ses bu semalarda Aleyhisselamsızdı. Bilal de yüreğinin yangınlarına su serpiyordu gözyaşlarıyla. O da ağlıyordu. Hıçkırıklara karışan bu ezan bütün Medine'yi ağlatmıştı. Bu Hazret-i Bilal'in okuduğu son ezanı oldu. Şam'a döndükten bir süre sonra o da Hakk'ın rahmetine
ulaştı._________________şebnem ailesi

8 Nisan 2009 Çarşamba

teşekür ederim


Mimlenmişimhttp://fatmazengn.blogspot.com/ mimlemem lazım :)teşekkür ederim canım arkadaşım bende



http://eyerhagu.blogspot.com/ ve diğer mimlenmemiş tüm arkadaşlarımın olsun sevgiler .

Ben :)?

Herkese slm hayata küsen ben geldim umreye gitmek lazım yenilenmek nefes almak lazım ruhunu dinlemek arınmak lazımmış bir melek öyle diyor bugün elti kuşuma gittim anlattı ama yaşanılması lazım bunlar zerresi diye gözyaşları döken verdiği seccadeyi kabul etmek istemeyen bana hatıra kalsın diyen meleğe ordanmı getirdin diyen ben hayır diye kırışarak gülen melek ve camdan bu orda namaz kıldığım seccade diyen ve bana atan melek işte gelde iyi olma gelde blog arkadaşalrını daha fazla üz hepiniz çok iyisiniz rabbim hepinizin dualarını versin .Bugüne eşimle tüle karar verdik ölçü almaya gelecekler işte buydu kaçgündür eşimin ilgilenmediği camların artık illallah diye çarşafını aldım tabi etrafla akşam sabah beraber yaşamaya başlayınca bana geliyolar heryer açık ben haliyle çoştum sabır taşımı çatlattı yanımda geldi beğendi fiyatı için anlaştı benimde içime sindi ben hayatı eşimle yaşamaktan zevk alıyorum o olmayınca yapayalnız kimsesiz hissediyorum sanki dünyada kimsem yokmuş gibi öyle bana çok düşkün olsun ıcık vıcık durum değil istediğim yaşamı paylaşmak omuzlamak belki çok yalnız kaldığım için yaşaldıkça tahammülüm kalmamış daha yeni yeni zaman ayırabiliyor ayırmalıya dönüyor artık :)işte böyle hatun milletim :)yarın gün arkadaşalarım eltime ziyarete gitmek istiyorlar inşallah oraya gideceğiz .Bu gün ayşe abladan müjde aldım sınıf arkadaşım nişanlanmış benden küçüktü ama artık zamanıdır demi rabbim iki dünya saadeti nasip etsin inşallah .

7 Nisan 2009 Salı

Keşke büyümesem dediğim günlerdeyim

Keşkelerin bol olduğu günlerdeyim ama bir şeyin dışında rabbimin en güzel hediyesi evladım belki küçük olmak bile değil istediğim sorumsuz ,sorunsuz yaşam ama olmaz demi bu yaştan sonra koruyp göztecek şefkat gösterecek sıcacık bir yaşam .Bu gün öğle sonu tül için çarşıya gittim kabaca bir ölçü aldım .Beyaz üzerine gümüş simli bir tül beğendim fiyat aldım gelecek hafta çarşamba misafirim var yetişirmi acaba belkide yaptırmam bilmiyorum nasıl olcak hayırlısı yeni evlenenlere sabır ve maddi olarak güç diliyorum daha bir mutfağın içinden çıkamadık ne vakit ne maddiyat olarak nede sabır artık böyle cıvıltıalara karşı küsmüşüm sanırım ufacık işlere bile mücadele etmekten yorgunum artık hayal bile kuramıyorum ve yaşlanmaktayım diye bolbol düşünüyorum oysa çok farklıydım cıvılcıvıl hayat doluydum ama yaşadığım basitlikler yüzünden çok değiştim belki önceki selda öldü artık faklı enerjisi tükenmiş bir hatun çıktı ortaya bana çok vaadi olamdı hayatın ve çevremdekilerin annem dışında onun yadigarıydım babamdan kalan ailesinden kalan tek kişiydim benim yüzümden çok acı çekti benim yüzümden yüzü hiç gülmedi başarısız beceriksiz bir kızı olmasıondan belki çok mağdur oldu bilmem belki kendim gibi onuda tükettim küçük olmak dedimya başta sanırım yok olmak daha uygun bu günler için evet hayatın bana hiç birşey vaat etmediği herzaman yükü ağır olanım ben gerçekten sevilmek isterdim gerçekten var olmak birisi için tükenmiş bir hayatın penceresinden bakmak yorgun ve hüzün dolu aldatarak kendimi avutarak gittiğim ilk duvara toslayarak haddimi bilmek hepiniz hoşçakalın.

İncitmemek, incinmemek

Peygamber Efendimiz'in müezzinlerinden Abdullah bin Ümm-i Mektûm -radıyallâhü anh- zaman zaman Rasûlullâh Efendimiz'in yanına gelir: "-Yâ Rasûlallâh! Allâh'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!" diye yalvarırdı. Peygamber Efendimiz de; o temiz yürekli sahâbîsini kırmaz, tatlılıkla bütün sorularına cevaplar verirdi. Birgün Kureyş'in ileri gelenlerinden birkaç kişi Peygamberimiz'in yanında bulunuyorlardı. Hazret-i Peygamber de: "Belki bu Kureyş'in ileri gelenleri imana gelirler de mâhiyetindekiler de hidâyet bulurlar." ümidi içindeydi. Bu sırada doğuştan âmâ olan müezzin Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm yine geldi. Âmâ olduğu için Rasûlullâh'ın yanında kimlerin bulunduğunu bilmiyordu. Bundan dolayı her vakitki ricasını tekrarladı. Misafirler yanında bu yersiz suâlden Hazret-i Peygamber üzüldü ve sıkıldı. Başını öte tarafa çevirdi. Alâka göstermedi. Bu durumdan Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm'un gönlü hafifçe incindi. Bunun üzerine Abese Sûresi'nin başında bulunan iki ayet nazil oldu: "Rasûlullâh, âmâ geldi diye yüzünü buruşturdu ve başını çevirdi." Bu hadiseden sonra Rasûlullah Efendimiz Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm'u ne zaman görse: "-Ey kendisi için Rabbimin bana sitem ettiği zat, merhaba!" diye buyururlardı. Hiç şüphesiz bu hâdise, ümmeti irşâd için Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in şahsında sergilenmiş bir ilâhî örnektir. Bununla, bütün ehl-i îmâna böyle mevzûlarda takip etmesi gereken istikamet gösterilmiştir. Dolayısıyla Hak dostları, bu mesele üzerinde, yâni incitmeme hususunda titizlikle durmuşlar ve gönülleri birer nazargâh-ı ilâhî, yâni bir bakıma mânevî kâbetullâh olarak addetmişlerdir. Zîrâ kim gönül kâbesine zarar verirse, hakîkatte onun sahibini incitmiş olur. Bu itibarla denir ki: "Allâh, gönlü kırıklarla beraberdir." Hadîs-i şerîfte buyurulur: "Mûsâ -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk'a bir ilticâsında: "- Yâ Rab! Seni nerede arayayım?" dedi. Allâh Teâlâ buyurdu ki: "- Beni, kalbi kırıkların yanında ara."" (Ebû Nuaym, Hilye, II, 364) Hazret-i Mevlânâ'nın naklettiği şu hikâye, bu gerçeği ne kadar güzel yansıtır: Bir gemide bir derviş vardı. Yükü ve eşyası yoktu. İyi huylarından, mertlik ve insanlıktan bir yastığa dayanmıştı. Gemi suların üzerinde akıp giderken bir ara gemide bir kese altın kayboldu. Derviş ise o sırada uyumuştu. Herkesi aradılar, bulamadılar; biri de o dervişi gösterdi. Ve: "- Şu uyuyan fakiri arayalım." dedi. Para sahibi, derdinden dolayı yok yere onu uyandırdı. O mâsum dervişe itham dolu bakışlarla: "- Bu gemide bir kese altın kayboldu. Herkesi aradık; bulamadık. Sıra sende! Hırkanı çıkar, soyun da, halkın şüphesi kalmasın." dedi. Derviş: "Ya Rabbî! Mâsum kulunu suçlu buluyorlar, hâlimi sana arzediyorum!" diye Hakk'a iltica etti.
Gemidekiler dervişin gönlünü kırıcı davranmışlardı. O temiz gönlün sahibi, yâni Hak Teâlâ ise, onun kırılmasına râzı olmadığından balıklara emretti ve o anda denizin her tarafından sayısız balık başını çıkardı. Her birinin ağzında çok kıymetli iri bir inci vardı. Her birinin ağzında bir inci vardı ama ne inci... O incilerden her biri bir memleket geliri değerinde idi. Allâh tarafından lutfediliyordu. Kimsenin o incilerde hakkı yoktu. Derviş balıkların ağzından birkaç inci alıp geminin ortasına attı. Kendisi de sıçrayıp havada iskemleye oturur gibi oturdu. Padişahların tahtlarına oturdukları gibi bağdaş kurmuş, havada duruyordu. Gemi de onun önünde gitmede idi. Gemidekilere seslenerek dedi ki: "Haydi gidin; gemi sizin olsun Hak benim olsun! O, ne beni hırsızlıkla suçlar, ne de beni kusurlarımı açığa vuran birisinin eline bırakır." Gemide bulunanlar: "- Ey ulu kul! Sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?" diye seslendiler. Derviş: "Mânâ sultanlarına saygı gösterdiğim için verdiler. Yoksullara karşı da hiç kötü zanna kapılmadım. O latîf ve nefesi hoş yoksullar yok mu; "Abese" Sûresi onları yüceltmek için geldi. Onların yoksulluğu dünyalık için veya dünyaya sarılmak için değildir. Onların dünyada Hak'tan başka hiç bir şeyi olmadığından, onlar yoksulluğu benimsemişlerdir." dedi. Bu kıssadan hisseyi Hazret-i Mevlânâ şöyle ifade buyurur: "İnsanı inciten kişinin, Allâh'ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir." "Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden Hakk'ın velîlerini hor görmek, onları incitmek istiyoruz." "İbtila, belâya uğrayış bir hastalıktır, belâya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir hastalıktır ki başkalarını yaralar ve incitir." "Ahmaklar insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar." "Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül sahibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir?" "Oysa bir Allâh adamının, yani bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allâh hiç bir kavmi rezil ve rüsvay etmemiştir." Dolayısıyla tasavvuf, incitmemek bahsi üzerinde ziyadesiyle durur. Öyle ki, incinmemek derecesinde… Sâmi Efendi Hazretleri, Daru'l-Fünûn Hukuk Fakültesi'ni yeni bitirmişti. Onun güzel hâlini ve tertemiz sîretini pek beğenen bir Allâh dostu: "- Evlâdım, bu tahsîl de güzeldir ama, sen asıl tahsîli ikmâl etmeye bak. Seni irfân mektebine kaydedelim, orada da gönül ilimlerini ve âhiret sırlarını öğren." dedi. Ardından ekledi: "- Evlâdım, o mektebde nasıl eğitim yaparlar, ne öğretirler bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki, bu tahsîlin ilk dersi incitmemek, son dersi de incinmemektir..." İncitmemek, nispeten kolaydır. Ama incinmemek elde değildir. Zîrâ o, bir gönül işidir. Dolayısıyla incinmemek, ancak fânîlerden gelen ve kalblere saplanan zehirli okların tesirsiz kalması ile mümkündür. Bu da, nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesinin kemâlindeki seviye nisbetindedir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Tâif'te taşlanıp hakâret gördüğünde melekler: "- Ey Allâh'ın Rasûlü! Dilersen şu iki dağı birbirine çarpıp buranın zâlim halkını helâk edelim." demişlerdi. Ancak o âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan yüce Peygamber, meleklerin bu teklifini kabul etmediği gibi şefkat ve merhamet duyguları içerisinde mübârek yüzünü Tâif tarafına çevirdi ve ahâlisinin hidâyet bulmaları için duâ eyledi. (Bkz. Buhârî, Bed'u'l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111.)Bir Peygamber âşığı olan Hallâc-ı Mansûr da taşlanırken: "- Allâh'ım! Bunlar bilmiyorlar, benden evvel onları affet!" diye duâ etmiştir. Bu, gerçek tahsîl ile, yâni mânevî terbiye neticesinde elde edilen kalb-i selîme âit bir hâldir. Ebu'l-Kâsım el-Hakîm'e, kalb-i selîmin sıfatlarını sorduklarında şunları söylemiştir: "Kalb-i selîmin üç vasfı vardır: Birincisi incitmeyen bir kalb, İkincisi incinmeyen bir kalb, Üçüncüsü de iyiliği Allâh'ın rızâsı için yapıp karşılığını beklemeyen bir kalb... Zîrâ bir mümin, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince verâ ile; kalbini Rabbe yöneltip kimseden incinmeyince vefâ ile; yaptığı sâlih amellere herhangi bir fânîyi ortak etmeyince de ihlâs ile gelir..." Şâir ne güzel söyler: Cihân bâğında ey âkil, budur makbûl-i ins ü cin; Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin!.. İncitmemek ve incinmemekte en mühim hususlardan biri de, kusur ve kabahat örtmektir. Bu güzel ahlâkı gerçekleştirmek için Belh meşâyıhından Hâtem Hazretleri, işitmesine rağmen esamm, yâni sağır lakâbını almıştır. Şöyle ki: Birgün kendilerine mâruzâtta bulunmak üzere dertli bir kadıncağız geldi. Tam merâmını anlatmaya başlamıştı ki, kadından gayr-ı irâdî olarak, kazâ ile gaz sancısı neticesinde çirkin bir ses sâdır oldu. Kadın bir mum gibi eridi, âdetâ mahvoldu. Hâtem Hazretleri ise, kadının mahcûb olup müşkil durumda kalmaması için hiçbir şey duymamış gibi kendisini işitmezliğe verdi ve elini kulağına götürerek: "- Bacım, kulağım zor işitiyor; biraz yüksek sesle söyle! Duyamadım…" dedi. Böylece kadıncağız, gayr-i ihtiyârî vâkî olan kusurunun gizli kaldığını düşünerek rahatladı. Merâmını yüksek sesle tekrar anlatmaya başladı. Bu misâldeki parlak inceliği ve ahlâkî seviyeyi sâdece kitaplardan edinilen mâlumatlarla hayâta geçirmek elbette ki mümkün değildir. Hâtem Hazretleri'nin sergilediği bu nezâketle incitmeme duygusu, onun Cenâb-ı Hakk'ın Rahmân, yâni merhamet ve "Settâru'l-uyûb" yâni "ayıpları örtücü" sıfatından aldığı hisseyi ancak ahlâka inkılâb ettirebilmiş olmasıyla îzâh edilebilir. Böyle davranışlar, özellikle tasavvufta "Allâh'ın ahlâkıyla ahlâklanma" şeklinde tâbir olunmuştur. İncitmemek hususunda hadîs-i şerîfte buyurulur: "İnsana günah olarak müslüman kardeşini küçük görmesi yeter…" (Müslim, Birr, 32) İncinmemek hususunda hadîs-i şerîfte buyurulur: "Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenâlık yapanlara karşı aynı şekilde mukâbelede bulunmayıp iyilik yapabilmektedir." (Tirmizî, Birr, 63) Hak Teâlâ buyurur: "Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) "Selâm!" derler (geçerler)." (el-Furkân, 63) Bu yüksek hâller, bir firâset meselesidir. Yoksa insan, farkına varmadan nice çamlar devirir. Yâni ille firâset, ille firâset… Firâset nedir? Firâset, peygamberlerin sıfatlarından bir cüzdür. Muhatabın aklının seviyesine göre davranmaktır. Zîrâ bir kimseyi sevindiren bir davranış, diğer bir kimseyi üzebilir. Dolayısıyla insan terbiyesi, onun psikolojik durumunu tespit edebilmek ve hadiselerin iki üç merhale sonrasını hesap edebilmekten geçer. Firâsetin şaheseri, ölüm bilmecesini halletmenin gayreti içinde olmakla başlar. Zîrâ fânî âlemde sırlara ve hakîkate ârif olabilmek, ancak "ölmeden evvel ölebilmekle" mümkündür. Yâni nefsânî ve dünyevî arzulardan vazgeçebilmek zarûrîdir. Hak dostları bu hususta şu düsturlara riâyet ederler: İki şeyi unutma: 1. Allâh -celle celâlühu- 2. Ölüm İki şeyi unut: 1. Sana yapılan fenalıklar. 2. Yaptığın hayırlar. Bize yapılan fenâlıkları unutmak, affetmek olarak gerçekleştirildiği takdirde bu daha büyük bir fazîlettir. Çünkü kul, affede affede ilâhî affa mazhar olur. Âyet-i kerîmelerde buyurulur: "(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." (el-A'râf, 199) "Bir iyiliği açıklar yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü (açıklamayıp) affederseniz, şüphesiz Allâh da ziyadesiyle affedici ve kadirdir." (el-Nisâ, 149) "…Allâh'ın sizi affetmesini istemez misiniz?..." (en-Nûr 24/22) İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor: "Bir adam Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gelerek: "-Hizmetçiyi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz susup cevap vermedi. Adam tekrar: "-Ey Allâh'ın Resûlü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Bu defâ Fahr-i Kâinât Efendimiz (kesretten kinâye olarak): "- Her gün yetmiş defa affet!" cevabını verdi. (Ebu Dâvud, Edeb, 123-124/5164; Tirmizî, Birr, 31/1949) Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in dünyâya vedâ ânında fem-i Muhsinlerinden sâdır olan şu son sözleri ne kadar mânidardır: "Namaz! Namaza dikkat ediniz! Mâlik olduğunuz (köleler, kadınlar ve çocuklar) hakkında Allâh'tan korkun!" (Ebû Dâvûd, Edeb, 123)Bir başka hadîs-i şerîfte Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar: "İnsanlara borç para veren cömert bir kimse vardı. O kişi hizmetçisine: "-(Borç verdiğimiz) fakire (borcu almak için) varırsan (o imkân temin edememişse) ondan vazgeç ve onu affediver (alacağımızı hibe et)! Umarım Allâh da bizi affeder." derdi. Adam Allâh'a kavuştu ve Allâh onu affetti." (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Müsâkât, 31) İşte bu, firâsettir. Bizim de böyle davranmamız için Âlemlerin Efendisi tarafından gönüllerimize takdim edilmiş yüce bir hâldir. Bu hâle erenler, Allâh dostu olurlar. Onun için hiçbir Allâh dostu ahmak olmaz. Hiçbir ahmak da Hak dostluğuna yükselemez. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e bir kimse methedildiği zaman: "Onun aklı nasıl?" buyururlardı. Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde sık sık: "Akıl etmezler mi? Düşünmezler mi?" buyurur. Yâni Allâh Teâlâ, kullarına, kalbe bağlı olarak aklı kullanmaları hususunda ısrar etmektedir. En büyük firâset, istikbal bilmecesini çözmektir. Onu çözen kimse de artık hiçbir fânîden incinmez, hiç kimseyi de incitmez. Her hâdisedeki murâd-ı ilâhîyi ve ezel-ebed sırrını sezer. Hak rızâsına göre davranır. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur: "Rabbine karşı dâima edebi muhâfaza et! Hâdiselerin, Cenâb-ı Hakk'ın takdîriyle meydana geldiğini unutma. Arada vâsıta olan ne varsa, sadece birer izâfî sebeplerden ibarettir." Ehl-i gönül buyurur: "İnsanlar arasında kendini bilenler, şu üç vasfa sahip olanlardır: 1. Rüzgârı bile incitmeyenler, 2. Kendi ad ve sıfatlarını söylemekten edeb edenler, 3. Hâlık'ın mahlûkuna merhamet ve şefkat ile nazar edenler." Hâsılı incitmeme ve incinmeme hususunda kalbî seviyemiz: "Seni öldürmeye gelen sende hayat bulsun." düstûrunu gerçekleştirebilecek bir kıvamda olmalıdır. Cenâb-ı Hak, bu yüksek hâli, yâni ince, zarif ve rakik bir gönle sahip olabilmeyi cümlemize ihsân buyursun. Âmîn…
Osman Nuri Topbaş

6 Nisan 2009 Pazartesi

çeyizler


Bilmem niye bugün baktığım resimlerden birinde şu çeyiz meselesi aklıma geldi .Belki bu konuda herkes benim gibi düşünmeyebilir ama ben içimi boşaltayımda :)çeyizleri hazırlarken ailelerin yüklediği anlamlar günümüze çok ağır gelmeye başladı önceleri mutlu günlerin hayal edilerek yeni evlilere azda olsa katkı olsun diye yapılan iş herşeyin değiştiği yıprandığı gibi anlamını yitirdi .Belki evlenenler bile aynısını yaptığından büyüyen bütçelerle hazırlanan çeyizmidir bilmem gösteriş ve huzursuzluk nişanelerine dönüştü .Desinler hayatımızın her anını meşgul etti günümüzdeki kadar hem herkesin ne dediğini umursamadan yaşayan hemde elealem ne der diye hayatı zehir eden tuhaf bir toplum haline dönüşmenin bedelleridir belki şaşalı çeyizler ,hayaller, belki çeyizlere ve evlere verdiğimiz önemleri çocuklarımızın ruhlarına versek ne mutlu ,mütevazi prensesler ve prensler yetiştirme nasibimiz olacak ,olmaz biz içi boş bir toplum olmakta ısrarlıyız çeyizlerimiz ve evlerimiz doludolu gönül evlerimiz ruhlarımız bomboş .Açız anlatılamayack kadar az öz mü olsak öncelerdeki vefalı anne babalardan mı olsak az gezsek öz görsek ama çok sevsek sevilsek bu günümüzden dahamı çok kaybederiz

Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz ya dünyamıza inecek ölüm.

Nazım hikmet

ruhumdaki darbeler

sabah öğlene kadar uyudum annem geldi iyiki gelmiş balkonumda duran inşaat kalıntılarını tplayıp mis gibi yaptı beceriklim ben hem beden hem ruhen yorulmuşum sanırım kansızlık bukadar yorgun ve sinirli yapıyor doktora gidip tahlil versem iyi olur balkonum tertemiz artık sabahları azda olsa nefes alacak bir ortam ve hava var çok bunaldığım anda yetişen annem benim herzaman son ana kadar sabreder patlarım oda patlamaya geldi biraz olsun rahatladım aslında kaç hafta oldu keyifli uyumayalı hatırlamayorum geç yatıp erkenden kalk oturmadan günü bitir çok yorucuydu bu gün annemin dışında evimin nurundan aldığım posta çok mutlu etti şimdi nasılım yorgun huzurlu ,karmakarışık ,ne düşünmek ,nede nasıl olamlıyım diye hiçbirfikrim yok boşluk var sanırım ruhum yaralı halinin tekrar kere tekrarlarından birini yaşıyor herkes gibiyim her insan gibiyim herkesin olduğu gibi beni gören duyan ve yardımın esirgemeynim var melekleriyle mutlu edenim var .insan yorulmalı hayatın tadı çıksın derse ama bedenin şifasınada bakmalı benim eksik yanım bu olmalı kendimi kaybeden dek bedenimi yorar sonrada sinirlerim zayıf düşer ruhum incinir neyse yorgun selda herkese mutluluk huzr dolu yaşamlar diler:)

ÇOK UTANDIM :)


En sinirli en huysuz olduğum anda rabbim bana dünyanın çok güzel dostluklara kucak açtığını gösterdi anımsattı evet ben güvensiz bir kişiliğim hastalık belki ama rabbime binlerce şükür etmeme sebeb bugün en zor anımda gülümseten olay oğlum posta kutusunda bana ait birşey olduğunu söyledi verdiği andaki yüz ifademin anlatılması mümkün değil meleklerin kanadıyla geldiğini düşündüğüm bir hediyeydi tüm sinirim güvensizliğim gitti pamuk hatun formuna döndüm ne zaman adresimi verdiğimi bile hatırlamıyorum diye mektubu okudum sıcacık bir kardeş elinden yazılmıştı slmlar muhabbetler doluydu sıcacıktı kesinlikle,ALLAH için sevmekti bu evet .Canım benim teşekkür ederim beni emin ol çok mutlu ettin seni seviyorum o çok güzel ailenle rabbim huzur ve mutluluktan ayırmasın ona emanet ol .kimmi gönderdi bakın bu adresteki güzeller güzeli:)http://kurallarmnihlali.blogspot.com

nefret ediyorum oğlumdan başka herşeyden

sinir tepemde bazı insanlar neden kendini dünyanın merkezi görürür sanırım bizim verdiğimiz değeri kötüye kullanmaya biz alışıtırırız burunları havalanır ve sana az sabret demeye utanmadan rahat söylerler ömrünü verdiğin halde utanmadan az sabret nedemek ya nefretim geldi herşeyden gidip uyumak ve hiç kalmamak istiyorum herkesten herşeyden nefret edebilir enazından az sevebilir modumdayım anladım bu dünyada neyse ağzıma gelen tüm kötü cümleleri yazmayım ben uyumaya gidiyorum mümkünse hiç uyanmasam

5 Nisan 2009 Pazar

CENNET KOKUSU BU OLMALI

Dün gece nagihan geldi yemek yedik bizde kaldı binbir ısrar sonucu :)sabah kahvaltıdan sonra işe gitmek için çıktı mesaisi 11 deymiş 2 haftada 1 gün izni var rabbim sabır versin güç versin zor bir hanım için çalışmak hele benim gibi hiç çalışmamış biri için ondan sonra evi toparlayıp çamaşırları astım oğlum geldi eltikuşuma gittim bu gün umreden gelecek olan diğer elti kuşun evini temizlemek için ama ben gidene kadar fundayla bitirmişler oturduk bize geldik gezerek çay faslından sonra geri döndük hülyalar geldiler çok mutluydu hepimize dular etmiş orada kabeye sürdüğü namaz bezini koklattı muhteşem bir kokuydu annemlerin hazırladığı yemekten sonra zemzem ve hurma ziyafeti verdi:) tabiki tüm aile evinde karşıladık ne mutlu genç yaşta en güzel memlekete gitmek yenilenmek mahşer provası yapmak diğer umre kuşlarımızı da en yakın zamanda görmek duasıyla ,harunnisa kızımız ordaki çarşaflı hanımların eteklerine sarılıp mamanne deyip sarılıyormuş yüzüne bakınca babaannesinin olmadığını anlayınca kaçıyormuş :)TEJEMİ ÇOK ÖZLEDİM BEN :)sanki gideli ay olmuş gibi son gün geçen hafta pazardı bize geldiler beraber indik aşağıda bizle gezdi dışarda hemen annesine gülügüle yapıyor siz gidin biz geziyoruz diye tatlı bu kız hiç annesinin peşinden ağlayan bir çocuk olamdı annesini aşırı sevmesine rağmen annesi ona bayılmasına rağmen ,bizler onun teyzesiyiz o bizle herşeyi yapabilir oyun oynar, gezer ,banyo yapar ,uyur bezini değiştirmemize izin verir hatta kendi getirip bezimi al der:)gelde özleme balımı dün gece de rüyamda bebek görmüşken :)yaaaa çok güzeldi rabbim hayırlısıyla ikiz bebek istiyorum :) eltim benim için dua ederken ikiz hayırlı evlatlar nasip et demiş amin amin amin

4 Nisan 2009 Cumartesi

Tasavvuf'tan Besleniyorum

Geçtiğimiz haftalarda gerek görsel basında gerek yazılı basında, unutulmaz şarkıların güftekârı ve bestekârı diye kendisinden sıkça söz edilen Şehrazat Söylemezoğlu 35. sanat yılını kutladı. Yıllarca hayatını büyük bir saltanat içinde yaşayan sanatçı, rûhunun gıdâsını tasavvuftan aldığını ifâde ederek, hakîkî huzûr reçetesi olarak tasavvufa dikkat çekti. 22 Şubat Pazar günü, Sabah Gazetesi'nden Şirin Sever Hanım'ın yaptığı mülâkâtdan dikkat çekici birkaç bölüm şöyledir:
Roman Falan Okumam Ben, Tasavvuf'tan Besleniyorum…
Soru: 35 yıla dönüp baktığınızda mutsuzluklar, kırgınlıklar, mutluluklar, doyumsuzluk; ne ağır basıyor daha çok? Cevap: Kırgınlıkların olmadığı bir hayat düşünebiliyor musunuz? Tabii ki benim de mutlu ve mutsuz yıllarım oldu. Ne kadar bir burjuva kızı da olsam, hatta burjuvanın biraz üstünde de olsam; netîcede insanın ne annesi, ne babası ömür boyu bâkî kalıyor. Ben çok genç yaşta kaybettim annemi ve babamı. Dolayısıyla kendi yaşam savaşımı çok genç yaşta başlattım. Korkunç bir saltanattan sonra hayatın gerçekleriyle karşılaştım ve yıllarca mücâdele verdim. Allâh'ın bana vermiş olduğu kabiliyet ile bir yere gelebilmiş olmanın verdiği gururu yaşıyorum.
Soru: Yaşlanmaktan korkmuyor musunuz? Cevap: Hayır. Kendimi terbiye ediyorum. Allâh'ın kanunu. Ne yaparsanız yapın, bu mutlak bir son. Ben olduğum gibi görünmeyi seviyorum. Ben kendimi sık aynada seyrediyorum. Bir insan evriminin nereden başlayıp, nereye gittiğini seyrediyorum. Allâh'ın, ilâhî nizamını seyrediyorum. Fiziksel güzelliklerin iddiasından geçeli 15 sene oldu. Ben çok güzel olmanın da ne demek olduğunu dolu dolu yaşamış bir kadınım, çünkü çok güzeldim. Güzelliği yaşadım, ona doydum. Mesela 10 senedir makyaj da yapmıyorum ve ölene kadar da yapmayacağım. Gençlik yıllarımda o kadar çok makyaj yaptım ki, şimdi o malzemelere baktığımda inanın içim kalkıyor.
Hakîkî Dost, Doktordur…
Soru: Felsefeyle ilgileniyor musunuz? Cevap: Ben çok tasavvuf kitapları okurum. Roman falan okumam. Benim hayatım roman olduğu için, başka hayatların romanı beni hiç ilgilendirmiyor. Ayrıca tasavvuf okuyunca huzûr buluyorum.
Soru: Bestelerinize, bu kadar âşık olunmasının sebebi bu mu? Cevap: Olabilir. Beslendiğim her kaynak bana müzik olarak geri dönüyor. Bu illâ tasavvuf olacak diye bir şey yok. Eğer ben onunla da besleniyorsam, tabii ki onun da yansımaları oluyordur. Ama bilinçli olarak yapmıyorum. Ben tasavvuf okurken, tasavvuf araştırırken kendimi çok mutlu, insan gibi hissediyorum. İki ayaklı hayvan değil, insan! Ve onun ötesinde de insan olmayı öğreniyorum. Hâlâ başarmış değilim!..
Soru: Nedir peki ulaşmak istediğiniz? Cevap: Nefsinizden ve egolarınızdan uzak durmayı başarmak. Nefsinize hâkim olabilmek ve egonuzu bastırmak. Bu çok zor bir şey. İnsanoğlunun verebileceği en büyük savaştır bu. Zâten muvaffak olabilenler de Mevlânâlar gibi, Abdülkâdir Geylânîler gibi çok büyük velî zâtlar olmuşlardır. Onlara imreniyorum.
Soru: Bu yüzden mi başı her sıkışan sizin evinizde huzur arıyor? Cevap: Hakiki dost, dostun en büyük doktorudur. Dolayısıyla tabâbetin âciz kaldığı yerde sevgi devreye girer. Dolayısıyla biz arkadaşız, birbirimize ihtiyacımız olduğu zaman, hiç kimse bir dakika tereddüt etmez. Zaten dostluk da budur.
*** Tasavvuf, maddî ve mânevî kirlerden arınıp, güzel ahlak ve vasıfları kazanmaya çalışarak, dîni rûhuna uygun bir keyfiyette yaşayabilme gayretidir. Her zaman ve zeminde toplumun her kesimine hitap eden tasavvuf, hem iktisâdî ve içtimâi rahatlık zamanlarındaki gevşeklikleri engelleyerek, zindeliği devam ettirmiş; hem de zulüm ve zorluk dolu günlerinde, daralmış gönüllere ulvî pencereler açarak nefes aldırmış, yaralı gönüllere merhem, yorgun dimağlara tesellî ve kurak rûhlara kevser olmuştur. Bugün de beşeriyet dehşetli bir huzursuzluk ve çeşitli ızdırapların girdâbına sürüklenmiş bulunmaktadır. Böyle bir zamanda gönüllere şifâ bahşedecek tasavvufî güzellik ve hasletlere duyulan ihtiyaç asla inkâr edilemez. Günümüzde materyalizmden rûhu bunalmış insanlar, İslâm'ı başlangıçta büyük mutasavvıfların câzibe ve güzellikleriyle tanımakta, sevmekte, onların eserlerinde huzûr bulmaktadırlar. Tasavvuf, her tabakadaki insana hidâyet, tesellî, rahmet ve bir pınar sunmaktadır. Şehrazat Hanım da bu pınardan istifâde edenlerin tipik bir misâlidir.
Nurgül ÇINAR

Ev sahibinin işine karışma

Avlanmayı çok seven bir padişah vardı. Birgün yine erkânını toplamış ve civârdaki bir ormanda avlanmaya başlamıştı. Herkes av telaşına düşmüş, bu sırada padişah da karşısına çıkan nazlı bir ceylanın peşinde, maiyyetinden ayrıldığını farketmemişti. Aradan saatler geçtiği hâlde ceylana ulaşamamış, yorgun ve bîtap bir vaziyette kalmıştı. Etrafına bakınıp, ıssız bir yere geldiğini ve havanın da kararmakta olduğunu görünce, içini bir korku kapladı. Sarayına nasıl dönecekti? O vaziyette sağa sola doğru gezinirken ormanda iyice kaybolduğunu anladı. Bir an önce birilerini bulmalı ve geceyi onlarla beraber geçirmeliydi.Birden ileride bir ateşin bulunduğunu gördü. Birilerini bulabilme ümidiyle, ateşe yaklaşmaya başladı. Ateşin yanında büyükçe bir çadır ve çadırın yanıbaşında bir koyun sürüsü vardı. Padişah çadıra doğru seslendi: "-Hey, orada kimse var mı?" Çoban koyunların arasından çıkarak: "-Buyurun, bu tarafa gelin." dedi. Ve güleryüzle yanına yaklaştı. "-Hoş geldiniz. Ben de nicedir misafir yolu bekler dururdum. Hemen geçin, istirahat edin!.." diyerek çadırını gösterdi. Padişah, dağ başında bu misafirperverliğe şaşırdı. Çadıra geçip oturdu. Kısa bir zaman sonra çoban elinde bir tencereyle çadıra girdi. Tencereyi ortaya koyup, misafirini de sofraya davet etti. Padişah gün boyu devam eden koşuşturmanın ve ormandaki tertemiz havanın verdiği iştahla sofraya kuruldu. Çobanın şaşkın bakışları altında yemeği yeyip bitiriverdi. Bir yandan da: "-Çok güzel olmuş, ellerine sağlık!.. Hayatımda hiç böyle bir ciğer yemeği yememiştim." deyip duruyordu. Çoban tekrar dışarı çıktı ve yarım saat içinde bir tencere daha getirdi. O yemeği de padişahın önüne koydu. Bir yandan da misafirini yemesi için teşvik ediyor ve her fırsatta yemeğin devamı olduğunu söylüyordu. Tencereler bittikçe dışarı çıkıyor, yarım saat içinde taze pişirilmiş ciğerlerle geri dönüyordu. Padişah iyice şişmiş bir vaziyette, minnettar gözlerle çobana baktı ve teşekkür etti. Sonra ihtiyaç tazelemek üzere dışarı çıktığında, gözleri fal taşı gibi açıldı. Çoban, misafirini ağırlamak üzere dört tane koyun kesmiş ve ciğerlerini çıkartıp, onunla yemek yapmıştı. Çadıra döndüğünde bu cömert çobana ziyadesiyle teşekkür etmek istedi ve: "-Niye bu kadar zahmet çektin. Sadece bir tanesinin etlerinden de yemek yapabilirdin." dedi, demesine ama, yüzünde patlayan bir şamara da engel olamadı. Çoban sert bir şekilde: "-Ev sahibinin işine karışma!" demekle yetindi.
Padişah bu cömert ve asil çobana şaşkınlıkla baktı, ama bu tokadın da acısını unutamadı. İçinden "Sonra görüşürüz!" diyerek çadırda konakladı. Padişahı ertesi gün de ağırlayan çobanla vedalaşma vakti geldiğinde, padişah kendisini tanıtmadan: "-Şehre işin düşerse bizim misafirhaneye de bekleriz." diyerek ayrıldı. * * * Aradan aylar geçti. Birgün çobanın şehre gitmesi gerekti. Bu arada eski dostunu da ziyaret etmeyi düşündü. Şehre varıp tarif edilen yere geldiğinde karşısına kocaman bir saray çıktı. Kapıda bekleyen askerlere yaklaşıp, misafirini tarif ettiğinde, askerler: "-O senin tarif ettiğin kimse bizim padişahımız... Padişahımızın senin gibi bir çobanla ne gibi bir işi olabilir? Haydi, zor kullanmadan buradan uzaklaş!" diye ikaz ettiler. Fakat çoban ne yapsalar oradan ayrılmak istemedi ve: "-Hele siz bir padişahınıza haber gönderin. Gerisi kolay!" dedi. Nöbetçiler, istemeye istemeye huzura çıkarlar ve bir çobanın kendileriyle görüşmek istediğini padişaha arz ettiler. Padişaha gün doğmuştu. Hâlâ yanağında hissettiği o tokadın acısını çıkartmak ve kendisini can u gönülden ağırlayan bu ev sahibine minnetten kurtulmak arzusundaydı. Hemen vezirine gümüş tabaklarla, nâdide kaşık ve çatallarla müzeyyen, mükellef bir sofra kurulmasını emretti. Sofra bir ırmağın kenarında kuruldu. Yemekler neşe içinde yenildi. Sofranın sonuna doğru padişah, kıymetli mücevherlerle süslü sofradaki eşyaları birer birer nehire atmaya başladı. Bir taraftan da gözü çobandaydı. İstiyordu ki, çoban müdahale etsin ve o da dağdaki tokadın intikamını alsın. Fakat çoban hiç oralı olmadı. Yemeğine kaygısızca devam etti. Vezir işin evveliyatını bilmediği için, padişahın bu hareketine anlam veremedi ve nihayet: "-Padişahım, o nehre atmakta olduğunuz eşyalar, hazinenin en kıymetli parçalarıdır. Şu an ziyân olup gitmek üzeredir." dedi. Çoban sükûnetini hiç bozmadan, bir tokat da vezire attı ve tekrarladı: "-Ev sahibinin işine karışma!"
Handan ÇETİNER şebnem dergisi

M. Sâmi Ramazanoğlu

Kıyâmet gününde nefisle mücâdele yapmak zorunda kalan kimseler de vardır. Bunlar dünyada nefis mücâdelesini yapmamış yahut az yapmış kimselerdir ki nefisleriyle mücâdele ede ede kalkacaklar, yani kendi kendilerine düşman olacaklardır.Senin yüzünden bu hale düştüm diye nefislerine çıkışacaklar. Yasin Suresi 54. âyette:"Artık bugün hiçbir kimseye zerre kadar zulüm yapılmaz, yalnız kendi yaptıklarınızın cezâsını çekeceksiniz." (Yâsin Sûresi, 54)"Halbuki gerçek cennetlik olanlar bugün pek hoş ve rahat bir meşgale içinde zevklenmektedir. Kendileri ve zevceleri, ağaçların altında ziynetli kürsülere kurulmuşlardır. Onlara cennette her çeşit meyve ve her istedikleri verilecek, Allah'tan, meleklerden, Rahîm olan Rab'den selam da onlaradır. Mücrimlere ise; "Ey mücrimler, siz bugün mü'minlerden ayrılın bakalım." (Yâsin Sûresi, 55-59) denilecektir. Cenâb-ı Hak Nahl Sûresi'nde:"Herkesin nefsiyle mücâdele ederek geldiği gün, kendi kazandığı amellerle öldüğü gündür, onlara asla zulmedilmez." (Nahl Sûresi, 111) buyuruyor. O halde nefisle mücâdele dünyada yapılırsa, orada bu hal ile muamele olunacak, burada mücâdeleyi yapmaz da âhirete koyarsa, oradaki mücâdelenin ne bir faydası olacak, ne de mazeret olacak. Onun için nefsin ıslahı burada yapılacaktır. Bu da ancak şerh-i sadırla ve dâimi zikri nefse kabul ettirmekle olur. Yûsuf (a.s.) da nefsin kötülüğünü ve kötülük emrettiğini söylemiştir, "Ancak Allah'ın yardım ettiği nefis kurtulabilir." demiştir. Yûsuf Sûresi'nde:"Onun için ben de nefsimi tezkiye etmiyorum, onu kusursuz görmüyorum." (Yûsuf Sûresi, 53) demiştir. Cenâbı Hak Nisâ Sûresi'nde:"Sana isabet eden, gelen iyilik, Allah?tandır. Kötülük ise nefsindendir. Biz seni insanlara elçi gönderdik. Şahit olarak da Allah yeter." (Nisâ Sûresi, 79) buyurmuştur. Kötülükler nefsin kesbindendir.Nefisle mücâdelede muvaffak olmak için de zikre devam ve teslîmiyet şarttır. Nefisle cihad en büyük cihaddır. Çünkü o bitip tükenmeyen ve ardı arkası kesilmeyen ve ölünceye kadar yapılan bir mücâdeledir. Her düşmanla mücâdelenin bir zamanı vardır, nefisle cihad her zaman olacaktır."Ta ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet edecek, nefisle cihatta bulunacaksın." (Hicr Sûresi, 99) Çünkü nefisle cihad, hem zikirle, hem teslîmiyetle, hem ibâdetle hem de az yemek ve oruç tutmakla ve saydığımız beş şarta riâyetle olacak. Bütün düşmanlar iyilik edince herhalde dostluğa dönerler, fakat nefis aslâ dost olmaz, ona ne kadar iyilik edersen et, o yine daha çok azar. Ve azılı düşman olur, onunla cihad ve mücâdele de gittikçe zorlaşır. Bu sebeple nefisle cihad, en büyük harptir ve bu hepimize farzı ayındır. Peygamber Efendimizin beyânıyla nefis ile cihad, cihad-ı ekberdir.Nefis ile cihad etmekte mutlaka aşılması gereken mertebeler vardır. Bunları bilmek ve her halde bunlardan kurtulmak lâzımdır. Nefsin en tehlikeli mertebeleri emmâre, levvâme ve mülhimedir.Emmâreden kurtulmanın yegâne çâresi, Allah'ı çok zikretmektir.Allah zikri ile Allah'ın rahmetine sığınmadıkça nefsin kötülüğünden kurtulmak mümkün değildir. Yûsuf (a.s.) bile o kadar mücâdeleden sonra, "Ben de nefsimi kusursuz göremem, çünkü muhakkak nefis kötülüğü emreder, ancak Rabbimin rahmet ettiği nefis kurtulabilir." demiştir. Allah'ın rahmet etmesi işte dilin, kalbin, nefsin ve bedenin Allah zikri ile zikr-i dâimîye ve huzûra kavuşabilmesidir. Cenâb-ı Hak cümlemizi, hitab-ı izzetiyle ve cennetiyle, cemâliyle müşerref buyursun. Nefis cihadımızda hepimizi muvaffak buyursun. Âmîn.

:) ? :(

Gün gelir etrafını saran insanlar azalır kendi seçiminle, hayatın ortalarıdır yalnızlık zamanların ,paylaşılacak ne mutluluk nede sebelerin vardır herdaim dertlerin şükürlerin,işlerin ,işsizliklerin herşeyin uç noktalrıdır sorunların ya çoktur ağır gelir omuzlarına çökersin ,ya yoktur sıkıntı basar patlarsın :)

3 Nisan 2009 Cuma

RUHUM BEDENİME DAR

Herkese slmlar bugün sabah kahvaltısı için apartman hatunlarıyla ayşe abladaydık karşı komşum valla döktürmüştü :)saat 12 ye dek süren muhabbet çocukların gelme saatinde sona erdi .Oğlum geldi ayşe teyzesinin verdiği pasta böreklerini atıştırdı çarşıya gittik biraz dolaştım.Canımın sıkıntısı geçmedi ruhum yorulmuş benim bedenime dar geliyor şükrana uğradım bulamadım dükkanda oturuken abim geldi hadi bağa gidelim dedi şükranda evdeymiş aldık bağa gittik beni zar zor ikna ettiler tabi bayan kapris ben :)iyiki gitmişim abim bizim için maydonoz ,marul ekmelik bir yer sürdü toprakla hamur gibi uğraşıyor becerikli abim benim onlar karıkoca beceriklidir zaten .saat 9.30 eve geldik çok soğuktu bahçe ama bizim tarfta abim toprağı sürerken önceden ektiğim baklaların çıktığını görünce çok mutlu oldum resmen bebek görmüş gibi hepsini sevdim abime onaylattım onların bakla olduğunu çok bilirimya :)acaba otlarmı yoksa baklalarmı diye :))dedimya ruhum bedenime dar diye bedende maşallahı var ama niye böyleyim :)yorgunum biraz garip hissediyorum kendimi ne mutlu ne mutsuz ama dışarıda nefes almak istiyorum sürekli sebebsiz nefes daralmalarım var boşboş otursam öylesine .

2 Nisan 2009 Perşembe



02 Nisan 2009 PerşembeDÜNYA OTİZM VE FARKINDALIK AYI.. Otizm nedir?Günümüzde her 150 çocuktan birini etkileyerek, çocuklar arasında en hızlı yaygınlaşan nörolojik bozukluk olması ile dünya genelinde hızla yayılan bir hastalık olarak görülüyor…Dünyada bu yıl şeker, kanser ve AIDS dahil olmak üzere bir çok hastalıktan daha fazla sayıda otizm teşhisi alınması öngörülüyor...İstatistikler genetik temelli olduğunu gösteriyor. Çevresel faktörler de dahil olmak üzere, nedenlerinin bulunması için yoğun araştırmalar devam ediyor...Kesinlikle ülke, ırk, kültür ya da sosyo-ekonomik farklılık gözetmiyor…Bugün için bilinen en etkili tedavisi yoğun bireysel eğitim...Dünya Otizm Farkındalık Ayı2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratmak ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Otizm Farkındalık Günü” (2nd April World Autism Awareness Day) olarak ilan edilmiştir. 2 Nisan’da başlayan “Otizm Farkındalık Ayı” çerçevesinde tüm dünyada otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi ve bilinirliğin artırılarak, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.
otizmli bir çocuk yada birey gördüğünüzde onu hareketlerinden ve eksik konuşmasından dolayı küçümsemeyin ve dışlamayın.onu aranıza alın ve yardımcı olmaya çalışın.otizm bir zeka yada psikoloji hastalığı değildir.bu konuda çocuklarınızı gelecek nesiller adına bilgilendirin.OTİZM TANISI ALMIŞ ÜNLÜLERAlbert Einstein, 1879-1955, Alman/Amerikalı fizikçiIsaac Newton, 1642-1727, İngiliz matematikçi ve fizikçiFriedrich Nietzsche, 1844-1900, Alman filozof Thomas Edison, 1847-1931, Amerikan mucitHenry Ford, 1863-1947, Amerikalı sanayiciHikari Oe, Japon besteciBhumi Jensen, Taylan prensi,Stephen Wiltshire, İngiliz mimarCaiseal Mor A Blessing and a Curse: Autism and Me’in yazarı, fantastik hikayeler en iyi satanlar arasında girmiştir, müzisyen ve sanatçıJane Austen, 1775-1817, İngiliz romancı, Pride&Prejudice’ın yazarıBéla Bartók, 1881-1945, Macar BesteciLudwig van Beethoven, 1770-1827, Alman/Viyanalı müzisyenAnton Bruckner, 1824-1896, Avusturyalı BesteciEmily Dickinson, 1830-1886, Amerikan şairOliver Heaviside, 1850-1925, İngiliz fizikçiThomas Jefferson, 1743-1826, Amerikan politikacıCarl Jung, 1875-1961, İsviçreli psikoanalistFranz Kafka, 1883-1924, Çek yazarWasily Kandinsky, 1866-1944, Rus/Fransız ressamCharles Rennie Mackintosh, 1868-1928, İskoç mimar ve tasarımcıGustav Mahler, 1860-1911, Çek/AvusturyalıWolfgang Amadeus Mozart, 1756-1791, Avusturyalı besteciGeorge Bernard Shaw, 1856-1950, İrlandalı oyun yazarı,Richard Strauss, 1864-1949, Alman besteciNikola Tesla, 1856-1943, Sırp/Amerikalı bilimadamı, elektrikli motorların mucitiVincent Van Gogh, 1853-1890, Hollandalı ressamTaylor Crowe, sanatçı ve avukatChristopher Knowles, Amerikan şairJasmine O'Neill, Through the Eyes of Aliens yazarıBirger Sellin, Alman yazar
asla unutmayın her sağlıklı insan her an özürlü olmaya adaydır!!yayınlayın..link verin..tanıtın..paylaşın..toplumu bilinçlendirmek adına ne olur Destek verin...

1 Nisan 2009 Çarşamba

köşe koltuk

Bu kapıyı mutfakla oturma odasının arasına düşündüm tabi buarlarda bulmak mümkünmüdür diye düşünmekteyim :)ama bir yakınımız yaptırmış gidip bakmalı sormalı nerden alınır diye ne kadar eder diye efendim aşağıdaki köşeyi mutfak için düşündüm onuda resmini çıkarıp mobilyacılara eşime sordurmayı düşünüyorum buz mavi bir masa bulursam harika olacak köşenin ayakları metal olsun diye düşündüm eğer bulamassam yaptıracağım :)he birde bembeyaz bir tül diktircem üzerine turkuaz bir şal atıcam.


iyiki doğdun ayşe abla :)

Bugün toplandık günümüz olan komşumuzun kızının doğumgünüydü aynı zamanda ,sürpriz birde doğumgünü vardı ,ayşe ablamın karşı komşum kendileri nisan 1 şakası gibi hatunsun deyip güldürdük.Oturma bol kahkalı geçti herzmanki gibi hepsi çok iyi insanlar amam bu sene çoğu tayin istedi gidiciler rabbim hepsini iyilerle karşılaştırsın .Ayrıca güne gitmeden önce nafişim aradı çok mutlu oldum sesi çok güzel geliyordu özlemişiz bribirmizi adanalı oldu hatun artık gelmeyede niyeti yok malum damadımızda adanalı olunca hiiiiç gelmez artık neyse o mutlu olsunda benim için mühim olan o .Nafiyem anne ve baba ayrı kardeşim benim :) anası benim için doğurmuş iyikide doğurmuş iyiki tanımışım bugünlerimde ruh sağlığımda kendimi bulmamda etkisi inanılmaz çoktur ablam deyişi dünyaya bedel bir candır kendisi neyse benden tarif istemişti onu yazıp göndermeliyim güne giderken yetiştirmedim herkse sevgiler .

İnci tanem depresyona girmeeeee:)

Günaydın kızlar günüm koşturarak başladı oğlumu okula bıraktım eşim uyanana kadar kuaförüme gittim belgrad ormanına dönmüş yüzüme şekil verdirdim:) yenilendim paklandım resmen nefes aldığımı hissettim evime geldim mutfak işlerine devam ettim eşim uynanınca balkonların ölçüsünü aldı fiyat araştırması yapmak için mutfak perdesi için ölçü aldı bakalım hayırlısı güzel ve temiz olur inşallah .Bu gün apartman günü var azıcık rahat oturma fırsatım olacak bugün yapmam gerekenler arasında çamaşır dağımı eritmek var dolayısıyla ütü dağıda olacak neyse yarın da ütü dağıyla boğuşurum :)rabbim sağlık versinde bahar geldi artık her iş çabuk biter camlar açık balkon sefları oh mis gibi .Bu arada bana bir msj geldi bakalım siz neler hissedeceksiniz hepinize sevgiler ._Şu anda efendimizin huzurunda sabah namazı kıldık ilk defa medine ezanını canlı duyduk rabbim en kısa zamanda sizlerede nasip etsin çok muhteşem bir güzellik doyamıyorum .Bu küçük eltim tülayın msj kızı hayrunnisa sultan ve eşi yunusla umredeler bizi anımsayıp yazması bile çok güzel onunla oralara hediye gönderdik dua istedik sadece bizide çağırsınlar dedik huzur ve küçük güzel bir kız istedik :) inşallah hepimize nasip olur diğer eltimde hafta sonu gelecek yaaaa büyük elti kuşumla ben ve 2 küçük elti kuşlarım kaldık RABBİM HERKESE NASİP OLSUN BENİ OKUYAN HERKESE GÖNLÜNDE OLANI VER AMİN AMİN AMİN :)
Not :çok sevdiğim birisi msn sine depresyona az kaldı yazmış sana depresyona girmek hiç yakışmıyor incitanem sen herkes için özelsin ve seni çok seviyorum bacıların gülü :) anladın sen onu