19 Ağustos 2008 Salı

Böyle dua ettinizmi?

Dua ederken aşağıda belirtilen on kuralı uygularsanız, duadan çok daha fazla yararlanabilirsiniz:

1- Her gün bir köşeye oturun. Hiçbir şey söylemeyin. Yalnız Allahı düşünün. Böyle yaparsanız dimağınızı Allaha açmış olursunuz.

2- Sonra basit cümlelerle sesli olarak dua etmeye başlayın. Kafanızda olan herhangi bir şeyi yaradana söyleyin. Allahla kendi günlük dilinizle konuşun, o sizi anlayacaktır.

3- Her gün işe giderken, trende veya otobüste dua edin. Dua ederken gözlerinizi kapayın, dünyayla ilişkinizi kesip yalnızca Allahın varlığını hissedin. Bunu her gün yaptıkça Allah'ın varlığını daha iyi hissedeceksiniz.

4- Dua ederken Allah'tan her gün bir şeyler istemeyin, onun yerine bize bahşettiği nimetler ve yaptığı yardımlar için teşekkür edin.

5- Dua ederken dualarınızın sevdiklerinize ulaşacağına, Allah'ın da onları sevip koruyacağına inanarak dua edin.

6- Dua ederken aklınıza hiçbir olumsuz düşünce getirmeyin. Yalnız olumlu düşüncelerle ilgili dualar etkili olur, bunu aklınızdan çıkarmayın.

7- Daima Allah'ın sizin için yapacaklarını kabul edeceğinizi belirtin. Allah'a isteklerinizi de belirtin, fakat Allah ne yaparsa onu kabul edeceğinizi de ifade edin. Onun sizin için yaptıkları, sizin isteklerinizden her zaman daha iyi olur. Bunu da sakın unutmayın.

8- Herşeyi Allah'ın ellerine bıraktığınızı belirtin. Allah'tan size en iyi şeyleri yapma yeteneği vermesini isteyin. Hareketlerinizin her türlü sonucunu Allah'ın kararına bırakacağınızı belirtin.

9- Sevmediğiniz ve size kötü davranan insanlar için de dua edin. Gücenme, manevi gücün ortaya çıkmasında en büyük engeldir.

10- Kendileri için dua edeceğiniz insanların bir listesini yapın. Bu listeye sizinle doğrudan ilişkisi olmayan, uzaktan tanıdığınız insanların ismini de yazın. Ne kadar çok insan için dua ederseniz, duanın faydasını o kadar çok görürsünüz.
alıntıdır

KURTULMAMIZ BUNA BAĞLI

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip: - Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? Küçük çocuk, başını çevirmeden; - Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü. Adam, çocuğun yanına oturup: - Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: - Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk, büyük bir sevinçle: - Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi? - Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter. Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: - Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: - Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı. - Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken: - Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım? - Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: - Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: - Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: - Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?





SİZLERDE DUA ETMEYİ DENEDİNİZMİ SIKINTILI ANLARINIZDA?... BELKİ DUALARINIZ HEMEN GERÇEKLEŞMEYEBİLİR AMA O DUALARIN SEVABI YETER SİZLERE... YENİ ÖĞRENDİM BENDE.... DUA EN KIYMETLİ BİR HAZİNE BİZİM İÇİN.. BİTER DİYE KORKMAYIN İSTEDİĞİNİZ KADAR KULLANIN... ÖYLE BİR HAZİNE Kİ SINIRSIZ VE KARŞILIKSIZ VERİLMİŞ HEMDE...







çobanın aşkı
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim…
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı.
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih , kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet , dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihini aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah…
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
- şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah'a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah …
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam , karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah…
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmu ştu. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekana bereket getirdiklerinden, ne yapıp-edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti başveziri . Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
- Hünkarım , gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikahını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Ã…a¿aşırma sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden… Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı alinize layık değil belki, ama lütfeder nikahınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna kavu ş acak , murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayır , dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim

Kelam-ı kibar [büyüklerin sözleri]-2

- Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise her zamanda her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir. Bu olamayacak birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O'nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O'nu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın O'nu tenkit edecek iktidarı yoktur.

- Hak teâlânın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah'ın merhameti neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakk'a imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhamet ve ihsanıdır. Gördüğünüz her musibet ve felaket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır.

- Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür.

- Evliyanın sözünde rabbani tesir vardır.

- İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir. İlim ve fen ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesad karanlığı hep şirkin, imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Hakk'ı tanımadıkça, Hakk'ı sevmedikçe, Hak teâlâyı hakim bilip, O’na kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hak'dan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.

- Müslümanların öğrenmesi lazım olan bilgilere Ulum-i İslamiyye (Müslümanlık Bilgileri) denir. İslam dininin emrettiği bu bilgileri Resulullah aleyhisselam ikiye ayırmıştır. Biri, "ulum-i nakliyye", yani din bilgileri; diğeri "ulum-i akliyye" yani fen bilgileridir, buyurmuştur. Din bilgileri, dünyada ve ahirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.

Bunlar da ikiye ayrılır: "Ulum-i aliyye" yani yüksek din bilgileri ve "ulum-i ibtidaiyye" yani alet ilimleri. İslam ilimlerinin ikinci kısmı olan akıl bilgilerinin yani tecrübi ilimlerin iyi öğrenilmesi, ince ve derin din bilgilerinin kolay ve açık anlaşılmasına yardım eder. Riyazi fizik öğrenmek, din bilgilerini kuvvetlendirir. Astronomi, aritmetik ve geometri, dine yardımcı bilgilerdir. Tecrübi fizikteki (tecrübe ve isbat edilenlere esasen uymayan) birkaç yanlış teori ve hipotezden başka hepsi dine uymakta, imanı kuvvetlendirmektedir. İlahi fizik (metafizik) bilgilerinden, çürük, bozuk olanları dine uymaz. Bu ilimler öğrenilince, din bilgilerinin akli ilimlere uyan ve akli bilgilerle çözülmeyen yerleri ve sebepleri meydana çıkar ve akla uygun sanılmayan, aklın erişemediği meselelerin inkâr edilemeyeceği anlaşılır.

- Kur'an-ı kerimden ve Resul aleyhisselamın hadis-i şeriflerinden sonra en kıymetli kitab, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabıdır. Hanefi mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkıh kitabı, İbn-i Abidin'in Dürrül-Muhtar haşiyesidir. Şafiide Tuhfet-ül-Muhtac kitabıdır.

- İslam dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usul ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslamiyetin içindedir. Eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan, akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir. Yaradılışında kusursuz olanlar onu reddetmez ve nefret etmez, İslamiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyetin dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz.

- Bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet alimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir alim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler.

- Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslamın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız.

- Çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi rahat ve hoş tutunuz.

- Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu adeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara, adetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor.

- Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kere ölmeyi tercih ederim.

- Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın.

- En büyük edep, ilâhi hududu muhâfazadır, gözetmektir.

- Allahü teâlâya inanan ve güvenen kimse neden mahrumdur. Allah'tan mahrum olan ise neye mâliktir.

- Kur'ân-ı kerim şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.

- Gerçek kerâmet, kerâmetin gizlenmesidir. Bunun dışında görünenler, velinin irâde ve ihtiyârı ile değildir. İlâhi hikmet öyle gerektiriyor demektir.

- Allahü teâlâ sırrını eminine verir. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.

- Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.

- Din bilgileri, dünyâda ve âhirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.

- Allahü teâlâ dilediğini yapar. İster sebepli ister sebepsiz, dilediği gibi azap veya lütfeder. Güzel ve doğru Onun dilediğidir.

- Allahü teâlâ bize rahmeti ile, ihsânı ile muamele etsin, bizi rahmeti ile ihsanı ile korusun! Adaletiyle muamele ederse, yanarız.

- Riyâ olmasın diye cemâatten kaçanlar ayrı bir riyâ içindedirler.

- Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, imân eksikliğidir.

- Dinimizde, gri yoktur. Siyah beyaz vardır. Ya iman ya küfür.

- Hedef birliği çok önemli. Herkesin çektiği, hedefsizlik ve belirsizliktir. Hedef birliği, muhabbeti, sevgiyi artırır.

- İhlaslı insan, en iyi halinde de, en zayıf halinde de tavrı değişmeyendir. Allah için sevinmek, Allah için üzülmek lazım.

- İmanda değişme olursa nimetlerde de değişme olur.

- Mal iyi de değildir, kötü de değildir. Mal, mülk gönüle girerse onu şımartır. Ve onun sonu olur. Mal mülk iyi niyetle kullanılırsa faydalı olur. Niyet iyi olmazsa insanın felaketi olur. Şunun şuyu bunun buyu var diye düşünmek sizi bağlamasın.

- Rızk mukadderdir. Yani herkesin rızkı bellidir, artmaz eksilmez, rızkını almadan dünyadan ayrılmaz. Bu taksimatı Allahü teâlâ yapmıştır. Ecel mukadderdir. Yani herkesin ömrü bellidir, uzamaz kısalmaz, vakti dolunca dünyadan ayrılır. Kaza ve kader, hayır ve şer, zaten imanımızın şartlarındandır, Allahtandır. Öyle değil mi? Öyle ise daha ne diye isyan ediyorsun, daha ne diye şükretmiyorsun? Rızkın belli, ömrün belli, başına gelenler Allahtan. İster isyan et, ister şükret. Değişen bir şey yok. İsyan edersen Cehennem, şükredersen Cennet. Yani aynı şeyler için, ya cennete gideceksin ya cehenneme.

- Dua etmekle beraber sebeplere yapışıp çalışmak lazımdır. Fatih Sultan Mehmed İstanbulu alınca, etrafındakiler, Akşemseddin hazretlerinin duasıyla, şunun yardımıyla... deyince, hiç şu kılıcın hakkı yok mudur, bu hiçbir şey yapmadı mı, der.

-Su-i zan en tehlikeli günahlardandır. Çünkü su-i zannın tevbesi olmaz. Yani kişi su-i zan ettiğini bilmediği için tevbe etmez. Tevbe edilmeyen günahın cezası cehennem ateşidir.

-En büyük ibadet ana babanın kalbini almaktır.

-Ana babanız sizden razı olmadıkca Allahü teâlânın sevgili kulu olamazsınız.

-İnsana en büyük bela dilinden gelir.

-Kul hakkından korkan [önemini bilen] ayağını uzatıp yatamaz.

-Aldatan aldanmıştır.

-Ölmeden önce ölmek ne demektir? Dünya hayatı hayal, ahiret hayatı hakikidir. İşte buradaki hayalleri hakiki gibi yaşamak, görmek demektir.

-Nefs, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu varlıktır. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. En ahmak yaratıktır. Asıl arzusu kendini ilahlaştırmak, kendine tapdırmaktır, kötülük yaptırmakla tatmin olmaz.

-Dünyanın kıymeti dünya kadardır. Ahiretin kıymeti ahiret kadardır. Dünya gıdası hazırdır. Ahiretin gıdası dini ilimdir. Ahiretin kıymetinin yanında dünyanın kıymeti sivrisineğin kanadı kadar değildir.

-Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir.

-İyi olmak için iyilerle beraber olmak lazımdır.

-Her hayırlı işe başlarken besmele söylemelidir.

-Salihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahi yağar.

-Kimseye tepeden bakmayın. Tepeden bakan tepetaklak gider.

-Büyükler her hatayı af eder. Fakat haini af etmez. Hain kimdir?Yaptığı hizmetleri kendinden bilendir.

-Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okuyun. Bunları okumak insanın şerefini artırır.

-Yüksekte olan mahrum kalır. Toprak ol toprak! Toprak ol ki, gül bitsin sende. Topraktan başka kavuşan yoktur güle.

-Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güleryüzlü olmayan kimse mümin sıfatlı değildir. Müslim-Gayrimüslim herkese karşı güleryüzlü olmalıdır. Başkasının kötü ahlakından şikayet eden kimsenin kendisi kötü ahlaklıdır. Başkalarının kötülüklerinden bahsediyorsak bu kendimizin kötü olduğunun alametidir. Güzel ahlak eziyetleri sineye çekmektir.

-Herkes imtihandadır.

-İnsana devlet birkaç kere geçer. Onun kıymetini bilmelidir.

-Herşey söz dinleyene verilir, herşey bu herşeyin içinde vardır.

-Ceryan hata kabul etmez. Allahü teâlâ ceryanı yarattı. Faydaları çok çeşitli, ama elini değeni yakıyor. Kontak yapıyor, evler yanıyor. Kullanmaya göre değişiyor. Su, çok faydaları var ama seller evleri yıkıyor. Yani hem faydaları var hem de zararları. Nefs de böyle. Nefssiz olmaz. Nefs, islamiyete uyarak zaptedilirse ilerleme olur. Yani içimizde olan bu mahluku iyi tanımalı, İslamiyet ile zaptetmelidir. Nefs, seni iman etmek, haramlardan kaçmak, farzları yapmaktan alıkoymasın.

-Allahü teâlâyı herkes tanıyor. Herkes Allah diyor. (Tanımak) böyle mi olur? Tanımak öyle olmaz. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Allahü teâlâ ibadet yapılarak sevilir. Böyle yapan Allahı tanımış olur.

-Dertli misin istiğfar söyle, şifa bulursun. Bir arzun mu var, kavuşmak mı istiyorsun, istiğfar söyle. Fakir misin istiğfar söyle, zengin olursun. Zengin misin istiğfar söyle, şükretmiş olursun. “İstiğfar edenin yardımına yetişirim” buyruluyor.

-Fitne çıkaranlar bir günah işliyor. Dinleyenler iki günah işliyorlar. Bir dinlediği için iki susturmadığı için. Sus diyene şehit sevabı var.

-Başta islamiyeti tam yaşayan emir varsa, ona itaat tamsa, herkes onu seviyorsa, elinde kuru kılıç bile olsa zafer kazanılır.

-Bir zaman dilimi ehli sünnet alimlerinin kitaplarını okumak bütün geceyi nafile ibadetle geçirmekten iyidir. Çünkü öğrendiğimiz şeylerin farzlarla ilgisi varsa daha çok sevap hasıl olur.

-Bir iş Allahü teâlâ için değilse at gitsin.

-Düşünmekle ibadet olmaz, oturmakla ticaret olmaz.

-Dünyanın lezzeti çiledir.

-Kişinin işi olursa işi, sever onu her kişi. Kişinin işi olursa kişi, çıkmaza girer onun her işi.

-Kibir ve bunu benden başkası bilmemelidir iddiası, insanları daima yalnız bırakır ve sevimsiz kılar. Çünkü bunun dibinde karşı tarafa güvensizlik vardır. Güven ise, sevginin barışın ve başarının temelidir. Güvenin kaybolduğu yerde hayat durur ve insanlar birbirine düşman olur, merhamet kaybolur. Bunların yuvaları yıkılır ve cenazelerine kimse gelmez olur. Halbuki, birlikte, beraberlikte, kardeşlikte, anlaşmada yani cemaatta rahmet vardır.

-Başarılı olmanın üç şartı vardır: 1) Akıllı olmak. Akıllı olmak demek, ahireti tercih etmek demektir. Dünyayı tercih etmek zekiliktir. 2) Siyasi olmak. a) Karşısındaki insanın yapısına, kültürüne hitap etmek, onun gönlünü alacak şekilde hitap etmek. b) Dost meclisinde mert konuşmak, düşman varsa idare etmek. 3) Samimi olmak, ihlaslı olmak.

-İslamiyette paranın yeri, kalp değil cepdir. Para, müslümanın kalbinde değil cebinde olmalı. Para, kalpte ise bu kötüdür ve sevilmez. Bir cep dolu olunca kalp boş olur. İki cep dolu olunca kalp bomboş olur. Cepte olmazsa, kalpte olur. Cepler boş olursa, kalp dopdolu olur hem de cerahatla karışık.

-Niyetsiz amel olmaz. Amelsiz de niyet olmaz. Adam hacca niyet ediyor, ama evinde öyle hacı olunmaz. Adam sefere niyet ediyor ama bir yere kımıldamıyor. Bu kimse seferi gibi namazları iki rekat kılamaz. Niyet ve fiil amelle beraber olacak ki yerini bulsun. Tek olmaz.

-İnsanları sonsuz saadete kavuşturmak en iyi iştir. Allahü teâlânın en sevdiği iş kullarına hizmet etmektir. [Burada hizmet demek, islamiyeti doğru olarak insanlara duyurmak demektir. İslamiyeti doğru duymak, doğru öğrenmek insanların hakkıdır. İslamiyeti yanlış anlatan, nakledildiği gibi değil, çürük aklına, bozuk ilmine, iğrenç nefsine göre anlatan kötü din adamları, insanların en kötüsü olup, büyük vebal altındadır.]

-Sevginin dayandığı bir temel vardır o da karşılıklı güvendir. İnsan güvendiği ve çok sevdiği biri için hayatını feda eder. Güven varsa sevgi de vardır. Güven ve sevgi varsa başarı da vardır. İnsanları başarılı olmaları için zorlamak doğru değil. İnsanları bulundukları yerde mutlu olmalarını sağlayınız. O güveni tesis etmek ve işi önüne koymak lazım. O artık onu sevgi ve güvenle alır götürür. Ona iş tarif etmeğe gerek yoktur.

-Bir yumruk gibi olmalı! El açık olursa parmaklar zarar görür. Yumruk haline gelirse zarar görmezler.

-Size bahşedilen nimetlerin kadrü kıymetini bilin, şükredin. Şükrederseniz nimetler daha da artar. Şükretmezseniz elinizden alınır. Elinizden alınınca öyle kalmazsınız. O andan itibaren sizde azabı ilahi başlar.

-İlim cahilliği götürür, fakat ahmaklığı götürmez.

-Dünya hayaldir. Ben diyen mahrum kalır, mahvolur.

-Emaneti ehline vermek lazımdır. Emaneti ehline vermeyen mes’ul olur. Ehl-i olmayana verirse yine mes’ul olur.

-Alim kimdir? Işığı karanlığı gören kimsedir. Amaya (kör olana) hep karanlıktır. Alim, hakkı batıldan ayırt eden insandır, islam alimlerinden nakil yapan kişidir.

-Sevgi itaat demektir. İtaat olmadan sevgi olmaz. Sevginin derecesi itaatteki sürat ile ölçülür.

-Bu dünyada mukim yok, herkes seferi. Bunu anlayıp tedbirini alana müjdeler olsun.

-Dünyanın geçer akçesi paradır. Ahiretin geçer akçesi amel-i salihdir.

-Dünyada en güzel şey dünyayı sevmemektir.

-En iyi insan kendini en kötü bilendir. En kötü insan, yanına yaklaşılmayandır.

-Evliyaların sevilmesi; nefsini aradan çektiği, kendi menfaatini düşünmediği içindir.

-En iyi iş, iyi insanlarla beraber olmak, en kötü iş kötü insanlarla beraber olmaktır.

-Mü’minin bayramı, günahlarının affedildiği gündür, imanla öldüğü gündür, Allahü teâlânın rûyetine kavuşmaktır, Peygamber efendimizi görmektir.

-Hakiki bayram, Rabbimizin huzuruna, yüz akıyla çıkabilmektir. Bu da büyüklerin vasıtasına binerek, onlarla gitmekle olur.

-Elini harama uzatan, ateşe elini uzatır. Ayağıyla harama giden, ateşe gider. Haramı yiyen ateşi yer. Harama bakan ateşe bakar, ateş onu yakar. Değer mi .... biraz sabret.

-İhtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur.

-Mü’mine gelen her şey hayırlıdır.

-Başarının sırrı vermektir.

-Kurtulmanın çaresi yok olmaktır. Yok olan, adam olmuştur. Var olan, adam olamamıştır. Yok olmanın çaresi de peki demektir. Peki diyen yok olur, hayır diyen mahvolur.

Var olan hem kendini, hem etrafını yok eder. Yok olan hem kendini hem etrafını kurtarır.

-Bir mü’min kalbini kırmak, kabeyi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.

-Koyunlar çobanı tanıyamadığı gibi, avamda havas’ı tanımaz

-Mü’min gıda gibi olmalıdır. Her zaman ihtiyaç duyulmalıdır.

-Yüzü insanlara dönük olan insanlarla çarpışır, yüzü ahirete dönük olan, herkes ona kavuşmak için yarışır.

-Göğsünü kıbleden çevirenin namazının bozulduğu gibi, yüzünü islamiyetten çevirenin hem dünyası hem ahireti bozulur.

-Ümidimiz, büyüklerin şefaati ve bize sahip çıkmalarıdır. Onların bize sahip çıkması için, bizim onlara sahip çıkmamız lazımdır. Layık olmak ve âlâka kurmak lâzım. O âlâka söz dinlemektir. Nasihatlerine uygun yaşayabilmektir.

-Bir müslüman kardeşinin ismini duvara yazsalar, oradan geçerken ceketin düğmesini ilikle de geç.

-Mü’min mü’minle karşılaşınca yaptığı dua kabul olur.

-Dünyada ve ahirette, felaketten kurtulmanın tek çaresi var, o da kurtulanlarla beraber olmaktır.

-Allahü teâlânın sevgili kullarını tanımak şarttır. Büyükleri inkâr eden her şeyden mahrumdur. Büyükleri tasdik eden, değil kendisine yedi sülalesine faydalı olur.

-Allahü teâlânın sevgili kullarını tanıyan, onlardan istifade etmeğe başlar. Bilse de, bilmese de !... En büyük istifadesi; imanı düzelir, sonra ibadetleri düzelir, günahlar çirkin gelmeğe başlar. Bu, istifade ettiğinin alâmetidir. Bu istifade ya bizzatihi olur; en güzeli budur.... Veyahutta kitaplarını okumak suretiyle, ruhaniyetlerinden istifade ederek olur. Veyahutta o büyükleri tanıyan, seven kişilerle arkadaş olunur, mukallidleriyle beraber bulunulur. Onlarla beraber olan da feyz ve berekete kavuşur, imanını bi iznillah kurtarır.

-Mürşid-i kâmil demek, Hakkı Hak, bâtılı bâtıl bilen zat demektir. Onlara kavuşanın ve hatta onların sâdık bendelerine, talebelerine kavuşanın en büyük kârı, Hakk’ı Hakk, batıl’ı batıl bilmesidir. Bu ise, erişilmesi en zor noktadır. Dünyada en zor şey, doğruyu bulmaktır.

-Her geceyi kadir bilin, herkesi hızır bilin, kimin ne olduğu belli olmaz.

-İbadetlerin çokluğu değil, Allahü teâlâya yakınlık önemlidir. Allahü teâlâya yakınlıkta ondan korkmak ve sevmektir.

-Bir insan bir işin delisi olmazsa, o işin velisi olamaz.

-Yapmak başarı değil, başarının sırrı sormaktır.

-Şükür demek, nimetleri mahallinde, yerinde kullanmaktır.