17 Temmuz 2008 Perşembe

ÇÖZÜMLER KARŞILKLI ANLAYIŞLA BULUNUR:)

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş.

Bu durumu konuşmak için aile doktoruna danışmış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
'Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla'

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Cevap yok. Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?'
Gene cevap yok. Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş. 'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Hala cevap yok. Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış
'Hayatım bu akşam yemekte ne var?' Gene cevap alamamış.Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş.

--'Hayatım bu akşam yemekte ne var?'

--'Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk'

Hikayenin ana fikri:
Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir.
Problemlerin sebebini birazda kendimizde aramalıyız

ALLAH'u Teâlâ'yı (Celle Celalühü) anmak (zikretmek)...

Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın Adıyla,

°"ALLAH'I ANMAK
ELBETTE EN BÜYÜK (İBADET) TİR." Ankebut/45

°
"Her kim zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır
ve onu kıyamet günü kör olarak haşr ederiz"
Taha/124

°"Siz Beni zikredin ki
Ben'de sizi zikredeyim" Bakara/152


°"O size nasıl hidayet etti ise
sizde O'nu öylece zikredin" Bakara/198

°Mevla
(Celle Celalühü) Kur'an-ı Kerimde münafıkları zemmetmek üzere
"Onlar pek az zikrederler" buyurdu.
Nisa/142

°"Zikrimle meşgul olup
Ben'den istemeye vakit bulamayanlara isteyenlerden daha çok
veririm." Hadis'i Kûdsi (Buhari)

°
"Sabah akşam ALLAH'ın C.C. adını dilinden düşürmemek, ALLAH
C.C. yolunda düşman ile vuruşurken kılıç kırmak ve malı cömertçe dağıtmaktan
daha faziletlidir" Hadis'i Şerif


°"Zikretmeyenle zikredenin hali ölü
ile dirinin hali gibidir." Rivayete göre ALLAH'ın C.C.
adını ananlardan başka herkes susuzluk içinde dünyadan
ayrılır.

°"Günahlarından rücû edip
ALLAH'ı C.C. zikirle yarışanlar yarışı kazanmışlardır, zikir onların günah
yüklerini sırtlarından attı ve hafif olarak mahşer yerine geldiler."
Hadis'i Şerif (Tirmizi, Ebû Hureyre'den)

°Yüce
ALLAH C.C. şöyle buyurur:"Beni andığı
sürece,dudakları benim Adıma kıpırdadıkça, 'Ben' kulum ile birlikteyim."


°Peygamberimiz'e (SAV) "En faziletli amel
nedir?" diye sordular. "ALLAH'ı C.C. anan
dilin kurumadan can vermendir"
buyurdular.

°"Gafiller
arasında ALLAH'ı C.C. anan kimse, kuru otlar arasında yeşil otlar
gibidir" Hadis'i Şerif

°"Gafiller arasında ALLAH'ı C.C. anan kimse, cephe kaçakları
arasındaki savaşçı gibidir" Hadis'i
Şerif

°"Zikrin Efdali
LAİLAHEİLLALLAH (1 kere söylediğinde 4000 derece yükselirsin ve defterinden 4000
büyük günah silinir), duanın makbulü ELHAMDÜLİLLAH'dır"
Hadis'i Şerif (Tirmizi)

° Her zikri ALLAH’
C.C. huzuruna
Melekler yükseltir “LÂ
İLAHE İLLALLAH” ise aracısız, engelsiz
ve direk olarak ALLAH’ı
C.C. huzuruna çıkar, ALLAH’
ın huzurunda
söyleyen kişinin mağfiret olunması için inler durur.
“LÂ İLAHE İLLALLAH”
ile ALLAH C.C. arasında perde yoktur. Cennet’in 8
kapısı üzerinde yazar. Yedi kat gökleri ve yerleri ve içindeki her şeyi ve
yaratılmış her şeyi, terazinin bir kefesine koysanız bir kefesine
“LÂ İLAHE İLLALLAH”
Kelime-i Tevhid’ini koysanız,
“LÂ İLAHE
İLLALLAH” ağır gelir. Seksen senelik
kafir’i bile bir kere kalp ve dille söylemesiyle tertemiz eder
BİİZNİLLAH.

°"ELHAMDÜLİLLAH
demenin katlı mükafatı gibi hiçbir zikrin mükafatı olamaz" Hadis'i Şerif. Yer
ile gök arasını doldurur. Bu hamd'de mizan'ı doldurur.

°Günde 100
kere İhlâs
Sûresi okuyana kâmil bir iman nasib olunur,1000 kere
okuyanın öldüğünde cesedi çürümez.

°Bir kere
"SÜBHANALLAHİ VEL HAMDÜLİLLAHİ VELA İLAHE İLLALLAHU VALLAHU
EKBER" diyen kimse için cennette bir ağaç dikilir ki,
bir atlı 500 sene gitse gölgesini bitiremez

°Cuma Namazından hemen sonra dünya
kelâmı konuşmadan 100 kere
“SÜBHANALLAHİL AZİYM VE Bİ HAMDİHİ”
diyen kimsenin 100 bin , anne ve babasının 24 bin günahı
mağfiret olunur.

°Neye sıkılırsanız sıkılın en
sıkıntılı anınızda , ne kadar günahkâr olursanız olun Yunus A.S.'ın balığın
karnında iken ettiği ve affedildiği şu duaya (Ayet'i Kerime'dir) devam edin.
"Lâ İlahe illa ente Sübhâneke inni küntü
minezzalimin" (Her sıkıntının def'i
için)

°Yatmadan Kâfirun Sûresini okuyan imanını şeytandan korumuş olur.
(ALLAH'ın izniyle)

°Kabir azabından korunmak için her gece yatsıdan sonra
Mülk(Tebâreke) Sûresini okuyunuz. Okuduğu gün ölenin şehid olacağı rivayeti
vardır.

°Sabah ve akşam namazlarından
sonra Haşr Sûresinin
son üç ayetini okuyan,
imanla göçer, o gün ölürse şehit gider, sabah okuyana akşama kadar, akşam
okuyana sabaha kadar 70.000 melek istiğfar ederler


°Farz namazın hemen
arkasından "Ayet'el Kûrsi" okuyanın cennetle arasındaki tek engel
ölümdür.(Hadisle bildirilmiştir.)

°Yatsıdan sonra
Tekâsür Sûresini
okuyan kimse nimetlerden sorguya çekilmez. (BİİZNİLLAH)

°Yatarken
3 kere "Estağfirullah el Aziym Ellezi La
İlahe İllahü El Hayyel Kayyumu ve Etübü İleyh" diyenin
deniz köpüğü kadar günahı olsa afvedilir. (tam bir pişmanlıkla
söylenmeli)

°Hergün 100 kere "Lâ
İlahe İllallahü Vahdehu Lâ Şerikeleh Lehül Mülkü ve Lehül Hamdü ve Hüve Âlâ
Külli Şey-ün Kadir" diyen kimse, 10 köle azad etmiş gibi
olur, kendisine 100 sevap yazılır, yüz günahı silinir, o gün akşama kadar
şeytanın şerrinden emin olur. Hiçbir kimse hiçbir ibadetle bu seviyeye ulaşamaz,
ancak ondan daha fazla yapan müstesna. Hadis'i Şerif (Buhari, Müslim) Gezdiği
sokakta bir kere söyleyenin bir milyon günahı bağışlanır, defterine bir milyon
sevap yazılır ve kendisi için cennette bir köşk inşa edilir. Hadis'i Şerif
(Ahmed İbn'i Hanbel)

°
"LAİLAHEİLLALLAH" bütün günahları mahveder,
mizana konulmaz çünkü onun karşısında bir şey durmaz.1 kere sadakatle
söylendiğinde, 4000 büyük günahı defterden sildirir ve 4000 derece
yükseltir.

°100 kere
"ESTAĞFİRULLAH" diyenin 1000 günahı mahvolur. 2
şey helâk edicidir: Sonra ederim diye tevbeyi geciktirmek ve tevbe ederim diye
günah işlemek. Doğru olan günah işlediğinde kalpte siyah leke oluşmadan tevbe
etmektir. Tevbe çok önemlidir, (Ulema buyurur ki tevbeyi tehir edene tevbe nasib
olmaz) günah unutkanlık yapar, kişi günah işlediğinde aklının bir parçası, geri
dönmemek üzere gider.


°Günde 100 kere
"SÜBHANALLAHİ VE BİHAMDİHİ" diyenin deniz köpüğü
kadar günahı olsa bağışlanır. 124.000 sevap yazılır. Bu kelime ALLAH'ın C.C. en
sevdiği hamdlerden biridir. Dilde hafif mizanda ağırdır.


°"ALLAH'u EKBER"
ve "SÜBHANALLAH"
yer ile gök arasını doldurur

°Günde 100 kere
"Lâ Hâvle ve Lâ Kuvvete İlla Billahil Aliyyil Aziym"

diyen kimsenin en hafifi fakirlik olmak üzere 70
çeşit bela ve musibet üzerinden kaldırılır. Efendimiz (SAV) bu kelime için
cennet hazinelerinden bir definedir buyurmuştur.

°Sabah namazına
kalkamayan "Kevser" Sûresini okuyup, dua edip yatarsa ALLAH'ın C.C. izniyle
kalkar

°Şaban ayında bu duayı okuyana bin sene ibadet etmiş sevabı
yazılır. Bin senelik günahı da olsa silinir. Kabrinden yüzü ayın ondördü gibi
çıkar ve ALLAH C.C. indinde sıddık olarak yazılır. "Lailaheillalahu velâ ne'büdü
illa iyyehü mühlisine lehüddine velev kerihel kâfirune"

°Bu duayı
sabah namazından sonra 3 kere okuyan akşama kadar ve akşam namazından sonra 3
kere okuyan sabaha kadar korunur. Bu duayı bu vakitlerde okuyan, korkmaya tek
layık olan yalnız ALLAH'tan C.C. korksun . Başta zalim devlet başkanı , şeytan,
cin ve insanların şerrinden, büyü ve efsunlardan hiçbirinden korkmasın ALLAH'ın
C.C. izniyle. Zehir verilse tesir etmez ALLAH'ın izniyle:

"Bismillahillezi Lâ Yedurrü meâs
mihi şey-ün fil-erdi ve lâ fissemai ve hüves semiül âliym


°Rivayete göre cennetin çorak olduğu
insanların yaptığı amellerle ve zikirlerle cennetlerini imar ettikleri
bildirilmiştir.Faideli zikir kalp huzuruyla kendini ve bütün fikriyatını ALLAH'a
C.C.vererek yani kalbinde ALLAH'tan başkası(dünyalık, çoluk çocuk, eş v.s.)
kalmadan yapılan zikirdir.

°"Teheccüd" nafile namazlar içinde en kıymetli
namazdır. Riya'dan uzaktır. (2 rekatta bir selam olmakla beraber, 2 rekattan 12
rekata kadar kılınabilir)

°"Askerde ve cihâd'da kılınan namaz", sivildeki
namazdan 2 milyon derece daha faziletlidir, "BEYTULLAH'da/Kabe'de kılınan namaz" ,
evinde kıldığın namazdan 100.000 kat faziletlidir. Cemaatle kılınan namaz tek
başına kılınan namazdan 27 derece faziletlidir.

°Akşamla Yatsı arası 6
rekat Evvabin namazı kılana 12 sene ibadet sevabı verilir.(Son iki rekatı Hıfz-ı
İman/imanı muhafaza namazıdır.) ALLAH'a dönenlerin namazıdır. Deniz köpüğü kadar
günahı olsa afvedilir.

°Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan
72 derece faziletlidir. (Cuma günü sarık sarana ALLAH (Celle Celalühü) ve
Melekleri Sâlât ederler)

°Evlinin namazı bekârın namazından 70
derece'den(bir rivayet 90 derece) daha faziletlidir.

°Pazar günü öğle ile
ikindi arası 4 rekat nafile namaz kılıp her rekatında Amener-Rasulü
okunursa, kılana yeryüzündeki hristiyanlar adedince sevap verilir.

°İki
rekât "İşrâk" namazı kılana bir Hac ve bir Umre sevabı vardır. (sabah
kerâhât vakti geçtikten sonra 1-2 saat civarında kılınmalı)

°Vücutta 300
yada daha fazla mafsal vardır.Bunlar için her gün sadaka verilmelidir. Bu
sadakayı veremeyen (sabah kerâhât vakti geçtikten sonra ile öğlen kerâhat vakti
girmeden arası) iki rekat "Kuşluk namazı" kıldı mı bu sadakaları vermiş
olur. (İbadetin efdali az da olsa devamlı olanıdır)

°Son nefeste imanı
kurtarma duası: "Ya Hayyu Ya Kayyumu, Ya
Zel Celâli Ve'l İkrâm, ELLAHÜMME inni es'elüke en tühyiye kalbi bi Nûri
ma'rifetike ebeden, Ya ALLAH, Ya ALLAH, Ya ALLAH Celle Celâlüh"
Sabah namazının sünnetiyle farzı arasında okunacak. Çok önemli bir
duadır...

°Sabah ve akşam namazının farzında selâm'dan hemen sonra 10
kere "LA İLAHE İLLALLAHU VAHDEHU LA
ŞERİKELEH LEHÜL MÜLKÜ VE LEHÜL HAMDÜ YUHYİ VE YUMİT VE HÜVE HAYYUL LÂ YEMÜT
BİYEDİHİL HAYR VE HÜVE ÂLA KÜLLİ ŞEY-İN KADİR" günahları
tertemiz eder, akşama/sabaha kadar günah yazılmaz


PEYGAMBER EFENDİMİZE(SAV) SALAT'Ü SELAM VE
FAZİLETLERİ:
°Muhakkak ALLAH ve Melekleri, Peygamber üzerine salat
ederler.Ey iman edenler,sizde ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam
verin.Ahzap/56

°1 kere salavat getirene: ALLAH C.C. 10 kere salat eder.
(Cebrail A.S. 10 salavat getirir)

°"İnsanların bana en yakını bana en çok
salavat getirenidir." Hadis'i Şerif(Tirmizi)

°
"Kişinin cimriliği için yanında anıldığım halde benim
üzerime salavat getirmemesi kâfidir." Hadis'i
Şerif(Nesei) "Bana getirilen Salavat sırat
köprüsü üzerinde ışıktır." Hadis'i
Şerif

°"Cuma günü üzerime 100 kere
salat'ü selâm getirenin 80 senelik günahı afvedilir."
Hadis'i Şerif

°"Adımın geçtiği
yerde salavat getirmeyenin burnu sürtülsün." Hadis'i
Şerif (Cebrail A.S.bu duaya amin dedi)

°En EFDÂL Salâvat'ı
Şerife:"ELLAHÜMME sâlli âla seyyidina
Muhammedin ve âla âlihi ve sahbihi efdâle salevatike ve adade me'lumatike ve
bârik ve sellim"

°
“Üzerime 100 defa salavat getirene ALLAH
C.C. 1000 defa Rahmet nazarıyla bakar”
Hadis-i Şerif

°“Cuma günü üzerime 100
defa salavat getiren kimse kıyamette öyle bir nur ile gelecek ki, eğer o nur
bütün mahşer halkına taksim edilse hepsine yeterdi”
Hadis-i Şerif

°“Üzerime bir günde 1000
defa salavat getiren kimseye Cennetteki makamı gösterilmedikçe
ölmez” Hadis-i Şerif


°Bir toplulukta oturupta bir kere bir salavat getirmeden kalkanlar leş
sofrasından kalkmış gibi olur.

°Peygamber Efendimiz'e Salât'u Selâm ALLAH'u Teala'yı Razı ve Hoşnud eder,
şeytanı uzaklaştırır, belaları çevirir, sadakadır, Ahiret ve dünya kurtuluşuna
vesiledir, Efendimiz'in (Sallallahüaleyhivesellem) Şefaatine vesiledir








SAFER AYI"


(Efendimiz SAV bu ayda ölüm hastalığına tutulmuştur)

DERVİŞ VE AŞK

Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında.
Yorgunluktan al almış kızın yanakları.
"Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?" diye sormuş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız.
"Sevdiğim çalışıyor orada.
Ona elma götürüyorum."

Kaç tane diye soruvermiş derviş baba.

Kız şaşkın; "İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?"

Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş…

Allah herkese Bu bereki nasip etsin ne diyelim

HALİL İBRAHİM BEREKETİ.....
Büyük din ve bilim adamlarından Ulu Arif Çelebi......anlatı yor :
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
Büyüğü Halil....
Küçüğü ise İbrâhim...
Halil, evli çocuklu.
İbrahim ise bekârmış...
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş..
Bununla geçinip giderlermiş.. .
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
İkiye ayırmışlar....
İş kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı
bekle.
Peki abi demiş İbrahim...
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .
O gidince, düşünmüş İbrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Böyle demiş ve,
Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıkagelmiş.
Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..
O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim bekâr.
O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,
Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasıl , biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet akşam olur.
Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....
Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce taşır iki kardeş , bitiremezler.
şaşarlar bu işe...
Aksine çoğalır buğdayları.
Dolar taşar ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı : Halil İbrahim bereketidir. ..
ALLAH HEPİNİZE HALİL İBRAHİM BEREKETİ VERSİN

:):)


Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar:
YEşiL demiş ki:
"Elbette en önemli renk benim.. Ben hayatın ve umudun rengiyim.. çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim.. şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı..."
MAVi hemen atılmış:
"Sen sadece yeryüzünün rengisin.. Ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir, ve huzur olmadan siz hiçbir ise yaramazsınız""
SARI söz almış:
"Siz dalga mi geçiyorsunuz? Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim.. Günesin rengiyim.. Ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz"
TURUNCU onun sözünü kesmiş:
"Ya ben?? Ben sağlık ve direncin rengiyim.. insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur.. Portakalı, havucu düşünün.. Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın"
KIRMIZI daha fazla dayanamamış:
" Ben hepinizden üstünüm!!! Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!! Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!!! Savaşın ve ateşin rengiyim!! Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!"
MOR ayağa kalkmış:
"Hepinizden üstün benim.. Ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir.. Ben otorite ve bilgeligin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz..dinler ve itaat ederler"
Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar...Her biri diğerini itip kakıyor "En büyük benim" diyormuş... Derken.. Bir anda şimşekler çakmış, ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış... Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar.. Ve YAğMUR´UN sesi duyulmuş...
"Sizi aptal renkler.. Bu kavganızın anlamı ne, bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz...simdi elele tutusun ve bana gelin"
Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar.. Elele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay seklini almışlar.. Yağmur onlara "bundan böyle..."demiş.." Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız, ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar.. insanlara yarınlar için umut olacaksınız... Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size Gökkuşağı diyecekler.. Anlaştık mı?"
işte bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde Gökkuşağı belirir..

Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız, ve hepimiz özeliz... Bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız...

HABİB BABA

Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır,fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.
Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir.Yolculuğ unun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.
Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.
'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...
'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.Binbir dil döker.Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...
'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'
Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.
Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır.. .
Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.'
Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. ..
Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...
Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:
'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.'
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.
Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.
'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;
'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...
'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...'
Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:
'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir.

Nasıl Bakmalı Hayata ..............

Amerika da ünlü bir avukatın kaybettiği tek dava....
*Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlaniyordu . Futbolcu yakalanmıştı.
Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi.
Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu.
Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:
´Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inaniyorum.
Buna az sonra sizler de inanacaksiniz.
Neden mi?
Bakın, şimdi 1´ den 10´ a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapidan içeri girecek...


1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10...´ Bütün jüri kapiya döndü. Kimse girmedi içeri .
Avukat bir savunma dahisiydi , öldürücü hamlesini yaptı:
´Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz.
Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapiya baktınız.
İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum.´
Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu sekilde sonuçlandi
.
Mahkeme çıkışında avukat , bayan jüri baskanina yaklasti:
´10´ a kadar saydigimda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız.
Neden böyle bir karara imza attınız?´
´Doğru´ dedi jüri başkanı ;
´Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu !.. ´

NOT: En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen
bakışları izleyen kişidir

DERVİŞ:)

Vaktiyle bir derviş, nefisle nefisle mücadele makamının sonuna
> gelir.
> Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten,
> gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
> Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir.
> Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. .
> Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş,
> usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
> - Vur usturayı berber efendi, der.
> Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş
> aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı
> tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı
> vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir
> kabadayı girer içeri.
> Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış
> kısmına okkalı bir tokat atarak:
> - Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye
> kükrer.
> Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek.
> Kaideyi bozmaz derviş.
> Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup,
> fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
> Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
> Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli
> aşağılar dervişi, alay eder:
> `Kabak aşağı, kabak yukarı.`
> Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz
> birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at
> arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
> Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken,
> iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri
> demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır,
> kalır.
> Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
> Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar,
> gayri ihtiyarî sorar:
> - Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
> Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
> - Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
> Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
> Hikâye böyle...
> Ama hayat da böyle...
> Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte
> kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu
> sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı
> yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına,
> makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklardı r

ERKEKLER ASLA YALAN SÖYLEMEZ:)

Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan
ağacın dallarını
keserken
baltasını suya düşürür.
'Aman tanrım' diye bağırdığında bir peri belirir ve 'Ne diye
bağırıyorsun
?'der.
Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını
sürdürebilmek için o baltaya
ihtiyacı olduğunu söyler.


Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir.
'Baltan
bumuydu ?' diye sorar. Ormanci 'hayır' diye cevaplar.



Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile
tekrar
belirir ve yine sorar. 'Baltan bu muydu ?'


Ormancı yine 'hayır' diye cevaplar.
Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile
tekrar
belirir ve yine sorar.
'Baltan bu muydu ?' Ormancı 'evet' der. Ormancının dürüstlüğü
perinin çok
hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir. Or mancı
mutlu bir
şekilde evinedöner.


Bir zaman sonra ormancı esiyle birlikte nehir boyunca yürürken
karisi suya
düşer.
Ormancı 'aman tanrım' diye bağırır. Peri yine belirir ve sorar:
'Ne diye
bağırıyorsun ?' Ormancı' karim suya düştü der.


Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner.'Senin
karin bu
mu?' diye sorar. Ormancı 'evet' der.
Peri sinirlenmiştir, 'Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil' der.

Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz
konusu.
Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine
Zeta-Jones ile
geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her
üçünü de bana
verecektin.


Ben fakir bir adamım ve üç karimin sorumluluğunu
taşıyabilecek durumda
değilim. Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur... Bu hikâyeden
alınacak
ders:
Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir
nedeni vardır
ve bu başkalarının yararı içindir.


Kendileri için bir şey istiyorsalar ekmek çarpsındır... :):):)
EĞER KİŞİ HEM AKILLI HEM ÇALIŞKAN İSE TAKDİR ET!
ÇALIŞKAN FAKAT AKILLI DEĞİLSE DİKKAT ET!
AKILLI FAKAT TEMBEL İSE İKAZ ET!
HEM AKILSIZ HEM TEMBEL İSE İMHA ET!

HERKES CENNETE GİRMEK İSTER AMA KİMSE ÖLMEK İSTEMEZ
ÂDEMOĞLU HİLEBAZDIR BİLEMEZSİN FENDİNİ
KİME İYİLİK YAPTINSA ONDAN SAKIN KENDİNİ

DÖRT ŞEY GERİ GELMEZ

1- ATILAN OK
2- KAÇIRILAN FIRSAT
3- SÖYLENEN SÖZ
4- GEÇEN ZAMAN


TARLAN VARSA; İÇİNDE OL
TEKNEN VARSA; KIÇINDA OL
İŞİN VARSA; BAŞINDA OL


ÜÇ ÇEŞİT İNSAN VARDIR

1- EKMEK GİBİDİR HERGÜN ARANIR

2- İLAÇ GİBİDİR LAZIM OLUNCA ARANIR

3- MİKROP GİBİDİR SİZ ARAMAYIN O SİZİ BULUR

Böyle hanımlar da yaşamış bu dünyada!

Geçmişte aile hayatına sabır ve tevekkül hâkimdi. Aile fertleri ne kadar imkana sahiplerse ona şükreder, sahip olmadıklarının hasret ve hırsı içinde çırpınmaz, mahrumiyet duygusuna kapılmazlardı. Rabb’imizin takdir buyurduğu kısmetimiz bu kadarmış, diyerek şükreder, huzur bulurlardı.
Zaman geçti, zenginler sahip olduklarını, sahip olmayanların gözleri önünde teşhirci bir görüntü içinde tüketmekten kaçınmaz oldular. Aynı imkana sahip olmayanlar ise onların israflı hayatlarına hasret ve imrenme ile bakmaya başladılar... Derken görenek belası hemen herkesi istila ve işgal eyledi, aileler halinden şikayete yöneldiler... Bu yüzden geçmiş toplumda sık görülen sabır ve şükür örneği mütevazı aileler yavaş yavaş toplumdan kaybolarak birer ibret levhası halinde tarihimizin derinliklerinde kaldılar... İsterseniz böyle tarihin derinliklerinde kalmış tevekkül ve teslimiyet örneği mütevazı aileden bir örnek arz edeyim sizlere. Bakalım geçmişte ne türlü bir tevekkül ve teslimiyet söz konusu olmuş bazı hanımlarda... Rabb’imiz de böylesine tevekkül ve teslimiyet sahibi hanımlara nasıl sebepler halk edip rızkını göndermiş, bir görelim.

Belh’in meşhur velisi Hatim-i Asam, (852 -H.237) hacca gidiyordu. Hanımına teklifte bulundu:

- Hanım, ne kadar nafaka bırakayım sana, ben gelinceye kadar? Tevekkül ve teslimiyet timsali hanımın cevabı ibretliydi: -Ne kadar yaşayacaksam o kadar!

- Hanım senin ne kadar yaşayacağını ben ne bileyim?..

- Öyle ise dedi, benim nafakamı ne kadar yaşayacağımı bilene bırak. O beni şimdiye kadar hiç nafakasız bırakmadı, şimdiden sonra da bırakmaz. Sen harçlığını yanında tut, gurbette sana lazım olabilir.

Hatim-i Asam yola çıktıktan sonra mahalle hanımları ziyarete geldiler.

- Allah kavuştursun beyiniz hacca gitti, dediler. Hemen arkasından da mahalli dille sormadan edemediler:

- Beyin sana ne kadar rızık bıraktı gelinceye kadar?..

- Benim beyim dedi, rızık veren değil rızık yiyendir. Rızık yiyen, rızık veremez. Ben rızkımı hep rızık verenden beklemişim şimdiye kadar. O beni hiç rızıksız bırakmamış, yine de bırakmayacağına inanıyorum.

Hanımlar bu cevaptan pek memnun olmadılar, dudaklarını büküp aleyhte konuşarak gittiler...

Aradan çok geçmedi Hatim’in evinin kapısında at kişnemeleri duyuldu. Dışarıya çıkan hanım, bir atlı kafilesiyle karşılaştı. Hacıları uğurlamaktan dönen Bağdat halifesi susamış, su içmek için uğramış buraya. Hanım hemen bir testi su ile bir bardak uzattı. Soğuk suyu kana kana içen halife yanındaki vezirine emir verdi:

- İçtiğimiz suyun bedelini bize yakışan şekilde öde!..

Toprak çanağın içini altınla dolduran vezir, bardağı kapının yanına bırakırken söylendi:

- Allah’a emanet olun bacım, soğuk suyunu içtik, hakkını helal et... Kafile uzaklaşırken Hatim’in hanımı bardağın içinde beyi hacdan dönünceye kadar yetip de artacak miktarda para bırakıldığını gördü. Her zaman yaptığı gibi yine seccadesine yönelip şükür secdesine kapandı:

- Rabb’im dedi, çocukken anam babamın eliyle gönderiyordun rızkımı. Evlenince beyim Hatim’le göndermeye başladın rızkımı... Şimdi ise beyim hacca gitti, bu defa da halifeyle gönderiyorsun rızkımı. Beni hayatım boyunca hiç rızıksız bırakmadın. Zaten ben de seni hep böyle bildim. Bu yüzden tevekkül ve teslimiyetim hiç azalmadı, hep arttı. Ancak çevremdekiler aynı değiller. Onlar tevekkülsüz ve teslimiyetsizler... Hemen hücuma geçiyor, tevekkülsüzlük telkin ediyorlar bizlere... Sen tevekkül ve teslimiyet duyguları nasip eyle bu aile bireylerine de, asıl rızkı verenin sen olduğunu onlar da anlasınlar, senin kimseyi rızıksız bırakmayacağını idrakte onlar da gaflete düşmesinler, huzurlu yaşasınlar...

BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?

Daima düşünceliydi.
Susması konuşmasından uzun sürerdi.
Luzumsuz yere konuşmazdı.
Konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı.
Dünya işleri için kızmazdı.
Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.
Kötü söz söylemezdi.
Affediciliği tabii idi, intikam almazdı.
Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.
Kimseyle çekişmezdi.
Çok konuşmazdı.
Boş şeylerle uğraşmazdı.
Umanı umutsuzluğa düşürmezdi.
Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.
Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı.
Kimsenin kusurunu araştırmazdı.
Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi.
Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.
Her zaman ağırbaşlıydı.
Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.
*Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.
Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü.
Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı.
Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilirdi.
Vakar ve sükunetle rahatça yürürdü.
Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Dostlarına şöyle derdi: “ Dünya da garip bir kimse, yahut bir yolcu gibi ol “
Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu.
Adet üzere sarfedilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı.
*Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilmezdi.
Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi.
Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: “ İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve
Saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve
Haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım “
*Sıradan değildi. Ama sıradan insanlar gibi yaşardı..

*** O, HZ. PEYGAMBERDİ. (SAV)***

BİLMELİSİN Kİ ...

Duvarda asılı diplomalar
insanı insan yapmaya yetmez.

Bilmelisin ki ...

Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa,
anlam yükü o kadar azalır.

Bilmelisin ki ...

Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak
arasında,
çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Bilmelisin ki ...

Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek aşkların da!

Bilmelisin ki ...

Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla
ilgisi yok,
ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Bilmelisin ki ...

Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan
ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.

Bilmelisin ki ...

Ne kadar yakın olursa olsunlar
en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.

Bilmelisin ki ...

Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.
Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Bilmelisin ki ...

Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Bilmelisin ki ...

Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş
olabilir.
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

Bilmelisin ki ...

İki kişi münakaşa ediyorsa,
bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Bilmelisin ki ...

Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.


Bilmelisin ki ...

Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,
pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

*Can YÜCEL

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Öyle yaşayalım, öyle konuşalım ki, bizim yüzümüzden kimse Cehenneme gitmesin.

Sorulan dini suallere verilen cevaplara dikkat etmeli, cevap vermek kolay değildir. Cevap verenler de ahirette hesaba çekileceklerdir. Cevap verirken, muteber kitaplardan nakli esas almak şarttır.

Mümin, mümine Allah için sevgiyle baksa, Cenab-ı Hak bütün günahlarını affeder.

Rabbine güvenen kula, Allahü teâlâ yardım eder. Paraya, mala mülke, şuna buna güveneni, güvendiğiyle baş başa bırakır.

Allah için olan işte sevgi vardır. Dünya için olan işte sevgi yoktur. Dünyanın tabiatında sevgi yoktur. Allahü teâlâ dünyayı yarattığından beri, bir defa olsun rahmet nazarıyla bakmamıştır. Dünya, nefs ve şeytanın azmasına yardımcı olmaktadır. İnsanın dünyalığı arttıkça nefsi azar, gurur, kibir artar, kontrolden çıkar. Ahireti bırakıp, hep dünyalığı artırmak için gece gündüz çalışmak, ızdırabı, sıkıntıyı, sevgisizliği artırmak, ahmaklık alametidir.

Bir kalbde iki sevgi olamaz. Bir kalbde dünya sevgisi varsa, o insanda Allah sevgisi olamaz. Olamayınca da her yerde, ailesinde, işinde sevgisizdir.

Bazıları çok sevilir, bazılarından kaçmaya bakılır. Araştırılırsa, muhakkak onun dibinde başka sevgi olduğu görülür.

Allah sevgisi olan kalbde ihlâs olur. İhlâs olan kalbde Allah sevgisi olur. İhlâsla dünya zıttır. Dünya, nefsin ve şeytanın tuzağıdır.

Varlıkta imtihan, darlıktan daha zordur; çünkü darlıkta hep Allah deniyor, varlıkta akla gelince söyleniyor. Bu çok tehlikelidir.

Ehl-i sünnet itikadında olmak, büyükleri yani Evliya zatları tanımak büyük nimettir. Tanıdıktan sonra ayrılmak da, büyük felakettir. Ayrılanlarla beraber olmak da, büyük felakettir. Ayrılanlarla beraber olmak, engerek yılanıyla beraber olmaktan daha tehlikelidir.

İman, Allahü teâlânın bizzat ihsanıdır; çünkü bir kimseye bir şeyler anlatılır; ama imanı Allah'tan başkası veremez.

Allahü teâlâ bir kuluna iman vermişse, ihsanlardan en büyüğünü vermiş demektir. Artık o kulun kalkıp bir kuruşun hesabını yapması, mümin kardeşinin gıybetini, dedikodusunu yapması çok çirkindir.

Fasık bile olsa, ehl-i sünnet itikadında olan bir müminin kalbindeki nuru dünyaya çıkarsalar, imanının nuru güneşin ziyasını kapatır. Mümin o kadar kıymetlidir.

Birbirimizi sevelim. Kendimizi bir şey zannetmeyelim. Hiçbir Müslümanı hakir görmeyelim. Çok sarhoşlar imanlı gitmiştir. Nice âlim veya şeyh geçinenler de imansız gitmiştir.

Mehmet Ali Demirtaş

İNSAN

Bir bilgeye ' Nasıl insan oluruz ?' diye sormuşlar ya.
'Üç adım atlama' gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,
İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun