15 Mart 2009 Pazar

Hacca giderken kibrim yüzünden 'x-ray'a takıldım

Yürüdüğünüz cadde üzerindeki bir müzik markette ya da bir mağazanın devasa afişlerinde onun fotoğraflarına mutlaka gözünüz takılmıştır. Hatta o fotoğrafın etkisine kapılıp, cebinizdeki belki son parayı o elbiseye, o albüme yatırmışsınızdır. Kayıtsız kalamadığınız, belki de sonradan pişmanlık verebilecek o eyleminizin gerçek faili Zeynel Abidin Ağgül'dür! Adıyaman'ın Şambayat köyünde başlayan bir yol, Ağgül'ünki. Babasını 7 yaşında kaybeden, iki yıl sonra kardeşleriyle birlikte İstanbul'a, akrabalarının yanına gitmek zorunda kalan Zeynel Abidin, 17 yaşına kadar görmez annesini. Adıyaman'daki annesi, 30 yaşında dul kalınca evlenmiştir. Yıllar sonra bir kez daha dul kalan anneye yapılan ziyarette kardeşi, ancak sokağın başına kadar gelebilse de o, çıkar evin merdivenlerinden.
İstanbul'da, büyük ağabeyin ve amcanın bakmaya çalıştığı on bir gırtlaktan biridir. Köyden gelen erzaklara inat, kahvaltıda sadece Vita yağı ve zeytin, şehirlidir: "Öğle yemeğini okul aile birliğinden yerdik. Akşamleyin de genelde bulgur pilavı konulurdu önümüze." Kalabalık bir ailenin sorumluluklarını sırtlanmaya sıra geldiğinde; Zeynel Abidin fotoğrafçı çırağı olmak istediğini söyleyerek, otomobil tamirciliğini elinin tersiyle iter. 12 yaşındadır; bu tercihte daha ilkokula giderken yediği o tokadın izi saklıdır: "O dönemde yanına gittiğim amcamın arkadaşı, bana tokat atmış ve çok ağrıma gitmişti, ıslak, benzinli eliyle vurması." İşi o kadar hızlı öğrenir ki; siyah-beyaz filme rötuş yapabilme becerisi onu Kadıköy'ün en popüler film stüdyolarından birisine taşır. Maaşının beş katının teklif edildiği ve 7 yıl çalışacağı renkli fotoğraf laboratuvarındaki hikâyesi, patronunun karşısına dikilip, "Bana bu işyerinde hisse ver." diyeceği ana kadar sürer. Okuyamadığı için kendisine fotoğraftan başka çıkış yolu göremeyen o çocuk, ağzına tavuk koyduğunda, belki inanılmaz gelebilir ama 15 yaşındadır. Evleri Bağdat Caddesi'ndeki Divan Pastanesi'ne 500 metre uzaklıktadır. Ama bu yakınlık, 'haddini bilme'nin ne olduğunu öğretir Zeynel Abidin'e: "O caddede yürürken, o pastaneden içeriye bakamazdık. Orada zenginler otururdu ve bakmanın hakkımız olmadığını düşünürdük. O açıklığı haddimi bilerek kapatmaya çalıştım." Kendisini üne taşıyacak moda fotoğrafçılığına 18 yaşında başlar. Hisse istediği patronu 24 yaşına kadar oyalayınca, bir fırsatını bularak, beş arkadaşıyla birlikte Kozyatağı'nda ilk dükkânı açar. Ayrılırken, patronuna nasihat etmeyi de unutmaz: "Makinelere değil, insana yatırım yap." Bu gidişin üzerinden 6 ay geçer ki, dükkânının kapısını patronu çalmaktadır. Pişman olmuştur ve hisse vererek, maaşını da artırmayı taahhüt eder; fakat nafile...
Bu sırada Carrefour şirketi Türkiye'ye gelecektir. Sıklıkla yurtdışına çıkan ve o coğrafyaların kültürünü tanımaya meraklı Zeynel Abidin, şirketin açacağı hipermarkette bir fotoğrafçı standı açılacağını öğrenir. Hipermarket müşterileri, çektikleri filmleri bu standa bırakacak ve baskı olarak alacaklardır. Bu proje için görüşülecek laboratuvarlar seçilir. Lakin görüşmeye sadece Zeynel Abidin Ağgül çıkagelir. Ortakları bile kendisine inanmaz. Fakat 3 ay sonra laboratuvardan kazandıkları para kadar buradan da gelir elde edince, hakkını teslim ederler: "Sonradan kıskanan insanlar rüşvet teklif edip, bizim işimizi almaya çalıştılar; ama yöneticileri kabul etmedi. Yabancılar, doğru adamsan seni satmıyorlar. O dönem çok para kazandım, çok yer gezdim, çok lüks yaşadım; ama ertesi gün sokakta, bankta yattım." Farkında olsun ya da olmasın; kendince bir bilgeliktir yaptığı... Cebinde çok para varken, evsiz kalmanın anlamını merak etmiştir. En azından şunun bilincindedir: "Sahibi olduğun her şeye bir gün veda edeceksin. 'Ölüm bizi ayıramayacak' lafları doğru değil. Hele hele bu dünyaya hiç bağlanmayacaksın."
İnsanların yokluk zamanlarında kendi var oluşlarıyla ilgili kurdukları korelasyon, Zeynel Abidin'de tam tersine gerçekleşir: "Bütün bunlar bana neden verildi?" Bu sorunun cevabı, içinde büyük bir ders barındıran sıradan bir iş ziyaretinde saklıdır. Carrefour'la iş anlaşması yapmak için gittiği Adana'da, bir caminin önünde satılan kitaplar dikkatini çeker. O sırada cuma namazı için çağıran ezan okunmaya başlar ve kitabı almak istediği yaşlı adamdan, "Cumayı kılalım, öyle vereyim." çağrısı yükselir. O ana kadar hiç namaz kılmamıştır; üstelik bahanesi de hazırdır; ki 10 dakika sonra iş görüşmesi başlayacaktır. Bunları içinden geçirdiği an telefonu çalar: "Görüşmemiz saat 3'e ertelendi." Kader, bütün nedenleri aradan kaldırırken, adeta 'bir buluşmanın' temellerini atıyordur: "Yaşlı amcadan nasıl abdest alınacağını göstermesini istedim. Bismillah ve Allahû Ekber deyip, aynı hareketleri tekrarlamamı istedi. Böylece cumanın farzını kıldık. Çok hoşuma gitti. Hayatın bir dili ve yol tabelaları vardır. Onları görebilirsen, yürüyebilirsin. Allah yolunu açıyor."
Namaz bitiminde, 'Namazı Öğreniyorum' kitabını aldığında, koyduğu yeri bile hatırlamadan zaman su gibi akıp geçer. 6-7 ay sonra çıktığı tatilde, restoran sahibi bir tanıdığıyla gerçekleşen sohbette, Kur'an okumayı bilmediğini itiraf ederken, şu sözleri söylemeyi de unutmaz: "Daha vakti var herhalde, bir 40-50 olalım, ondan sonra." 35 yaşındadır ve aldığı cevap, dünyasını altüst eder: "Peki, 40'a çıkmak için elinde bir senet var mı?" İstanbul'a döner dönmez Kur'an-ı Kerim meali alan Ağgül'ün, bugün bunları anlatırken bile tüyleri diken diken.
Sınav hacdan sonra daha zorlaştı
Kur'an-ı Kerim mealini, namaz kitabına gösterdiği boşvermişlikten muaf tutan Zeynel Abidin, baştan sona okur Kitâb-ı Ekber'i. Onu, siyer kitapları (Peygamberlerin hayatı) izler. 5-6 ay sonra Muğla Köyceğiz'de yaptığı tatilde, bir bakkalda karşılaştığı arkadaşı sorar: "Zeynel, hacca gitmek ister misin?" 'Erken' diyecek olur, ancak sözler ağzına tıkılıverir. Arkadaşı orada telefonla yaptırır, hac rezervasyonunu. 20 gün sonra büyük yolculuk zamanı gelmiş çatmıştır. Saçları beline kadar uzun, ünlü bir fotoğrafçıdır; o. Hatta bu kibri nedeniyle arkadaşlarına hacca gittiğini söylemeye bile cesaret edemez. Afrika'ya safariye gittiğini anlatır. Hac kafilesiyle birlikte güvenlikten geçerken; güvenlik görevlilerinin uyarısıyla ihrama girer. Bedeninin üzerinde sadece bir bez parçası vardır; ama x-ray cihazından her geçtiğinde alarm çalar. Bu durum tam beş kez tekrarlamasına rağmen cihaz adeta gidiş için hâlâ bırakılması gereken bir şeyi haber vermektedir: kibir: "Güvenliğe rica ettim; ama nafile. Bu arada havaalanındaki insanlar da bana bakıyor. Döndüm ve galiba yüz kere geçsem de öteceğim dedim. Sonra yukarıya bakıp, 'Allah'ım beni affet. Sana gelirken bile, bu kibri üzerimden atamadım. Bundan artık utanmıyorum.' dedim. Geçtim ve ötmedim abi! Dehşete düştüm."
Hacda unutamadığı olaylardan birisi, uzun saçları nedeniyle Lübnanlı bir hacıdan inanılmaz tepki görmesidir. Tepki göstermekle kalmaz, saçlarından çeker. O anda şu sözler dökülür Zeynel Abidin'in ağzından: "Peygamber Efendimiz'in saçlarının da uzun ve dalgalı olduğunu biliyorsundur herhalde. Arafat'tan sonra Peygamber Efendimiz kazıtmıştı saçını ve ben de kazıtacağım. Sen benim inancımı saçlarımdan mı anlıyorsun? Kalbimin içini görebiliyor musun? Ama ben seninkini görüyorum, simsiyah. Çünkü sen beni yaraladın. 10 metre ileride Allah'ın evi varken yapıyorsun bunları." Bu cümleler üzerine utancından ağlamaya başlayan hacı, özür dileyerek kaybolur. Anlamıştır ki, imtihan, kainatın yüreğinde dahi devam etmektedir. Yolda bulduğu parayı da bu imtihana sayar. Peygamber'in saçlarının uzunluğuyla öne sürdüğü benzerliğe öksüzlük ve yetimliği de katıyor, Zeynel Abidin. Bu kader kardeşliğinin yanında, hacca gitmekle sınavın aslında daha da zorlaştığının bilincinde.
FATİH VURAL bugün zaman gazetesinin ekinde harika bir röportaj çok etkilendim .

7 yorum:

havvanur dedi ki...

bnd etkilendim zeynel beyi merakettim hatta 2zaman aboneliğimiz var ama dükkanda gidip bakyım bari:))haccı mubarek olsun ne diyim sonradan dönüş yapanlar sanki daha makbul gibi gelior yani daha şevkli demi selda sultannn teşk cnmcm

Doyumluk.... dedi ki...

Bende bugün okudum.Gerçekten güzel.En son sözü olan "sınav hacdan sonra daha zorlaştı"Demekki bir takım şeyleri korumaya çalıştığıda büyük bir erdem...sevgiler..

kubra zeynep kara dedi ki...

ne guzel bir yazi bu boyle

SELDA dedi ki...

havvanur :)sultan diyen diline kurban çılgın hatun amiin inşallah daim olsun ibadetleri bulunduğu yaşam zorunluluğu olan çevre dolayısıyla rabbimden güç istiyorum temelden sağlam bilgili insanlar bile zorlanırken onlar için daha zor olabilir diye düşünüyorum .
Doyumluluk aynen katılıyorum .
kübracım haklısın böyle isabetli ropörtajlara bayılıyorum insan ciltlerce kitap okumuş hissini yaşıyor.

zehra dedi ki...

rabbim yaptigimiz hayirlara ser bulastirmasin

yasenin dedi ki...

ben daha gazeteye bakamamıştım nefesimi tutarak okudum eline sağlık çok güzeldi

eviminnuru dedi ki...

bende müslüman olmanın güzelliğini sonradan öğrenenlerdenim rabbim eksikliklerimizin hepsini tamamlamayı nasip etsin bak duygulandım şimdi